Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '08

 
Kategori
Felsefe
 

Vicdanım barut ateşi (1)

Vicdanım barut ateşi (1)
 

Masumların canı, annelerin ise yürekleri kanıyor.


Vicdan insanı insan kılan şeydir. Bu yüzden bir başkasını ya da bir başka canlıyı öldürebilen insan için vicdansız deriz. Çünkü vicdansız kişi bağışlama, acıma ve değerli bulma duygularından yoksun demektir. İşte Diyarbakırda beş cana malolan ölümcül saldırıyı gerçekleştirenlerin eylemi için, kim olursa olsunlar ancak şunu diyebiliriz: Vicdansızlık.

Vicdansızlık, çünkü savaşa ya da barışa karar veremeyecek olanları öldürmek, çocukları öldürmek cinayettir. Modern savaşların teknikleşmiş dehşetli cinayetleri olmadan önce savaşların net bir ahlaki kuralı vardı, savaşacak gücü olmayanlar, savaşmak istemeyenler, ya da savaşma iradesinden yoksun olanlar öldürülemezler. Kadınlar ve çocuklar öldürülemezler. Çünkü onları öldürmek geleceği yok etmektir. Bu nedenle savaş ölçüsüz bir şiddet değildir. Tersine bir yok etme eylemi olarak savaşta bile indirgenemez, aşılamaz bir sınır vardır.

İçinde yaşadığımız modern çağla birlikte artık vicdan, adalet, etik gibi kavramlar dayandıkları metafizik temelden yoksun kaldıkları için tüm otoritesini kaybettiğinden savaş konusunda bir hukuk oluşturulmaya çalışıldı. Ancak bu hukuk da yaptırım gücü olmayan bir şeye dönüştüğü anda otoritesini kaybetti ve ortam çıplak şiddetin dizginsiz vahşetine kaldı. Nitekim 21.yy’ın 20.yy’dan daha kanlı, daha vahşi geçeceğinin en somut işareti de hukuk denen şeyin tamamı ile boşlukta asılı duruyor oluşu.

Şiddet üzerine çıkacağımız uzun yolculuğu bir başka yazıya bırakıp, Diyarbakırda meydana gelen olay üzerinden siyasal şiddet olgusunun felsefenin ve sosyolojinin izinden giderek anlamaya çalışacağım birbirini izleyen bir kaç yazıda işleyeceğim tezlerimin bu yazıya dönük olanı şu: Soyut kategoriler altında “yüz”den yoksun kalan şiddet, vicdanın oluşturduğu sınırı aşmakta hiç de zorlanmıyor.

Vicdan, Adalet ve Öldürmemek

Bir insanın hayatına yüce siyasal amaçlarla olsa bile son vermek nasıl mümkün olabilir?

Bu sorunun yanıtı Albert Camus’un Başkaldıran İnsan adlı yapıtında ele aldığı Soylu Cani figüründe yatar. Rus devrimcisi olan bir genç en büyük düşman bellediği Çarın generalini öldürmeye kararlıdır. Onu günlerce izler, geçiş güzergâhlarını, güvenlik alanında oluşan zafiyetleri analiz eder. Ve sonunda planını uygulamaya koyar. Planından haberdar olan bir arkadaşı ona eyleme gitmeden önce şu öğütte bulunur. “Sakın Düşmanının Gözlerine Bakma”.

Devrimci delikanlı öğüdü kafasına yazar ve silahını beline koyup yola çıkar, plan kusursuz işler ve cezalandırılacak olan general en savunmasız anında basılır, ancak bir şey olur ve delikanlı o an tetiği çekemez. Çünkü Arkadaşının söylediği şey gerçekleşmiş ve kurbanının tedirgin bakışları gözlerine kilitlenmiştir. O bakışlar içine işler ve vicdan harekete geçerek tetiğin düşmesini, kurşunun metal namludan çıkıp, et, kemik ve sinirden müteşekkil kurbanın tam kalbine saplanmasını engeller.

Bir başka öyküde de benzer bir olgu ile karşılaşırız. Yine bir başka Rus Devrimcisi Çarın geçişi esnasında bombayı patlatarak Rus Halkının en zalim düşmanını ortadan kaldıracakken bunu yapamaz ve yakalanıp idam edilir. Kendisine bombayı patlatıp düşmanını ortadan kaldırması mümkünken bunu neden yapamadığı sorulduğunda “yapamadım çünkü o anda arabada bulunan Çarın oğlu ile göz göze geldim ve bir çocuğu öldürmeyeceğim için bundan vazgeçtim”

İşte 20 yy’ın başındaki devrimciler ile günümüzün şiddet eylemcilerini ayıran kalın çizgi de burada başlıyor. Onlar araç ve amaç ilişkisini bir an bile gözden kaybetmedikleri gibi Vicdan ile Adalet arasında kurulan zorlu denklemlerde tercihlerini vicdandan yana kullandılar.

Yüz, Davet ve Şiddetin İmkânsızlığı

Geçen yüzyılın (20 yy) en büyük etik filozoflarından Emanuel Levinas tam da eylemcilerin karşılaştıkları tutulma haline neden olan olguya dikkat çeker; Yüz ve Sorumluluk. Levinas Yüzün davetkâr bir şey olduğunu, beni sorumluluğa çağırdığını söyler.

Yüzün başkasıyla özdeşliğindeki ilk emir olan, “asla öldürmeyeceksin” sözü bizi çağrıya cevap vermek için kendinde kaynaklar bulan kişi konumuna getirir. Başkası bana baktığı andan itibaren, ona karşı bir sorumluluk yüklenmek zorunda olmasam da, onun sorumluluğu üzerimde kalır. Özde söylemek gerekirse, Levinas’ın etiği, yüzünde Tanrı’nın yansıdığı başkası’ndan sorumlu olmam anlamında yüz yüze ilişki demektir. Öyleyse, başkasından sorumlu olmak, insana karşı sorumlukla başlayıp, Tanrı’ya uzanan bir zincirlenme halidir.

Ötekinin yüzü zayıflığı ve kırılganlığı içersinde bana yalvarır, beni ona yardıma zorlar. Yüz zayıflığı içersinde güçlüdür: Bana buyurur, beni bakışlarıyla mecbur bırakır. Öteki benim kendimden eminliğimi, özgürlüğümü ve özerkliğimi tartışmalı hale sokar. Böylece özneliğim ötekine tâbi hale gelir.

Diyarbakır’daki Cinayetin özelliği tam da yüzsüzlüğünde yatıyor. Cinayet eylemi bombalı bir araçla yapılıyor ve bir araç geçerken uzaktan kumanda ile patlatılıyor. Mesafe yüzyüzeliği yok ederek öldürmeyeceksin emrini silip atıyor. Artık karşımızda duran bir insan değil, cezalandırılacak, öfkeye konu olacak, intikam alınacak bir “öteki” vardır.

Eğer bu eylemi yapacak olan kişi o an geçen araçtakikilerle göz göze gelebilse ve karşıdakinini de kendi gibi yaralanabilir, incinebilir bir varlık olduğunu düşünebilse o bombayı atamayacak, o tetiği düşüremeyecekti belki de. Olağan durumda vicdan ancak kör bir öfke ile silinir ki insanların çoğu için öfke vicdana galebe çalacak kadar güçlü değildir.

İşte cinayet plancıları bunu bildiği için iki şeyi yapıyorlar. Bir karşıdakini insan olma özelliğinden soyup, yüzü olmayan soyut bir düşmana dönüştürüyorlar, düşmanla göz göze, yüz yüze gelmeyi engelleyecek mesafe ilişkisini devreye sokuyorlar. Böylece cani cinayetinin vicdani sorumluluğundan sıyrılarak soyut bir düşmanı yok ederek doğru bir şeyi yaptığını düşünüyor.

Oysa ve oysa çocukları, tek suçları sadece zorunlu olduğu bir görev nedeni ile orada bulunmaktan başka bir şeye, sorumluluğa sahip olmayan genç askerleri öldürmekle sadece cinayet işlemiş olunuyor, hiçbir soylu dava, hiçbir adalet yerini bulmuyor. Masumların canı, annelerin ise yürekleri kanıyor ve ölüm soğuk toprağın içinde onları çürüyen bir bedene dönüştürmüş oluyor.

(devam edecek)

 
Toplam blog
: 44
: 809
Kayıt tarihi
: 06.06.07
 
 

Sosyoloji ile ilgili olarak Birikim, Üç Ekoloji, Birgün Gazatesinde çeşitli yazılarım çıktı. Ayrı..