Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '13

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiyelim

Türkiyelim
 

alıntı


E-Posta kutuma şöyle bir uyarı düştü:

“Türk ve Türkiyeli kavramlarının ortalıkta dolaşması kesinlikle gizli bir bölücülüktür. İlginç ve güzel bir mozaik olan Türkiye'nin yapısını kökünden sarsmaya, dengeleri alt üst etmeye sebebiyet verebilecek bir durumla karşı karşıyayız gibi geliyor bana.

Ben ecdadı 1492 yılında İspanya'daki engizisyondan kaçıp Osmanlı Türkiyesi’ne sığınmış ve kabul görmüş Yahudi bir Türk vatandaşıyım.

1955 yılında doğup 1961 yılında ilkokul 1.sınıfa başladığım günden beri "Türküm, doğruyum, çalışkanım" düsturuyla beynime Türk olduğum (duygusu) kazındı. Bayrağım ve milli marşımın ne olduğu öğretildi; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, Atatürk'ün söylediği "Ne mutlu Türküm diyene" sözünü okul duvarında, kitabında ve her türlü malzemenin üzerinde öğrenerek bilinçlenip büyüdüm.

Şimdilerde birileri kalkacak ve bana "yok kardeşim sen Oğuz ve Kayı boylarından, Orta Asya'dan gelmediğin için Türk değil Türkiyelisin" diyecek ve ben de, "ha peki öyle olsun!” mu diyeceğim?

Hadi canım sen de... Ne olacak benim 50 yıllık eğitimim, öğrenimim. Ne olacak 32 yaşına gelmiş oğluma, 29 yaşına gelmiş kızıma aşıladığım Türk kimliği? Şimdi kalkıp kendilerine "kusura bakmayın çocuklar, biz Türk değilmişiz, sadece Türkiyeliymişiz" mi diyeceğim”? Beni Türk bilenler şimdi “vay be Yahudi’den Türk olmazmış” mı diyecekler?”

**

Sevgili yurttaş, Yahudi-Türk vatandaşı nasıl ve ne hissediyorsa kendisini öyle bilmelidir derim. Ancak kendisini bilirken şunu da bilmelidir:

Yahudi kendisini Türk saymışsa kime ne?

Türk Yahudi dinine girmiş ve gene de Türk kalmışsa da kime ne?

Hangi yasal gerekçeyle Yahudi Türk vatandaşına “sen Türk değil, Yahudi değil, sadece Türkiyelisin”  diyeceğiz? Vatandaşlık tanımı kanımca milliyet ve ırk aidiyetini belirlemez; sadece hukuken bağlı olunan devleti belirleyici olur. Bu yüzden “Türkiyeli” sıfatlaması vatandaş tanımını eksik bırakıyor. Çünkü bizim devletin resmi adı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiyeli Cumhuriyeti değildir. Dolayısıyla doğru adlandırma “Türkiye vatandaşı” olmaktadır. Vatandaşın nereli ve hangi din, ırk ve milliyetten olduğuysa kendi özelini ve izin verdiği kadar da toplumsal ilişkilerini ilgilendirebilir bir ayrıntı bilgisi kalmalıdır.

Yeni Anayasa çalışmalarında sıkıntı yaratan soru şuydu: Eğer Anayasa’da belirtmek gerekiyorsa, -ki bana göre gereği yoktur-, TC vatandaşlarına ne diyelim? Eski tanım tam da burada sorunlu duruyor zaten. Yürürlükteki 1982 tarihli Anayasa'nın 66. maddesine göre, "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür" tanımı yapılmıştır. Türk vatandaşı olan Alman, İngiliz, Ermeni, Yahudi, Rum ve Arapları vatandaşlık tanımına atfen“Türk” yapabiliyoruz. Zaman zaman ırkçılığa karşı olmak adına, bazan da milliyetçilik adına bu tanımı bir toplumsal varoluş kavgasının nedeni yapanlar olabiliyor. Asıl amacın Kürtleri Türkleştirmek olduğunu ileri süren bazı terör örgütleri de yaratılan bu sorundan beslenmektedir. Bu sakıncalı durumu atlayabilmek için, ırkçı çağrışımla suçlanabilen  “Türk” tanımı yerine “Türkiyeli” denmesi önerilmiş olabilir. Aslında bana göre gereksiz bir öneri; ancak bunun neresi bölücülüğün daniskası oluyor anlayamadım! Anayasaya böyle bir tanım konsa, kim çıkıp da Kürt olduğunu söyleyene “sen Kürt değil Türkiyelisin” ya da Türk olduğunu söyleyene, “sen Türk değil Türkiyelisin” diye tutturabilir ki? Şimdi anayasal tanımı “Türk” olmasına rağmen hangi Kürt’e kalkıp da “sen Kürt değil Türk’sün diyebiliriz ki? Aynı şey Yahudi Türk vatandaşı için de geçerli; kendini Türk sayan bir Yahudi anayasal tanımla başka bir şey yapılamaz. Öyle olabilseydi, İsrail kendi Arap vatandaşlarının hepsini Yahudi yapmaz mıydı?

Anayasa'daki "vatandaş" tanımını "millet" tanımından bağımsız ele alabilmeliyiz.. Aslında biz öncelikle millet bireylerinin kültürel, etnik ve ulusal kimliklerini anayasada tanımlamanın gereği ne denli önemlidir onu bilmeliyiz. Ben bilemedim bana sormayın. Bilemediğim için de önemsiz bir ayrıntı görüyor olabilirim. Vatandaşın ırksal, etnik, ulusal, kültürel kimliğini anayasal bir tanım yapmanın toplumsal huzura bir faydası olacağını sanmıyorum. “Doğumla doğal olarak veya sonradan TC Devletine tabi olan herkes Türkiye vatandaşıdır”  demek bence yeterli olacaktır. Böyle olunca isteyen kendine “Türkiyeli” diyebilir elbette; ancak bunu bir anayasa maddesi yapmanın gereği yoktur.

Yabancılar bizi kendi dillerince tanımlasınlar; bu onların derdi olsun; ben de Türkiye vatandaşı olarak bir Türkiyeli, bir Türk, bir Kürt, bir Yahudi ve kendimi ne sanıyorsam öyle olabileyim. Zaten yabancılar ülkemize  “Turkey” diyorlar; Türkiye bile demiyorlar. TC pasaportu taşıyana “Turk” demektelerken, biz  “Türkiyeli”  denir diye yırtınsak bunu değiştirirler mi? Tabi ki değiştirmezler. Tam da burada, Türk'ü küçümseyici tavır takınan bazı yabancıların karşısında "Ne mutlu Türk'üm diyene!" deyişindeki onurlanma cuk oturabiliyor. Bu söz Türk'e karşı söylendiğinde bence anlamsızlaşıyor; Türkiyeliye söylendiğindeyse kendini Türk saymayan kişilere karşı bir kibir duvarı yükseltebilir. Ancak, aynı sözü yabancılara söylediğimizde onurun ve gururun anıtsal bir ifadesi olabilmekteyiz; çünkü yabancı hepimize "TURK" demektedir. İngiliz pasaportu taşıyan bir İskoç biz ona “İngiliz” deyince İskoç olmaktan çıkar mı? Alman pasaportu taşıyan bir Türk İngiltere’ye giriş yaparken kendisine “German!” diyen gümrükçü yüzünden Türklüğünden mi olur? Aynı biçimde bir yabancı TC vatandaşı bir Yahudi'ye "Turk" dedi diye Yahudi'den Türk olmaz; fakat Yahudi isterse kendini Türk sayabilir ve bunu da ırkçı olmayan her Türk memnuniyetle karşılar.

Kimlerin vatandaş sayıldığını resmen belirleyen vatandaşlık tanımı demokratik hukuk devletiyle ilişkilendiği için önemlidir. Anayasa’da yeri olmalıdır. Bu yüzden vatandaşlık tanımı maddesine “hangi devletin vatandaşı” sorusuna cevap olabilecek “Türkiye vatandaşı” ibaresini düşmek yeterlidir. Ulusa şu denir, millete bu denir, halklarımız da şunlardır gibi ayrıntılara girmek bence anayasal bir ihtiyaç değildir. Vatandaşlara ortak bir ulus kimliğini anayasa ile dayatmanın toplumsal bir faydası olduğunu da sanmıyorum. Bu olacaksa toplumsal bilincin sağduyusuyla kendiliğinden olabilmelidir. Kendiliğinden olamıyor diye de anayasa ile vatandaşa bir halkın üstünlüğünü ima eden aidiyet kimliği dayatmak sorun çıkartır.

“Türkiye vatandaşı” dendiğinde “Türkiye” herhangi bir halkı işaret etmediği için sorun çıkartmaz diye düşündüm. Elbette sade vatandaşın âlimane düşünce üretmesi beklenmez. “Türkiye vatandaşı” olmanın Türklüğe, Kürtlüğe veya başka bir ırka, ulusa, millete ve halka aidiyet hissini köreltici veya aşağılayıcı bir sakıncası varsa onu da siyaset, sosyoloji, felsefe ve filoloji âlimleri açıklamalıdır derim.

Ayrıca devam ediliyor:

“Bugün Kürtlere hat safhada pozitif ayrımcılık yapılmakta, Türk olarak kabul edilen ırka göre haklarının daha kolay kullanımı sağlanmaktadır” deniyor.

Niyetin amacı sonul gerçekliğin çizgisini ayrı gayrı sınırı yapmak olmuşsa zaten bunun önüne yasal biçimlemelerle geçilemez. Bölünmeyi önleyici tek güç, Türkiye sınırları içinde tüm vatandaşlarının demokratik-sosyal-laik-hukuk içinde eşit hak ve özgürlüklerle var olabilmesini sağlayabilir olan TC Devlet Erki’dir. Bizler, Aleviler, Kürtler, Türkler, Lazlar, Araplar, dinli ve dinsizler ve daha başkalarımız, hep birlikte Türkiye vatandaşları olarak demokrasinin bu bilinçle kurumsallaştırılıp işletilmesini talep edebilmeliyiz.

İleri sürüldüğü gibi, bugün Kürtlere hat safhada pozitif ayrımcılık yapılmakta değildir. Benim olmayan bir hakkın Kürt vatandaşıma verildiğinden doğrusu haberim olmadı. Kürtlerin fazlaca bulunduğu bölgelere ekonomik teşvik ve yatırım ayrıcalığından söz ediliyorsa bu zaten özgür var olma hakkıyla dolaylı ilişkisi olan demokratik kalkınmanın bir yol yöntem tasarımıdır ve sadece Kürtlerin ilgisine değildir. Bunu tıpkı kadınlara sunulan pozitif ayrımcı haklar gibi görmeliyiz.

Her sorun hem kendi içini hem ilişkili olduğu dış ortamını en yüksek düzeyde memnun edici çözümlerle giderilebilir. Bu bağlamda demokratik alt yapıyı güçlendirici siyasi partiler yasası yapılmalı, yaygın ve adil temsil olanağı sunan bir seçim sistematiği tez elden belirlenmeli ki, “vatandaşın milliyeti ne olacak?” sorusuna cevabın siyasi önemi ırkçı ve bölücü zihniyetin güç kaynağı olmaktan çıkabilsin.

Siyasi partilerin daha demokratik bir işlerlik kazanması, milletvekili adaylarının merkezden değil de parti tabanı tarafından seçilmesi, seçilme barajının indirilmesi demokrasinin adil temsil kefesine asla fazla gelmez. Ancak şimdiki siyasi malzeme ile de anayasa yapılabileceği kanısındayım.

Aslında bana kalsa seçimlerde partiye değil de adaylara oy verme sistemini getirirdim. Bu da başkanlık sisteminde iyi işler sanıyorum. Koşullu iki kademeli başkanlık seçimi… Oyların yarıdan çoğunu almış aday çıkmazsa ikinci tur en çok oy almış üç adayla devam eder ve en fazla oy alan seçilir. Başkan yürütmenin başı olarak yürütme (hükümet) kurulu üyelerini seçer. Öte yanda yasa yapıcı meclis dar bölgeyi -(bir milletvekili çıkaran bölge)- temsil eden milletvekili seçimleriyle belirlenir. Bu da iki aşamalı olursa temsil adaleti daha sağlam olur diye düşünüyorum.

Kafamdaki sistemde partiler siyasetin kurumsal temsilcileri olmaya devam ederler. Partiler başkan adaylarını sunarlar. Sermaye örgütleri, emekçi örgütleri ve sosyal yaşam örgütlerinin üst birleşim kurulları (konfederasyonları, odaları falan) da ortaklaşa veya ayrı ayrı başkan adayı sunabilirler. Partiler milletvekilliğine aday olmuş vatandaşları destekleyebilirler; adayların seçim masraflarını karşılayabilirler. Ancak başkanlık ve meclis seçimlerine partiler adlarıyla katılmazlar. Her milletvekili adayı seçim bölgesini en iyi temsil iddiasıyla seçime kendi adıyla katılır. Adaylar aldıkları maddi desteğin bilgisini seçmene ve Yüksek Seçim Kurulu’na sunmakla yükümlüdür. Devlet kurumları ve kişileri adaylara maddi manevi destek olamazlar. Benim arzuladığım sistemde partilere hazine yardımı da yapılmaz. Sadece başkan ve milletvekili adaylarının kendilerini tanıtıcı anlatıları devlet iletişim kanallarından parasız sunmalarına izin ve imkân verilir. Örneğin, seçim bölgesiyle ilişkili adayları tanıtan yerel radyo televizyon ve internet hizmeti verilebilir. Partiler üyelerinin ve bağışçılarının destekleriyle giderlerini karşılarlar. Parti gelir ve giderleri yasa dışlığa kaymışsa parti kapatılabilir; bunun dışında teröre kurumsal somut destek verdiği kanıtlanan parti de yargı kararıyla kapatılabilir.

Meclis sadece yasa yapıp yasa kaldırmaz; aynı zamanda hükümet uygulamalarının yasalara aykırı olup olmadığını da denetler. Aykırılık durumunda konuyu kanıt belgeleriyle birlikte yargıya iletir. Bunun dışında yargı erki de hükümet üyelerini, başkanı ve milletvekillerini belli kurallar içinde sorgulama ve kovuşturmaya alabilir olmalı. Kısmi dokunulmazlık yani…

**

Kafamdaki ileri demokrasi bilinci almış rüzgârı açıldıkça açılıyor maşallah. İleri olmak bir önceki iyiden daha iyi olmaya doğru ilerleyiş göstermek anlamında. Mevcut olan eğer iyi niyetiyle durağan değilse ileri olabilir. İleri olan da mevcudiyetini (varlığını) iyi niyetiyle bile olsa durağan olmaya (statükoya) bağlarsa tutucu olur ki ilericilik sanısıyla geride kalır. Sanırım ileri demokrasi bilincinin sınırlanabilir bir mevcudiyeti yok. İleri demokrasi bilinci bugündeki ve yarındaki demokrasi ile yetinip toplumsal yönetişimi sorgulamaktan vazgeçmez. İleri olsun olmasın, demokrasi bilincinin mevcut yetkinliği her zaman demokrasinin toplumsal somutluğuyla ortaya çıkar. Toplumsal somutluk da toplum bireylerinin demokrat davranışlarıyla biçimlenir. İleri demokrasi bilinci mevcut demokrasiyi daha iyiye ilerleten toplumsal bir düşünce ve davranış enerjisi olarak aynı zamanda mevcut demokrasinin bir ürünüdür. Fakat hiçbir zaman mevcut demokrasinin veya mevcut ileri demokrasinin kendisi değildir… İleri demokrasi, birey öncelikli özgürlük yapıcı, özgürlüğü koruyucu ve denetleyici olan toplum yönetici ve yönlendiricisi kurumlar düzeneğidir; özgürlük alanlarını en geniş tutan, özgür ilişkileri ve işleri en kolay eden demokrasi en ileri olandır. İleri demokrasi, ilerleyen demokrasidir...

**

Muharrem Soyek

** 

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..