Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Vapurda arbede (devam)

Vapurda arbede (devam)
 

(Birinci kısım)

İskele görevlileri kapıları kapamışlardı ve vapur bağlarından kurtulmuş, suyu köpürtüp, düdüğünü öttürüp yola çıkmıştı. Etrafımdaki homurtulu kalabalık sorun olmazdı, içlerinde (cadı) Ülker Öğretmenim olmasaydı eğer. Homur homur sesleri yükselerirken kendimi bir korku filminde zombilerin arasında kalmış, ve paçayı kurtarmak, façayı sağlam tutmak için zombi takliti yapan insan gibi tedirgin hissettim. Er ya da geç arkamı dönüp, bana halihazırda "it oğlu it" diyen, arkamı dönmeyip onunla yüzleşme cesaretini göstermediğim taktirde "şerefisiz" den başlayıp "bok soyuna" kadar gidecek bir listede ağır ithamlara maruz kalacaktım. Hamlemi yaptım, hızla arkamı döndüm ve sevinçten parlayan gözlerimle

"Ülker örtmenimmmm"

diye bağırıp, onun şaşkınlığından yararlanıp hemen eğildim ve ellerini yakalayıp öptüm. "nasılsınız örtmenim?" dedim. Tabii ki hala korkuyordum. Beni tanımaz belki dedim içimden, hatta kendimi başkası olarak, ne bileyim sevmediğim birisi olarak tanıştırmak da içimden geçmedi değil.

***

Bizim sınıfta bir tane daha Kerem vardı mesela. Pis çocuktu, çok pis bir çocuktu. Ben de çok yaramazdım belki ama ben mesela, üçüncü sınıftaysak eğer, diğer üçüncü sınıf öğrencileri ile kavga ederken bu laz oğlu gider, cüssesine daha uygun bulduğu, daha ele gelen birinci sınıf çocuklarını bildiğin döverdi. Birinci sınıfların öğretmeni hışımla sınıfa girer, "Kerem kim, kim Kerem" derdi. Biz ikimiz de ayağa kalkardık. Her seferinde onun yüzünden ben de potansiyel suçlu durumuna düşer, ifade verirdim. Tam tersi onun da başına gelirdi ama en azından o, benim yüzümden böyle adi suçlardan yargılanmazdı. Benimkisi daha çocukça şeylerken, o potansiyel bir kriminaldi. Hayatım boyunca öğretmenlerle sorun yaşadım, zaman zaman haksızlığa da uğradım. Ama hiçbirisinin arabasının lastiklerini çakıyla kesip patlatmak aklıma gelmedi mesela. İşte bu Kerem, o Kerem idi. Eminönü iskelesinde yaşlıları ezecek, bastonlarına çelme takacak Kerem bu diğer it Kerem'di. Ama ihtiyarın bastonuna tekme atıp onu yolundan çeken Kerem ise bendim. Bana göre bir hareket değildi. Değildi ama ben de Ülker Örtmenimin sesini duyunca çok korkmuştum. Korkulmayacak gibi değildi.

***

Korkulmayacak gibi değildi, dün gibi hatırlıyorum. İkinci sınıftayken çarpım tablosunu öğreniyorduk. Öyle bir günde öğrenilecek bir şey olmadığından tabi, belli bir süre belirlemişti Ülker örtmen. Zaman zaman rastgele seçtiği kişileri tahtaya kaldırıp soruyordu. Hep de yedi kere sekizden başlıyordu. En azından bunu herkes çok iyi öğrenmişti. Herneyse. İkinci sınıftayken, bahar heyecanının içimizi doldurduğu bir cuma günü, son derste sınıfta bir fısıltı koptu. Aslında bir kompozisyon yazmamız gerekiyordu. Herkes üç beş satır karalamış, sonra kontrol edilmeyeceğini anlamış ve yazmayı bırakıp sohbete dalmıştı. Derken onun sesi duyuldu ;

"bitti mi kompozisyonlar"

sınıftan belli belirsiz bir fısıltı ile "bitti" gibi bir ses duyuldu. Sonrasında sessizlik oldu. En az dört beş kişinin saatlerine bakıp zile kaç dakika kaldığını kontrol ettiiğini gördüm. Büyük sessizlikte, elli küsür çift göz Ülker örtmene kilitlenmişti. Dudakları aralanmadan, ağzı kıpırdamadan, ancak gerçek bir cadının yapabileceği şekilde konuştu,

"Yeşim !!!" dedi. "Tahtaya kalk"

Yeşim sınıfımızdaki başarı seviyesi en düşük öğrenciydi. Onunla ilgili hatırladığım en net şey, önlüğünün oldukça eski, çok yıkanmaktan artık mat bir griye dönüşmüş olduğuydu. Yeşim, hep de böyle zamanlarda tahtaya kalkardı.
"Yedi kere sekiz?"

Bütün sınıfın içinden "ellialtı" dediğini biliyordum da, kaçımız tahtada böyle baskın bir karakterin, Medusa gibi insanı felç eden öfkeli bakışlarının altında doğru cevabı verebileceğini bilmiyorum. Sanırım ben elli altı diyebilirdim. Aslında yedilere kadar ezberlemiş sayılırdım. Ama altı kere dokuza cevap verebiliyorken, dokuz kere altıya verebilemiyordum. Her neyse, beni geçelim.

Tabii ki Yeşim cevap veremedi. Ülker öğretmen de yerinden kalıp "bir haftadır aynısını soruyorum" diye bağırıp çaaat bir tokat, sonra çaat bir tane daha derken, o çok alışıldık gösterisine geçti. Dediğim gibi nedense kurban da genellikle Yeşim oluyordu. 20 sene sonraki kafa ile düşündüğüm de, sanki ikisi arasında başka bir husumet varmış da, Ülker örtmen acısını ondan bu şekilde çıkarıyor gibi bir izlenim oluşuyor. Aslında acı gerçeği biliyorum ama demeye dilim varmiyor; Yeşim ne şekilde dayak yerse yesin, onun hakkını savunmak için kimse okula gelmeyecekti. Bugün kü ruhum o gün kü bedenin içine girdiğinde, ve ben o dayağı tekrar izlediğimde, tam da Ülker örtmen Yeşim'i saçlarından yakalayıp kafasını tahtaya daaann daaannn diye vurduğu anda tarifi mümkün olmayan bir ruh haline bürünüyorum.

Allah kahretsin.

***

İşte böyle bir kadındı Ülker Örmten, işte bunun gibi onlarca ana tanık olduğum için korkmuş, adeta yıldırım sesinden ürküp, gözüne kara indirip, gittiği yönü bilmeden deli gibi koşan bir sığır gibi, az sonra uçurumdan düşeceğini farkında olmaz halde koşmaya çalışmış, etrafımdaki insanları ezip geçmek istemiştim. Ülker Örtmen ile göz göze geldim. Diğer Kerem olduğunu söylesem yer miydi? Aradan yirmi yıl geçmişti. Otuz santim uzamış, nereden baksan kırk kilo almış, saçımın bir kısmını ağartmıştım.

***

Oğlum, dedi. Sana hiç yakışmıyor...

K.

Yazı hakkındaki görüşleriniz için ankete katılırsanız sevinirim

anket
 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..