Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Uzakdoğu uzak mı? (Tayland-Kamboçya-Vietnam)

Uzakdoğu uzak mı? (Tayland-Kamboçya-Vietnam)
 

Tuktuk böyle birşey...


Dördüncü Bölüm / POIPET - SIEM REAP

Servis hareket edince, merakla sağı solu seyretmeye koyuldum. Poipet, bir sınır kasabası olmasına ve sınır ticaretinden ziyadesiyle faydalanmasına rağmen, pek harap görünüyordu. Kısa bir yolculuğun ardından otogara vardığımızda, hemen bir taksi şoförüyle anlaşıp, altı vurmasın diye iyice yükseltilmiş, sağdan direksiyonlu bir Toyota Camry ile “yola” çıktık.

Neredeyse tamamı toprak parkurda, taş, topaç ve dev çukurlardan “bonus” toplaya toplaya ilerledik. Toz, duman içerisinde zaman zaman görüş mesafesi öylesine azalıyordu ki, gözümüzü yoldan ayıramıyorduk. Aracımız klimalı, camlarımız da sıkı sıkıya kapalı olmasına rağmen, toz bir şekilde içeriye sızıyor, ince bir tabaka halinde üzerimizi kaplıyordu. Hem hilkattan düşünceli, hem de sinek sıklet bir insan olduğumdan, iki yaşlı dostumuz rahatsız olmasınlar diye ortalarına oturmayı kabul etmiş, ancak fena halde pişman olmuştum. Şoförümüz çukurlardan kaçmak için direksiyon kırdıkça, ben arka koltukta bir sağa, bir sola savrulup duruyordum. Yaklaşık üç saat boyunca, birbirinden fakir köyler, pirinç tarlalarında iki büklüm çalışan köylüler ve bolca yol inşaatı haricinde fazla birşey göremedik. Birden kocam ufuktaki bir uçağı göstererek:

“Siem Reap’e çok yaklaştık, bak bir uçak inişe geçti.” dedi.
“Gördüm.” dedim sevinçle. Üst üste giren kramplar yüzünden kötürüm olmama ramak kalmıştı ve bir an önce arabadan inmek istiyordum. “Yaşasın!”

Şehre yaklaştıkça, toprak yol birden asfalta dönmüş, etrafımız beş yıldızlı lüks oteller, lokantalar, barlar, hediyelik eşya dükkânları, bankalar, vesaire ile çevrilivermişti. Siem Reap’in, Angkor Wat dolayısıyla çok fazla turist çektiğini biliyordum, ama açıkçası bambaşka bir yer hayal etmiştim. Gördüklerimizi, sadece 10 kilometre ardımızda kalan köylerin sefaletiyle kıyaslayınca, şaşırmamak mümkün değildi.

“İyi ki uçakla doğrudan buraya gelmedik, yoksa Kamboçya’nın böyle bir yer olduğunu falan düşünebilirdim.” dedim kocama.
“Ben de şaşırdım, ne kadar değişmiş 10 sene içinde.” dedi. “Ben 97’de geldiğimde yalnız bir tane lüks otel vardı burada.”

Taksi şoförümüzün bizi götürdüğü ilk otel dolu olduğundan, birkaç yer daha dolaşıp, sonunda bir oda bulduk. Çantalarımızı fırlatıp, yemek yemek için dışarı çıktık. Kısa bir yürüyüşten sonra ulaştığımız şehir merkezinde, birbirinden zevkli döşenmiş lokantalardan birine oturduk. Bütün turistler o saatte Angkor Wat’ta olduklarından etraf boş sayılırdı. Siparişlerimizi verir vermez, küçücük bir oğlan çocuğu, masamızın yanında bitiverdi. Kocama dönüp, tertemiz bir İngilizceyle:

“Adın ne?” diye sordu.
“uhudedipuhu'nun kocası.”
“Nerelisin?”
“Almanya.”
“Başkenti Berlin.”
“Doğru, aferin.”

Sıra bana gelmişti. Velet, diş macunu reklâmı gibi gülümseyerek:

“Senin adın ne?” dedi.
“uhudedipuhu.”
“Sen nerelisin?”
“Türkiye.”
“Onu bilmiyorum.”
“Olsun, ben söylerim sana. Başkenti Ankara.”
“Ankara... Rehber almak ister misin?”
“Aynısından bizde de var, bak.”
“O zaman kartpostallarımdan al...”

Tam o sırada garson siparişlerimizi masamıza getirdi ve kendi lisanında çocuğa birşeyler söyledi. Ufaklığın gitmeye niyeti yoktu, güzel kahverengi gözleri tabaklarımıza takılmıştı. Tekrar yüzüme bakıp:

“Rehber almayacak mısın?” dedi.
“Yok, aynı rehber var bizde dedim ya. Sen şimdi bunu al, ye bakalım.”
“Sağol. Kola kutularını da bana verir misin bitince?”
“Tamam, dur boşaltayım.”

Küçük oğlan, kola kutularını da alıp, gitti. Kocamla gözgöze geldik, söylenecek fazla birşey yoktu. Ülkenin, yakın sayılabilecek bir geçmişte, çoğu iyi eğitimli nüfusundan yaklaşık 2 milyon insanını Kızıl Kmerler’e kurban verdiğini, inanılmaz bir yıkım yaşadığını biliyorduk. Ufaklığın çölde bir kum tanesi olduğunu, daha sonraki günlerde yaşayarak görecektik.

Ertesi gün, öğlene doğru uyanıp, birşeyler yedikten sonra, Angkor Wat ziyaretlerimiz için bir formül aramaya başladık. Günlük biletlerin 20, üç günlük biletlerin 40 ve bir haftalık biletlerin de 60 Dolar olduğunu öğrenmiştik. Bir hafta gözümüze çok uzun göründüğünden, üç günlük bilet almaya karar verdik. İlk iki gün tuktukla gidecek ve son gün de bisiklet kiralayacaktık. Otelimize dönüp, resepsiyondaki görevliden, bize bir şoför ayarlamasını rica ettik. Göz açıp kapayıncaya kadar gelen tuktuğa atlayıp, tapınakların yolunu tuttuk.

Bilet gişelerinde sıranın bize gelmesini beklerken, sıkıntıdan elindeki Dolarlarla oynayan kocam:

“Şunlara bak, hepsi sahte para gibi, sanki Monopoly parası.” dedi.

İkimiz de öylesine yüksek perdeden güldük ki, etrafımızdaki herkes bize baktı. Utanıp, elimizdeki haritada birşey arıyormuş gibi yaparak, sessizce kıkırdamaya başladık. Biz bastırmaya çalıştıkça, kıkırdaşma, yoğunlaşarak bir gülme krizine döndü. Sıradakiler de bize bakıp bakıp bıyık altından gülmeye başladı. Çareyi tuvalete kaçmakta buldum. Geri döndüğümde, oy birliğiyle esprinin aslında o kadar da komik olmadığına karar verdik.

Üzerlerinde geçerlilik tarihleri ve birer adet fotoğrafımız bulunan biletlerimizi aldıktan sonra, otelimize geri döndük. Ertesi sabah erkenden buluşmak üzere tuktuk şoförümüzden ayrıldık. Kısa bir dinlenmeden sonra, akşam yemeğini, daha az turistik görünen bir lokantada, yine turistlerle birlikte yedik. Etraftaki şık lokantalar, barlar, kafeler, tıklım tıklım doluydu. Yüksek sesli müzik, insanların uğultusuna karışıyor, turistler yiyor, içiyor, vur patlasın, çal oynasın eğleniyorlardı.

“Vay canına... Fransız pastaneleri, Çin, Japon, Meksika mutfakları, ne ararsan var, Kamboçya yok burada.” dedim kocama.
“Turizm patlaması bu herhalde.” dedi, yolunu kesip, “Bayan lazım mı?” diye soran birkaç genci başından savarak.
“İnsanların iş bulması, para kazanması falan iyi hoş da, yine de böylesine bir hareketlilik beklemiyordum ben burada.” dedim.
“Çok kalabalık. Bakalım yarın tapınaklar da böyle kalabalık mı olacak?”
“Koskoca alan. Sığarız herhalde bir köşesine.”
“Göreceğiz.”

Bir kafeye oturup, birşeyler içtikten sonra, otelimize dönüp, yattık.

(Devam edecek...)

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..