Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '14

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye'de tarikat ve siyaset...

Türkiye'de tarikat ve siyaset...
 

Dün "in" olan siyaset ve tarikat ilişkisi, bugün "out" oldu...Yarın, belki başka biri için "in" olabilir. Kim bilir?


Siz, isterseniz "CEMAAT" deyin; isterseniz "HAREKET" deyin; ya da isterseniz "HİZMET" deyin...Ne derseniz deyin...Bana göre, FETHULLAHÇILIK,  Nurculuk esasına dayanan bal gibi "POSTMODERN SİYASİ BİR TARİKATTIR"

Şimdi biz, bu konuyu bir kenara bırakalım da esas konumuz olan TÜRKİYE'DEKİ  TARİKAT  ve SİYASET İLİŞKİSİNE değinelim...

x   x   x

TARİKAT -- DOĞUŞ NEDENLERİ --  ŞERİAT, MEZHEP VE TARİKAT İLİŞKSİ --  TARİKAT VE SİYASET İLİŞKİSİ...

Bu blogda bunlar işlenecek; ancak bloğun ağırlık noktasını "Tarikatların siyasetle olan ilişkisi" teşkil edecektir...

TANIM : "Tarik", sözcük anlamı ile "tutulan yol, izlenen yöntem"dir. Bu sözcükten üretilen "tarikat" ise, aynı dinin içinde tasavvufa dayanan, bazı ilkelerle(örneğin mezheplerle) birbirinden ayrılan Tanrı'ya ulaşma yollarından biridir.

TARİKATLARIN DOĞUŞ NEDENLERİ...

Müslümanlıkta, VIII. yüzyılın sonlarına kadar kadar "tasavvuf" ve "tarikat" adlı kurumlar yoktu. Dinin gelişip yayılması ile birlikte, Peygamber ve yakınlarını görmüş olanların önderliğinde, "Tanrı'ya(x) bağlılık, ahiret, korkusu, ibadete düşkünlük, mal ve makam tutkusunu yenmek, dünya nimetlerine sırt çevirmek gibi dinsel ve ahlaksal ilkelere dayanan özel bir yaşam biçimi belirdi(1).

Ancak, İslamiyet'in temel esaslarına ait ilke ve kuralların herkes tarafından kabul edilmesine rağmen, her geçen yüzyıl içinde, milyonlarca insana ve çeşitli ülkelere yayılma sürecinde -- coğrafi ve toplumsal koşullardan doğan farklılıklar nedeniyle -- bu ilke ve kuralların uygulanmasında farklılıklar ortaya çıktı. Ortaya çıkan bu farklılıklar, 9. ve 10. yüzyıllarda "mezhepler"in" ve 12. ve 14. yüzyıllarda da bu mezheplerin türevi olan "tarikatlar"ın ortaya çıkmasına neden oldu.

NOT - 1 : Genelde, "mezhepler ve tarikatlar"in birlikte kullanılarak, bu iki ayrı oluşumun tek bir kurum olarak anlaşılması yaygındır.. Görüldüğü gibi bu iki kurumun ortaya çıkışı arasında tam 200 yıllık bir zaman aralığı vardır.

ŞERİAT, MEZHEP VE TARİKAT İLİŞKİSİ...

Tarikat ve şeriat : Müslümanlıkta tarikat ve şeriat birbirinden ayrı, birbirine zıt anlamda düşünülemez. Dinin zahiri(dıştan görünen) hükümlerinin tümünü oluşturan şeriat, insanlığa hitap eden ana yol, geniş caddedir. Tarikat ise, bunun içinde çeşitli kişilerin, cemaatlerin mizaç, zevk doğalarına uygun olarak izledikleri daha küçük ve alt yollardır. Şeriat esastır, tarikat, onun içinde yeni bir boyuttur(2).

Tarikat ve mezhep : Bu yaklaşım mezhepler için de geçerlidir, Çünkü mezhepler de, şeriat geneli içinde, Kuran hükümlerine ve bu hükümleri esas alan hadis, kıyas ve icma'yı kabul edeni bazen de bunları aklı katarak gidilen diğer ayrı yollardır. Tarikatlar da, -- yukarıda da değindiğim gibi -- bu mezheplerden ayrışan yollardır. Bu bakımdan, tarikatların sayısı mezhep sayısından fazladır.

NOT -2 : Mezhepler konusunda "felsefe" kategorisinde yazmış olduğum, 4 dizilik "İslam dininde felsefi düşünce akımları" ve 3 dizilik "İslam dininde felsefi düşünce akımlarının kaynakları" adlı, fazlaca ayrıntılı bloglarım var. İlgilenenlerin okumasını öneririm.

TARİKAT VE SİYASET...

Önceki dönemlerde...

İslamiyet'in diğer dinlerden büyük farkı, "hem ahireti hem de dünyayı aynı anda öğrenmek ve yaşamak" sentezidir. Bu nedenle de, İslamiyet'in başlangıcından iki yüzyıl sonra devletle ilişkili bir "din adamları grubu" oluşmaya başlamış ve bunlar, dine birtakım resmi ve her zaman tartışmaya müsait yorumlar getirmişlerdir(3).

İslamiyet, doğuşundan sonra, özellikle yayılma sürecinde bir devlet geleneğini de beraberinde götürmüştür. Peygamber'in ve daha sonra da halifelerin, hem dini lider ve hem de devlet yöneticileri olmalar, "din-devlet" ilişkisini zorunlu kılmış ve bu ilişkiyi "din-devlet eşitliği"ne taşımıştır.

Bu durum ise, İslamiyet'in, insanı fert olarak ele alan ve onun hakkını, hukukunu ve insanlık onurunu üstün tutan esas özü ikinci planda kalmıştır...İşte tam bu dönemde, tarikatlar devreye girmiş ve devlet gücü karşısında mağdur ve güçsüz kalan halkın siyasi baskılara karşı korumacılığını üstlenmişlerdir.

Böylece,  Tarikatlar, halkın manevi gücü ile birlikte, siyasi iktidarlar karşısında onların maddi tepkisini de temsil eder olmuşlardır...Bazı tarikatlar, bunu, yani halkın manevi gücünü, dünyevi güçlerini artırmak için kullanırken, bazıları da, siyasi hareketlere katılmada, hatta iktidara karşı lokal direnişler düzenlemek veya dış tesirlerle milli birlik ve bütünlük aleyhine ilişkilere girmekte kullanmışlardır.

Tarikatların maddi ve manevi gücü, ulemanın ve din adamlarının gücünü aşınca, siyasi iktidarı temsil eden sultanlar, vezirler ve diğer devlet yöneticileri, bu gücün kendi aleyhlerine kullanılmasını önlemek için, onlarla işbirliği yollarını aramışlardır. Bu da, tarikatları ve mensuplarını, siyasi iktidarla ortaklık durumuna getirmiştir(4)

 

Zamanımızda...

Daha sonra, Batı'dan aktarılan demokratik değerler ve kurumlar, halkın siyasi oluşumlara katılımını ve yönetimde söz sahibi olmasını sağladı. Yasal kurumlar, kamuoyunu temsil eden ve yönlendiren yeni organizasyonlar oluştu...Bunlar, halkın siyasal ve sosyal düşüncelerini bu  veya şu istikamette temsil görevini yüklendiler...

Laiklik ilkesi, siyasal ve sosyal yaşama egemen olmaya başlayınca, din-devlet ilişkisi ya da eşliği giderek çözülmeye başladı...Bu durum, tarikatların faaliyet alanını daralttı ve tarikatlar, eski -- aslında esas işlevleri olan -- tasavvuf çizgisine çekildiler. Böylece de, tarikatların özellikle siyasal ve dünyaya ait toplumsal etkinlikleri kalmadı...

Ama bu durum fazla sürmedi...

Zaman içinde, modernleşme girişimleri ile getirilen yeni siyasal ve sosyal kurumlar ve değerler, toplumun bazı kesimlerinde hoşnutsuzluk yaratınca, bu kesimlerde eski geleneklere duyulan ihtiyaç yeniden canlanmıştır.

Çünkü, toplumdaki değişme ve gelişme, toplum bireylerinin düşünce yapısıyla yakından ilgilidir. Eğer bir toplum, düşünce yönünden değişmeye hazır değilse, o toplumdaki diğer değişmelerin de başarıya ulaşması kolay değildir. Halkın dinsel ve geleneksel değerlere bağlılığı ve yeni getirilen kurum ve değerlerin  kendilerine bir şey getirmediği düşüncesi, halkın eski değerlere sarılmasına neden olmuştur...Ve de halkın bu düşüncesi, demokrasi kapsamı içine sokulunca iş daha da kolaylaşmış ve tarikatların yeniden canlanmasına yol açmıştır.

Zaman içinde bazı bürokratların ve siyasilerin de, bu tarikatlara katılmaları, tarikatların siyaset üzerindeki etkinliğinin artmasına ve siyasiler üzerinde bir baskı unsuru olarak varlık göstermesine neden olmuştur...Bu baskı hala devam etmektedir ya da en azından "siyaset-tarikat" ilişkisi, her türlü önlemlere rağmen sürmektedir.

 

SONUÇ :

Türkiye'de, tarikatlar, demokrasinin örgütlenme hakkı kapsamında görüldüğü sürece, gerek sağ gerekse sol tüm siyasi partilerin, oy kaygısı ile bunlarla olan bağlantısı sürecektir. Demokrasinin bütün kurum, kural, ilke ve değerleri bu ülkede tam anlamıyla yerleşinceye kadar bu gerçek değişmeyecektir.

 

cdenizkent

 

 ----------------------------   :

(x) "Tanrı" sözcüğü yerine "Allah" adının kullanılması doğru olabilir. Ancak, bu tür yazılarda "Allah" sözcüğü yerine genelde "Tanrı" sözcüğü kullanılmaktadır. Alıntı yaptığım kaynaklarda da bu şekil kullanıldığı için "Tanrı" sözcüğünü kullandım...Ayrıca sözcüğün büyük harfle yazılması, Tanrı sözcüğünü özelleştirmekte ve "Allah" adıyla eşleştirmektedir.

(1) "Tarikat", Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt - 22

(2) , (3) ve (4) Ahmet Güner, Tarikatlar Ansiklopedisi, İstanbul :  Milliyet Yayınları, 1991, s.363

 

NOT : Blog yönetiminden ricam, bloğumda "siyah ve italik" harflerle vurguladığı yerlerin aynen çıkmasını rica ederim...Teşekkürler.

 

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..