Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '08

 
Kategori
Dilbilim
 

Ufuk Kesici ile blog sohbeti

Ufuk Kesici ile blog sohbeti
 

okur aptal değildir


Ufuk arkadaşım, bir yazısına yazdığım yorumu, sayfasında yazdığı bir blogda yanıtlamış. Yazısının sonunda da “yeni yorumlarını bekliyorum sevgili dost ZELİN:” diyor. Olur mu şimdi? Arkadaşımız zahmet edip bir blog yazacak benim için, ben de bu bloğun altına bir yorum düşeceğim. Sen beni evinde ağırlayacak, bana çay kahve ikram edeceksin; bense giderayak, kapıda, “bi biskrem versem ?” diyeceğim. Olmaz tabi. “Siz de buyurun...bir acı kahvemizi ya da ne bileyim bir “acı çay”ımızı için falan denir herhalde.. Ha... biskrem olacaksa olsun çayın yanında.. Ama çay şart!

Çaylarımızı içerken, bir yandan da sohbetimize devam ediyoruz. Nerede kalmıştık efendim ? Evet, diyordunuz ki: “Beni okuyanlara “Okur” dediğimde kendimi de zorunlu olarak “yazar” olma “onuruna” yükseltmiş oluyordum... Öyle ya, beni okuyan kişi “okur”sa ben de dolaylı olarak artık “yazar”dım... (...) Fakat gerçekte ben bir “yazar” mıydım ?.... Yoksa “Yazıcı” mı?”

Burada duralım. Çünkü ben “okuyucu” değil, “okur”sam, bir “yazıcı”nın yazdıklarını okuyarak zaman harcayamam. Ayrıca siz “yazar” olduğunuzu düşünmeseydiniz, “dilbilim” kategorisinde yazmaya kalkışmazdınız. Bir “yazıcı”nın “dilbilim” kategorisinde yazdığı nerede görülmüş ? Bir “yazıcı”, herhangi bir bilgiyi dikte edendir. Askerde “yazıcı” vardır, Üsküdar’da “yazıcı” vardır... Şarkısı bile var yazıcının... Katip denirmiş eskiden... Selda da bir şarkı söylüyordu, anımsarsınız. “Katip hallarımı yaz yare böyle!” diye... Aşık söylüyor, yazıcı dikte ediyor.

Bu “yazarlık” konusunu neden takıntı yaptığınızı anlayamıyorum. Bazıları çöpten adam resminden başka resim çizemez; bazıları güzel resim yapar, bazıları ressam olur. Ama çok seçkin ressamlar sanatçı olur. Yazı konusu da aynı.. Bazıları adını soyadını zor yazar, bazıları güzel yazılar yazar...bazıları yazardır; ama çok seçkin yazarlar sanatçı olur. Koca Nobel almış Orhan Pamuk sanatçı mıdır değil midir onu edebiyat ve sanat eleştirmenleri belirlesin... ben bunu bilemem; ama bana göre o, elbette bir yazardır. Yazdıkları size doğru ya da yanlış gelebilir, ama mademki birilerinin söylediğini dikte etmiyor, mademki yüreğinden geleni yazıyor, tabi ki yazardır. Örneğin, Marmaris’in Ressamı... ABD'nin ısmarladığı tabloyu yirmi sekiz yıldır çize çize bitiremeyen bu kişiye “ressam” diyoruz da bunca güzel yazılar yazan size neden “yazar”, bana da “okur” demiyoruz ?

Çay ?

Şeker ?

Yanında bisküvi alır mıydınız ?

Geçiyoruz, yazınızın “dilbilim” bölümüne. Okur sözcüğünü inceliyorsunuz ilkin... Yapı bakımından, tabi. Bu sözcüğün bir eylemsi olduğunu söylüyorsunuz. Ben tamamlayayım: Eylemsilerden ORTAÇ. Yani sıfat-eylem. Okur, yazar adam örneğini de veriyorsunuz. Ne kadar adlaşmış olsa da “OKUR” sözcüğünün sıfat olduğunu; oysa “OKUYUCU” sözcüğünün, -ucu ekiyle türetilmiş bir sözcük olduğunu, o ekin genellikle ad türettiğini söylüyorsunuz.

Oysa –ici eki de eklendiği kökü sıfat yapar. Oku-y-ucu, gör-ücü, sat-ıcı, yaz-ıcı...(burada da adlaşmış sıfat) Örnek: Oku-y-ucu kadın (şarkıcı), yaz-ıcı er , it-ici resim, uç-ucu gaz... vb.

Okur ile okuyucu arasındaki yapısal fark, “okur”un eylemsi (sıfat eylem) ve adlaşmış sıfat olması, “okuyucu”nun ise eylem kökünden türemiş adlaşmış sıfat olması. Sizce de böyle değil mi ? Demek ki her iki sözcük de “...laşmışlardan”! İkisi de sıfat...

Ben, dilbilim açısından bir hata görmüyorum “okur” sözcüğünü kullanmakta. Geriye anlamca irdelemek kalıyor bu iki sözcüğü. “Okur” ve “okuyucu” sözcüklerini yan yana getiriyorum. Sırayla anlamlandırıyorum kafamda. Okur bir eylem içinde görünüyor gözüme... Okurken takıldığı yerlerde sözlükler, ansiklopediler karıştırıyor, notlar alıyor... Okuyucu ise oturmuş bir masaya, izleyicilerin görmediği bir yere bakarak, ana haber bültenini okuyor. Araya bir iki konuk ya da görüntü girince, okuyucu... oluyor size sunucu!

Evet arkadaşım, çayınızı tazeleyeyim mi ? Gelelim sizin yazarlığınıza... Evet, okuyorum yazılarınızı. Şu en son yazdığınız yazı var ya... Hani “Bir bez parçası ve üç resepsiyon...” başlıklı yazınız... Hani, “Ne dersin okur ?” diye bitirmişsiniz... Eğer “Ne dersin okuyucu ?” diye sorsaydınız, yanıt vermez, susardım. Ama “Ne dersin okur ?” diye soruyor, beni düşünüp, irdelemeye zorluyorsunuz. Bu soru ciddi bir soru...Öyle hemen yanıtlanacak bir soru değil. Meditasyon gerektiriyor :) Peki ama “Ne çağrışım yaptırdı bu "Bir bez parçası ve üç resepsiyon" yazım sana ?” diye sorarsanız şöyle diyebilirim:

Yunus Emre’nin bir sözünü çağrıştırdı... “Nice insan gördüm, üstünde urba yok, nice urba gördüm, içinde insan yok !” diyen Yunus, ne güzel söylemiş... Yani...ne demek mi istedim şimdi ben ?

Okur aptal değildir; arife tarif gerekmez.

Zelin Artuğ, İstanbul

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..