Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '10

 
Kategori
Öykü
 

Umuda yolculuk

Umuda yolculuk
 

Bastonuyla vuruyordu adam, derme çatma kapıya. “Oğlum, iki aydır sadece yaşlılık aylığına kaldım. Onunla da geçinemiyorum. Ödeyemediğin kira nedir ki! Öte başı on lira. Valla, bak talebe falan demem, atarım dışarıya. Sana bir hafta süre. ''Ya kirayı ödersin ya da çeker gidersin” diye bağırıyordu.

Kapı açıldı. Uzun boylu, zayıf bir delikanlıydı yaşlı adamı yanıtlayan. “Tamam, dayı. Bugün kasabaya, amcamlara gideceğim. Dönüşte ödemeye çalışırım, kiranı.”

Ev sahibi, “Fesüphanallah” diyerek uzaklaştı oradan.

Yaşlı adamın istediği, arabacılık yaptığı yıllarda atını bağladığı ahırdan bozma odanın kirasıydı. Helâsı dışarıda; banyosuysa odanın bir köşesindeydi, yerden azıcık yüksekte, üzeri şaplanmış. Bir de kurşun boru yerleştirilmiş, duvardan açılan deliğe.

Delikanlı, “Hey Tanrım, ne biçim çile bu böyle! Elleri bağlı, bir kör gibiyim. Nasıl ilerleyeceğim bu yolda?” diye söyleniyordu.

İki yıl önce kaybetmişti babasını. Ağabeyi de askerdeydi. Birkaç kez okulu bırakıp, köyüne dönmeyi bile düşündü. Terk etse ne yapacaktı? Tarlası yoktu ekip dikecek, sandalı yoktu balıkçılık yapacak! Yoksulluk batağında çırpınıyordu köylüleri de. Kim tutacaktı onu elinden!

Tek dostu, sabrıydı delikanlının. “Her gecenin bir sabahı vardır” diyordu sürekli. “Ama ileride kesinlikle acısını çıkaracağım bu günlerin.”

Tek umudu amcasıydı şimdi. “Belki” diyordu “belki amcam biraz para verir. Yengemin yemeklerini de çok özledim. Ne zamandır doğru dürüst bir şey girmedi kursağıma. İki gün adam gibi yemek yerim. Çamaşırlarımı yıkatır, sıcacık bir evde ödevlerimi yaparım. Amcam cebime bir de yirmilik sokuverirse, değme keyfime! Bakkala borcumu, ev sahibine de kirayı öder, kalanla idare ederim. Ne kaldı ki şunun şurasında sömestr tatiline! Birkaç gün erken gider, birkaç gün de geç dönerim, çalışırım yine kahvede.”

Bavulu elinde çıktı odadan. Okul yolu üzerinde tanıdığı bir bakkal vardı; ona uğradı, tedirgin bir kuş gibi. Müşterilerin gitmesini bekledi bir süre.

“Sadık Amca, şey, bana beş lira borç verebilir misin? Pazartesi okul dönüşü öderim, ” dedi delikanlı, boynu bükük.

Bakkal, gözlüğünün üzerinden baktı. “Bana bak, Oğlum Nevzat” dedi “sinemaya gideceksen vermem, ona göre.” Yalvaran gözlerle baktı, liseli. “Valla, sinemaya falan gitmeyeceğim. Bak, bavulum da elimde. Hafta sonunu amcamlarda geçirmek istiyorum. Yol parası gerek de” dedi utangaç bir ses tonuyla. Bakkala teşekkür ederken pırıl pırıldı gözleri Nevzat’ın. Tuttu garajın yolunu. Kebapçının önünden geçerken, durdu bir an. Tükürüğünü yuttu ve hızla uzaklaştı oradan.

Garaja yaklaşıyordu, ev sahibini gördüğünde. Bir an, yatağı ve tahta bavulunun evin önüne konulduğunu düşündü, içi sızladı. Hemen yolunu değiştirdi.

Bindi otobüse. Yaşlıca bir adamın yanına oturdu, selam vererek. Uzattı kâğıt beşliği şoföre. Aldığı bozuk parayı saydı. Dört lirası kalmıştı.

-Yolculuk nereye, delikanlı?

- Kızılkaya’ya.

- Güzel kasabadır. Oralı mısın?

- Hayır. Amcam var orada, ilkokul öğretmeni. Yanına gidiyorum.

-Peki, sen ne iş yaparsın?

- Lisede okuyorum, son sınıfta.

- Ne olacaksın ileride?

- Kazanabilirsem, yatılı bir yüksekokulda okumak ve öğretmen olmak istiyorum.

Otobüs, portakal bahçelerini geride bıraktı, artık girmek üzereydi kasabaya. Şimşek çaktı uzaklarda. Kızılkaya’nın üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Palmiyeler, okaliptüsler sallanıp duruyordu lodosla. Hemen aşağıda, denizin dibi oynamıştı sanki. Dev dalgalar dövüp duruyordu kayalıkları.

Nevzat indi otobüsten; ceketini ilikledi, yakasını da kaldırdı. Fırtınayla boş karton kutular sürükleniyordu sokakta, naylon torbalar ise kanatlanmıştı.

Liseli, girdi bir bakkala. İlkokulun yerini sordu.

- Okul az önce dağıldı. Ne yapacaksın ki?

- Amcam, orada öğretmen de.

- Adı ne amcanın?

- Umut Solak.

- Tanırım onu. Dün göçtü buradan; solcuymuş, sürdüler Doğu’da bir yere.

- Şaka yapıyorsunuz, değil mi?

- Bu işin şakası mı olur? Gitmeden önce bana uğradı; borcu vardı, gittiği yerden göndereceğini söyledi. İnanmazsan, adresini vereyim, şuraya çekmeceye koymuştum. Buldum işte. Al, bak.

Gök gürledi. İri damlalar düşmeye başladı. Nevzat’ın içinde bir deprem oldu, göçüverdi dünyası. Gözlerindense sicim gibi yaş dökülüyordu sessiz sessiz.

- Ne oldu, delikanlı, her memurun başına gelir böyle şey. Neden ağlıyorsun ki?

Yanıtlayamadı, Nevzat. Çıktı dükkândan. Yolun karşısına geçti. Durakta, mendilini çıkardı, kurulamaya çalıştı saçını. “Kara gün kararıp da kalmaz ya” dedi.

Baktı ıslak gözlerle, otobüs geliyor mu diye…

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..