Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '09

 
Kategori
Siyaset
 

Türk ve Kürt aydınların dikkatine

Türk ve Kürt aydınların dikkatine
 

2009


25.Eylül.2009 gecesi Show TV’de Ali Kırca’nın ‘Demokratik Açılım’ programını bir süre izledim. Tamamını izleyemedim. Dayanamadım, çünkü Ayşe isimli bir bayan inanılmaz şeyler söylüyordu.

“Kurtuluş Savaşı o kadar önemli değildir. Arada Sakarya, Dumlupınar gibi birkaç önemsiz savaş oldu.”

“Kaç kişi öldü ki Kurtuluş Savaşı’nda?”

“Kurtuluş Savaşı’ndaki asker kaçaklarının sayısı ölenlerin üç katıdır.”

Bunlar gibi sözler. Her şeyi bilen, arada konuşmasına ‘consolidite’ gibi İngilizce kelimeler sokuşturan, aydın ve entelektüel bir karekter olduğunu anlatmaya çalışan ancak gerçekte herkesi zehirleyen bir kişi.

Tam dinlemedim ama doğuluların (bundan Kürtler kast ediliyor) Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda çarpışmadıkları gibi garip şeyler de çalındı kulağıma. Çanakkale şehitliklerini gezerseniz, Abide’nin orada D harfine bakarsanız, kimliği tespit edilmiş kaç Diyarbakırlının şehit olduğunu görürsünüz. Kurtuluş Savaşı sırasında orduya yalnız Tunceli (Dersim) kenti asker vermedi. Bugünkü gözle ve sübjektif niyetle 90 yıl öncesinin Anadolu’suna bakınca bu hanımın yaptığı gibi garip şeyler söylemek mümkün. Halbuki 1. Dünya Savaşı’nda doğulular doğuda, batılılar batıda savaşmıştır. Bu ve bunun gibi gerçekleri saklayıp kendi işine geldiği gibi çarpıtıyor. Soru: Osmanlı Devleti zamanında Anadolu’da ve Osmanlı topraklarında kaç isyan çıktı? Kurtuluş Savaşı hiç mi işe yaramadı? Gerçekte o ‘önemsiz’ Kurtuluş Savaşı sayesinde Musul dışında Misak-ı Milli sınırları (Trakya, Doğu Anadolu, Batı Anadolu, Adana, Gaziantep, Kahramanmaraş) sağlandı. Hatay Türkiye’ye bağlanabildi. Kıbrıs çıkartması yapılabildi. Devlet olmayı sürdürebildik.

Şimdi bunları bir yana koyup konuya başka bir yönden bakalım.

Bilinen bir gerçek olarak Osmanlı Devleti zamanında devlet toprakları içinde sayısız isyan çıkmış, bunların içinden Anadolu dışındakilerin hepsi uzun vadede başarılı olmuştur. Bunda devlet topraklarının çok geniş bir alana yayılmış olması, bu geniş alanda çeşitli ulus ve dinlerden insanların yaşaması, bunlara vergilerini verdikleri sürece ilişilmemesi ve devlet düzeni ve gücünün zayıfladığı zamanlarda buralarda yaşayan hatırlı kişilerin Osmanlı’nın koyduğu vergilerden kurtulmak istemeleri etkin olmuştur. Zamanla milliyetçilik akımlarının güç kazanmasıyla 1800lü yıllardan sonra kopmalar başlamış, buna bağlı olarak vergiler azalmış ve başka para kazanma yolu bilmeyen, araştırmayan devlet güçsüz duruma düşmüştür. 1. Dünya Savaşı’nda da son olarak Araplar ayrılmış ve sınırlar bugünkü sınırlara gelmiştir.

Ayrılıklar hep para kaynaklıdır ve başta İngiltere, Fransa ve Rusya olmak üzere başka devletlerin desteği ile olmuştur. O zamanlar ABD yoktu ve bunlar büyük devletlerdi. Avusturya’nın ise araya başka devletler girdiği için etkisi azalmıştı. Şimdi şöyle bir bakalım.

Suriye, Irak, Filistin ve yarımadadaki Araplar, neredeyse bağımsız yaşıyorlardı. Asker vermiyorlardı. Üstelik Hacca giderken kervanlar yolda soyulmasınlar diye Bedevilere, yol boyu kabilelere paralar ödeniyordu. Neden ihanet ettiler? İngilizler onlara Osmanlıların verdiğinden daha çok para verdi de ondan. Çil çil sarı altınlar çok çekici geldi. Yoksa Arapların üzerinde milliyetçiliğe dayanan bir baskı yoktu. Mezhep çatışmaları vardı. Vahabiler, Şiiler vs. vardı ve hâlâ var. İngilizler onlara top gibi ağır silahlar vermediler. Çünkü geri alması zor olurdu. Sonraki Arap – İngiliz, Fransız mücadelesi dinle karışık milliyetçidir ama o sırada çoktan biz devre dışı kalmıştık.

Balkanlarda doğan yeni devletlerin halkları yüzyıllarca herhangi bir baskı görmeden yaşadılar. Osmanlı Devletine asker verdiler, komutan verdiler. Burada milletleri asimile etmek gibi bir şey söz konu değildir. Osmanlı yalnız vergi alıyordu ve iç işlerinde neredeyse bağımsızdılar. Ama din ve ırk olarak Rusya’ya yakındılar ve Rusya kuzeyden sıcak denizlere inmek istiyordu ve yolunun üzerinde Osmanlı Devleti toprakları ve bu milletler vardı. Her fırsattan sonuna kadar yararlandılar. Kafkaslarda ise onlara yakın Ermeniler ve Gürcüler vardı. Burada daha çok Müslüman vardı ama aynı Balkanlarda olduğu gibi yeterli olmadı. 1877-78 Plevne Savaşında kasabada 8 cami 2 kilise vardı, Batı Trakya kaybedildiğinde her 3 kişiden 2’si Türk’tü. Buraların kaybedilişi milliyetçilikten çok devletin güçsüzlüğü yüzünden oldu. Girit Adası için de aynı şey söylenebilir.

Her ne kadar halkındaki Türk sayısı az ise de, Mısır’ın ve Kuzey Afrika’nın, Kıbrıs’ın 12 Adaların kaybedilişi tümüyle işgaller yoluyla olmuştur. İşgal edenler, İngiltere, Fransa ve İtalya’dır. Ama daha önce Kavalalı Mehmet Ali Paşa zamanında İngilizlerin ne dümenler çevirdiğini biliyoruz. Herkes Türkiye bir hak iddia edince hemen orada ne kadar Türk yaşıyor diye soruyor. Yani Türk yoksa hakkımız yok olacak. Peki şu üç devlet oraları işgal ederken orada ne kadar İngiliz, Fransız, İtalyan yaşıyordu? İngiltere’nin Kıbrıs’ta hâlâ üssü var. Söz konusu bile olmuyor. Çünkü İngiltere güçlüdür.

Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler, Müslümanlarla birlikte Osmanlı Devletinin ana unsurlarıydılar. Devletin ana unsuru olması sebebiyle Rumlar devlet içinde istedikleri yerlere yerleştiler ve sonra hak iddia ettiler. Batı Anadolu’da çok sayıda Rum vardı (Bunlar mübadele yoluyla Yunanistan’daki Türklerle değiştirildiler). 1821 Mora isyanından sonra saydığım devletlerin yardımıyla Yunanistan kuruldu ve topraklarını genişletti. Öyle ki 1897’de kaybettiği savaşa rağmen toprak kazandı. Ermeniler de Anadolu’nun her yerinde vardılar. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Anadolu’dan Ermenileri getirip İstanbul’a yerleştirmiş. Dışarıdan destek görmekle birlikte Rumlarla ve Ermenilerle aramızın bozulmasının en büyük nedeni milliyetçiliktir. Yoksa yüzyıllar boyunca bir arada sorunsuz yaşanmıştır.

Bugün eski Osmanlı toprakları üzerinde 29 devlet vardır. Ama birçok devletin varlığı, örneğin Suriye ile Irak’ın tek devlet olmayışı politiktir. Kuzey Irak’ta özerk bir Kürt yönetiminin oluşumu başlangıçta politikti. Sonradan gelişti. Kürtler Türkiye’nin ana unsurlarından biridir. Kürtler istedikleri gibi istedikleri yerlere yerleşebiliyorlar. Bir yere gitseler, biriyle evlenseler, toprak satın alsalar kimse onlara yapamazsın demez, diyemez. Türkiye’nin her yerinde Kürtler var. Devlet yönetiminde söz sahibi, Cumhurbaşkanı bile oluyorlar. Yani Türkiye’de giremeyecekleri hiçbir yer yok. Aynı Türkiye’de yaşayan diğer grupların olduğu gibi.

Anadolu, bütün savaşlara asker veren, son dönemde Osmanlı Devleti’nin tek dayanağı birçok milletin bir arada birbiriyle barış içinde yaşadığı yer, geçen savaşlardan ve büyük toprak kayıplarından çok önce Misak-ı Milli sınırları olarak kabul edilmiştir. Bu kabulde Osmanlı Devleti’nin -henüz yıkılmadan önce- mevcut yapısının eleştirisi vardır. O zaman bile kullanılan bir dil vardı. ABD’de her üç aileden birinin Latin kökenli olduğu söyleniyor. Güneyde İngilizce bilmeyen bol miktarda Meksikalı var. Şimdi orada İspanyolca’nın ikinci anadil olarak kabul edilmesini bekleyebilr miyiz? Ülke bütünlüğü için dil en temel unsurlardan biridir. Türkiye Cumhuriyeti’nde Kürtçe’den başka diller de konuşuluyor. Bu dillerin sahipleri de aynı şeyi talep edebilir. O zaman öyle bir noktaya geliriz ki hiç kimse birbirini anlayamaz. Dil birliği giderse her şey gider.

Yönetim biçimi ve davranış olarak ne Osmanlı Devleti, ne de Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan, yönetimde bulunan insanlar kusursuz bir yönetim yapmadılar, kusursuz bir davranış göstermediler. Ama bu bizim kendi içimizde çözeceğimiz ve çözmemiz gereken bir sorundur. Kürtler ayrılıp bağımsız bir devlet kursalar bu sorunlardan kurtulamayacaklar. Çünkü aynı hatalar Kürt kimliği altında devam edecek. Küçük bir devlet olarak asıl büyük gücün karşısında –bizi de güçsüz bırakarak- ezilmeye devam edecekler. Bu iş ABD’nin işine yarar. Burada bir Kürt devleti kurulsa ilk çarpışacağı ülke Kuzey Irak Kürtleri olur. Çünkü biri çıkıp Kürt birliğinden söz edip bunu savaşla sağlamaya çalışacak. Ama Irak Kürtleri ile birleşmek bir hayal, çünkü Türkiye Kürtleri ile Irak Kürtlerinin dilleri farklı. Çok büyük nüfus farkı var (burada 15, orada 3 milyon) ve o Kürtler Araplaşmış, bizimkiler de karekter olarak Türkleşmiştir. Anlayışı açısından demek istiyorum. Sonra savaş sırası İran’a geliyor. Çünkü orada da Kürt var. Sonuç? Birilerinin çıkarlarına hizmet için önüne çıkanla savaşan, gücünü tüketen, bütün kaynağını ABD’den aldığı silahlara yatıran bir devlet. Ben hep Türkiye’de petrol olduğunu iddia ettim. Şuna emin olun ki bu devlet ABD silahlarını almadan önce petrol kaynaklarının işletmesini ve kârını onlara veren anlaşmalar imzalayacaktır. Kürt devleti kurulduktan sonra da iş bitmeyecek. Çünkü Zazalar var. Onların da ayrı dili var. Bu kez öyle bir mücadele başlayacak. Bunu da şimdi olduğu gibi ABD körükleyecek.

Türkiye’nin Türk aydınları daha iyi, yaşanabilir bir Türkiye için demokrasi mücadelesi veriyor. Köylüler, işçiler, memurlar, işsizler, aylıklı çalışan herkes Türkiye’nin her yerinde eziliyor. Pancar, tütün ekimi devlet eliyle yasaklanıyor. Fındık ağaçlarının sökümünden söz ediliyor. Buğday, pamuk, zeytin fiyatları sınırlanıyor düşüyor. Bu insanlar nasıl yaşayacak, ne yiyecek? Bu durum yalnız Kürtlerin başına gelmiyor. Çözüm, Kürt aydınların Türk aydınları karşılarına almak yerine aynı mücadeleye destek vermesidir. Böyle bir durumda aramızda hiçbir farklılık olmamalı. Kimse kimseyi yönetmeye kalkmamalı. Karşılıklı olarak sen Kürtsün, ben Türküm mücadelesine girilmemeli. Böyle düşünmeyenler elbette ki çıkacaktır ama çoğunluğun ne düşündüğü önemli olacaktır. Bir ülkenin kendisini koruma hakkı vardır. Bu işler spor karşılaşması gibi ele alınamaz. Yapılan bir hareketi ödeştirmek ve eşitlenmek diye bir şey yoktur. Kısaca rekabetle dostluk olmaz. Elde edilen de kaybedilen de herkesin olur. Bu ateşi ve kötüye gidişi ancak Kürt aydınları durdurabilir.

Ama Ayşe Hanım gibi diyorlarsa ki ‘biz illa ki oyuncak olacağız, ’ kendileri bilir. Ne yazık ki o durumda sonuçlarına hep birlikte katlanırız.

27.Eylül.2009

 
Toplam blog
: 153
: 18932
Kayıt tarihi
: 27.09.09
 
 

Antakya 1955 Doğumluyum. O.D.T.Ü. Mimarlık Fakültesi 1982 Mezunuyum. O zamandan beri firmalarda m..