- Kategori
- Öykü
Üsküdar'a yağmur yağıyordu

Haldun Taner ve Şişhaneye Yağmur Yağıyordu kitabı
Onu ilk gördüğümde, Üsküdar'a yağmur yağıyordu. Vitrine yakın bir rafta, sokaktaki koşuşturmacaya ve camın önünden geçenlerin telaşına aldırmaksızın, dışarıyı oturduğu koltuktan saatlerce kalkmadan seyreden, yıllardır kendisini ziyarete gelmeyen evlatlarından da artık umudunu çoktan kesmiş, neredeyse içinde hiç yaşama sevinci kalmamış yaşlı bir insanı anımsatmıştı bana.
Zamanında görmediği yer, tanımadığı insan bulunmayan, 'onsuz olmaz davetler'in değişmez ilgi odağı olmaya da alışıp, bir de yıllarca el üstünde tutulduktan sonra, emekliliğinde çekildiği evinde gittikçe daha az hatırlanıp aranan ve en sonunda da unutulan birisinin hayata küsmesi gibi, artık her şeyin nihayete ereceği zamanın biran önce gelmesini bekliyormuşcasına duruyordu, kimbilir ne zaman bırakılıp da da çoktaaaan unutulduğu köşesinde.
Günümüz kitaplarıyla karşılaştırıldığında ne kadar da yalın, sade bir kapağı vardı. Öz'ün daha önemli olduğu, gösterişe henüz bu kadar düşülmediği zamanlardan kaldığı hemen ilk bakışta kolayca anlaşılıyordu. Raftan çekip, sonra da sararmış sayfalarını çevirmeye başladığım anda ise, sanki elele tutuşup beraberce bir an geçmişe, yıllar öncesine dönmüşüz gibi bir his kapladı yüreğimi. Oysa kendisini yalnızca babamın, o da uzun zaman önce, bana anlattığı kadarıyla tanıyordum, ayrıca 'kişisel' hiçbir tanışıklığımız yoktu.
O, artık uzun zamandır sıcaklığını unuttuğu bir ilginin kendisine gösterilmesi, bense yıllarca babamdan dinlediğim bir kitabı ellerimde tutmanın mutluluğu ile, ne kadar zaman geçtiğini şimdi tam olarak hatırlayamadığım bir süre boyunca, anılar denizinde muhtemelen yanyana kulaç atmış olmalıyız ki, dışarı çıktığımda yağmur durmuş, taksiciler o her yağmurda aşina olduğumuz, burunlarından kıl aldırmaz hallerinden çoktan vazgeçip yol kenarlarında müşteri beklemeye başlamışlardı bile.
Kitabı, paltomun göğüs cebine yerleştirdikten sonra, yavaş adımlarla Doğancılar yokuşunu tırmanmaya başladım. Kimbilir bu sokaklardan daha önce kimlerin cebinde geçip, hangi evlere konuk olmuş, ardından da gaz lambalarının titrek ışıklarında okunup, içinden bin bir özenle seçilen cümleler, acaba hangi dost meclislerinde 'işte yeri, tam da burasıdır' denilerek sohbetlerin arasına serpiştirilmişti?
Nisan 1953 basımı, Varlık Yayınları'ndan Haldun Taner'in meşhur; 'Şişhaneye Yağmur Yağıyordu''su.
Kitap kapağı, kenarlarından yaklaşık bir santimetrelik bant ile çevrilmişcesine önce açık maviye boyanmıştı. Ön yüzün ortasına oturtulmuş, rahatlıkla siyah bile denebilecek koyu lacivert bir zeminde ise, büyük harflerle üç satıra bölünmüş,
ŞİŞHANEYE
YAĞMUR
YAĞIYORDU
yazısı vardı. Yukarıdaki yine büyük harfli ama küçük puntolu yazarın ismi ile, aşağıdaki nispeten daha ince olarak , o zamanlar için 'logo' olarak bile adlandırılabilecek şekilde dizilmiş VARLIK YAYINLARI'nı da işte kitabın bu başlığı birbirinden ayırıyordu.
Günümüzde artık, belki yasal zorunluluk belki de başka sebeplerle, kitapların kaç adet basıldığını iç sayfalarında görebiliyoruz. Kimisi için pek bir anlam ifade etmeyebilecek bu bilgi, işte yıllar sonra bazen benim merak içine düşmeme sebep oluyordu.
Babam anlatmıştı, öğrenci olduğu zamanlarda ellerindeki kitapları bir çırpıda okuyup da yenilerini almak istediklerinde, yetersiz kalan harçlıklarından dolayı zaman zaman sıkıntı yaşar, bunu aşmak için de değişik yollar ararlarmış.
O günlerde bu durumu farkeden kitapçılar da, aldıkları cüzzi bir ücretin karşılığında raflardaki kitaplarla, artık günümüzde olmayan bir 'kitap değişimi' uygulaması yaparlarmış. 'Okuduğun kitabı getirdikten sonra üzerine de bir miktar fark verip, başka bir kitabı almak' üzerine kurulu bu sistem, böylece kitapların uzun süre satılmadan raflarda beklemesindense, elden ele okunarak dolaşmalarını da sağlarmış.
Eve geldim, kitabı babama verdim. 1953 basımı olduğuna göre, demek ki tam da 15 yaşındaymış yayınlandığında. Tabi aynı kitap bugüne kadar farklı kitabevlerinde, farklı kapaklarla bir çok kez basılmıştı bunu biliyordum ama ben aslında, özellikle de elinde tuttuğu bu kitabın, babamın okuduğu kitap olup olmadığını anlamama yardımcı olacak bir 'ipucu'nun peşindeydim.
Neredeyse atmış yıl önce okuduğun,sonra da kütüphanende olmadığı yıllar boyunca başka ellerde gezip, ardından da sana geri dönen bir kitap, insana neler hissettirir acaba? Ben böyle bir durumda olsam sanırım önce, kitabı okuduğum yıl nerede olduğumu düşünür, hatırlamaya çalışırdım. Sonra sayfalarını çevirir ve yavaş yavaş okumaya başlardım, her bir sözcüğün neleri çağrıştırdığına yoğunlaşarak . Hele bir de bana hiç de yabancı gelmeyen, tanıdık bir cümleyle de karşılaşırsam eğer bu kez de çok sevinir, o günlerden eski bir dostumu görmüş gibi olurdum muhtemelen.
''Bu muydu?'' dedim, onlarca yıldır elinden yüzlerce belki de binlerce kitap geçmiş babama.
İstedim ki, kitabı eline alsın mesela 10. sayfasını çevirip baksın ve ''Evet Kaan buydu, sen nereden buldun bunu?'' diye sorsun. Ben de şaşkınlıktan açılmış gözlerimle, ''Peki baba, nasıl bu kadar emin olabiliyorsun, o yaşlarda okuduğunun özellikle de bu kitap olduğuna?'' diye sorayım. Babam da gözleri hafif nemlenmiş bir şekilde bana bakıp, o ufak sırrını açıklasın. ''Kitap değişimi yapabilmek için, aldığın kitabın üzerine hiç bir şey yazmamış, not almamış olmana dikkat ederdi kitapçılar. Eğer çok temiz okumamışsan bunu bahane olarak kullanıp, değişim için daha yüksek bir para istemeyi hak görürlerdi kendilerinde. Ben ise her okuduğum kitabın 10. sayfasındaki sıfır rakamının içini, silinmeyecek bir kalemle işaretlerdim. İşte kimsenin dikkatini çekmeyen bu küçük ayrıntı, benimle okuduğum kitaplar arasındaki sırrımızdı'' desin.
Ardından şaşkın şaşkın ''Peki daha sonraları da buna devam ettin mi, yani şimdi kütüphanende duran herbir kitapta da bu sözünü ettiğin işaret var mı? diye sorayım. Devam etmemiş, okulunu bitirip de düzenli olarak maaş almaya başladığı zaman artık buna gerek kalmadığına inanarak son vermiş olsun, ''Çünkü aldığım her kitap, bir daha başka bir yere gitmemek üzere kitaplığımdaki yerini alıyordu ve bu yüzden kitaplığım hep yeni kitaplarla dolarken, benim de sıfırların içini doldurmama gerek kalmamıştı''desin.
Eve geldim, kitabı babama verdim. 1953 basımı olduğuna göre, demek ki tam da 15 yaşındaymış yayınlandığında. ''Baba, bak bugün sahafta ne buldum?''.
''Bu muydu?'' dedim, onlarca yıldır elinden yüzlerce belki de binlerce kitap geçmiş babama.
''Gönen'den yaz tatilinde Üsküdar'daki eve geldiğimizde almıştım.''dedi. Bir süre durduktan sonra yavaşça sayfalarını çevirmeye başladı, sanki bir şeyler arar gibiydi. Ses çıkarmadan babamı izliyordum, bir süre sonra kafasını kitaptan kaldırıp bana baktı, ''Yazları okulların kapanmasını bekler, ardından da bir sabah çok erkenden kalkıp önce Balıkesir'e gider, sonra da otobüslerle İstanbul'a gelirdik.''
''Gönen, Balıkesir,10...''
Annem, ''Ne o daldın gittin?'' dediğinde farkettim ki camdan bakıyorum, artık ne zamandır camın önünde duruyorsam kolum hareketsiz durmaktan uyuşmuş. Başımı geriye çevirip ''Yine yağmur başladı'' dedim.
Üsküdar'a yağmur yağıyordu.