Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '07

 
Kategori
Siyaset
 

Ütopyalar ve Biz


Türklerin Anadolu’ya gelişinden bugüne kadar geçen Bin yıllık süre içinde süregelen topluluklar arası etkileşimlerin sonucunda Anadolu mekânsalı, derin ve güçlü bağlarla bütünleşik bir yapıda biçimlenmiştir. Aslında bu olgu, bizden çok Batılıların idrak ettikleri Anadolu Jeopolitiğinin belirlemiş olduğu karşı durulamaz bir misyonun meyvesidir.

Sözünü ettiğimiz jeopolitiği ve bunun zorunlu kıldığı misyonu idrak eden ilk devlet adamı Büyük İskender (M.Ö. 356 – 332) olmuştur. Düşünce temellerini Eflatun’un (M.Ö. 427 - 347) “Devlet” ütopyasının biçimlendirdiği Büyük İskender, Perslerin yıkıcılığına karşılık Balkanlardan Anadolu’ya, İran’a, Seyhun-Ceyhun boylarına, buradan Hindistan’a; Babil’den Suriye ve Mısır’a kadar olan Eski Dünya’yı birleştirerek, ticaret yollarını güvenlik altına almış, bu yolların kavşaklarında ve denizlere açıldığı yerlerde 70’den fazla kentler inşa etmiş; kültürlerin kaynaşması için çabalar sarf etmiştir.

İginç olan bir hususu; Batılıların Büyük İskender’i, Makedonya husumetinin önyargılarıyla yazılmış Yunan kaynaklarına dayanarak “<ı>…sapkın zevklerin ve tükenmez ihtirasların sahibi bir cengaver…” olarak tanımlamasına karşılık Doğu O’nu, zamanın dünyasını ve insanlığı birleştirmeye ve geliştirmeye çalışmış “…<ı>Kuvvetle muhtemel 124 bin peygamberden biri…” olarak benimsemiş, O’nun ilham kaynağı Eflâtun’a da hak ettiği değeri vermiştir.

İskender’den sonra Anadolu’da Fırat’ın sol sahili ile yetinen Roma ve Bizans; Fırat’ın sağ sahili ile yetinen Partlar, Sasaniler ve Samaniler, emperyalist amaçları aşamadıkları gibi Anadolu’nun jeopolitik gerçeğini de kavrayamamışlardır. Aksine, asırlarca süren beşeri didişmelere öncülük ederek, Doğu ve Batı arasındaki kültürel farklılıkların derinleşmesine; Doğu-Batı husumetinin günümüze kadar taşınmasına neden olmuşlardır.

İskender’den yaklaşık on beş asır sonra Anadolu jeopolitiğini ikinci olarak kavrayanlar Selçuklular olmuştur. Nitekim, kendi aralarındaki didişmelere rağmen Doğuda Büyük Selçukluların yaptığını Anadolu’ya taşıyan Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve ardıllarının Ege kıyılarına kadar olan coğrafyada mekânsal bütünlüğü sağlama gayretleri, Batının Haçlı Seferlerine karşı koyuşları ne tek başına “Cihad” ne de “Hilal-Salip” kavgası ile açıklanabilir; belki de, Eflatun’dan etkilenen Fârâbî’nin ütopyası ve Türklerin tarih sahnesine çıkması ile başlayan Osman Turan’ın tanımladığı “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi” ile açıklanabilir.

Selçuklunun kültürel mirasını iki buçuk asırda tüketen “<ı>Yüzü daima Batıya dönük Osmanlı…”da söz konusu misyonu ilk idrak eden Yavuz Sultan Selim olmuş, İran ve Mısır seferleriyle Osmanlı’nın çöküşünü uzun bir süre erteleyebilmiştir.

Kurtuluş Mücadelesinin daha ilk günlerinde ortaya konulan Misak-ı Milli düşüncesi ise Anadolu jeopolitiğinin zorunlu kıldığı misyonun, o günün şartları dikkate alınarak biçimlendirilmiş bir yansımasıdır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu ve Hatay ilinin kazanılması, bu misyonun Anadolu insanına armağanıdır.

Misyonun yerine getirildiği dönemlerde Anadolu’nun <ı>“Efsanevi zenginlikler ve hazineler diyarı…” olarak anılabilmesine karşılık, Doğu’nun da Batı’nın da her türlü husumetini üstünde toplaması, Anadolu Jeopolitiğinin taşıdığı riskler olarak öne çıkmaktadır.

Nitekim günümüzde dahi, her istikrar döneminin ve buna dayalı başarıların ve gelişmenin, çok geçmeden çalkantıları ve istikrarsızlığı beraberinde getirmesi, jeopolitiğin taşıdığı risklerin; bu riskler üzerinde haince yapılan geleneksel hesapların, içerdeki özgür irade geliştirememiş bilinçsiz aktörler tarafından uygulamaya konulması sonucudur. Bu gerçeği, aynı cümle ile değilse bile başka bir cümleyle tarihin kaydedeceğinden emin olabilirsiniz.

Batı, Rönesans ile başlayan ikinci dönem emperyalist yönelimlerinde ve sonrasında elde ettikleri başarılarla ortaya koydukları Küreselleşme Ütopyasını uzaya taşırken biz, Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlediği “<ı>Muasır medeniyet seviyesine çıkmak…” vizyonunu dahi 80 yıldır gerçekleştiremedik.

Elbette sebepleri var…

Öncelikle şu konuya dikkat çekmek isteriz:

İçeride Türk Milletinin nerdeyse bin yıllık değerlerine cephe alışların, reddedişlerin, alaya alışların… 1941 ABD “<ı>Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu” çerçevesindeki 95 Milyon Dolar yardım anlaşmasını takiben başlaması, Türk Milliyetçilerini cezalandırmaya ve işkencelere reva görmeye kadar tırmandırılması tesadüf olamazdı.

Nitekim takip eden yıllarda Türklüğün, Türk Milliyetçiliğinin, Türk Milliyetçilerinin ve Türk Vatanseverlerinin çeşitli karalama ve yıldırma kampanyaları ile insanlık suçu işkencelerle baskı altına alınması da tesadüf değildi.

Sonraki dönemlerde Türkiye, Anadolu Jeopolitik Misyon gerçeklerini ve taşıdığı riskleri idrak şöyle dursun, binlerce yıla dayalı Doğu-Batı husumetinde, yüzünü tartışmasız bir tercihle Batıya dönerek Doğu’ya, Kuzeye ve Güneye kapılarını kapatmış ve Anadolu’yu bir <ı>Çıkmaz Sokak durumuna getirmiştir.

<ı>Çıkmaz Sokak’taki durağanlığı aşmak için uygun (!) görülen şey ise önce Bizans’ı, sonra Osmanlıyı tüketmiş bir anlayışın; iktidar uğruna Kamu malını yağmalama ve yağmalatma anlayışının yeni bir misyon (!) olarak takdim edilmesi olmuştur. Bu yeni misyona (!) karşı duran dinamik her Vatansever, her Milliyetçi, ya birbirine kırdırılmış, ya cezalandırılmış ya da pasivize edilmiştir.

Bu baskıların tesadüf olmadığı, AB sürecinde ve bu süreçle ilgili dayatmalarında gün gibi ortaya çıkmıştır.

Nitekim Batı, bize kendi ütopyası Küreselleşmeyi dayatırken Türkiye’nin vizyonsuzlaşması, misyon sahibi olmaması, değerler sisteminin çökmesi; iç çatışma ve çekişmelerin sürüp gitmesi için elinden geleni fazlasıyla yapmış; içeride de kullanabilecekleri özgür irade geliştirememiş kişileri daima bulabilmiştir.

1980 ile 1980 öncesi ve sonrasında ve günümüzde tezgahladıkları her oyuna içerde, hemen her kesimden aktörler bulamakta sıkıntı çekmediklerini kabullenmekle beraber, şu son günlerde Türkiye’de ortak akıl ve şuurun ivme kazandığını görmek ne kadar güzel... Büyük bir özlemin, birlik ve beraberliğin ipuçları. Fakat yine de keşke diyoruz… keşke iyiliklere, güzelliklere ve hayr’a musibetler değil de akıl vesile olsaydı.

Son söz

Şu tarihi gerçek akıllardan çıkartılmamalıdır:

Anadolu üzerinde kurulan her bir devlet, jeopolitik misyonunu yerine getirdiği süre içinde varlığını sürdürebilmiş, aksi durumlarda silinip gitmiştir.

 
Toplam blog
: 141
: 926
Kayıt tarihi
: 30.04.07
 
 

Türk san'at müziği dinlemeyi, okumayı, yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Kamudan emekli inşaat mühend..