Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '20

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Walden'da Bir Üstat

Eser nezdimde ve bilakis edebiyat camiamızda çok önemli olduğu için sizi bilgilendirmekte fayda görüyorum.  Sivil itaatsizlik anlayışının öncülerinden sayılır üstat Thoreau, Walden Gölü kıyısında, kendi yaptığı barakada, iki yıl boyunca metropolden uzak bir yaşam sürmüş ve o yıllarda edindiği deneyimlerini kaleme almıştı. Bunu yaparken çağımızda dahi marjinal sayılabilecek bir takım öneriler sundu. Üstat sayesinde, doğadan uzak kalmanın bir nevi keşiften uzaklaşmakla paralel olduğunu düşünüyorum. Kendini keşfin anahtarı doğadır. Bu romanı kaleme aldığı yılı dikkate alırsak, şaşkınlığımı abartmak yersiz olmaz. Çünkü o yıllarda bunu düşünebilen çok az insan vardı. İnsanların kapitalizmi doğurma ve bundan sonra büyütme çabaları içinde onun bütün bunlardan kaçıp doğanın kalbine yerleşmesine şaşmamak elde değil. Ben "kendi araçlarının aracı olan" çağdaş insana bir başkaldırı olarak nitelendiriyorum bu değerli çalışmayı. Ve bir gün, üstadımın cesaretinin ucundan tutmayı düşlüyorum. Zerresi hücrelerime nüfuz etse yeter.

Şimdi sizden sadece birkaç dakika şöyle bir durup, kendinize şu soruyu sormanızı istiyorum;

‘’Eşyalarımın sahibi olan ben, fark etmeden eşyalarım tarafından sahiplenilmiş olabilir miyim?’’

Thoreau’nun, kendine bu soruyu sorduğunda Amerika’nın Massachusetts eyaletinde yaşıyordu. Hayatının neredeyse tümünü asgari geçim standartlarında sürdürdü. Maddi kaygısı olmadığı için kendini gerçekleştirme konusunda pek zorlanmadı. Düşünsenize kaybedecek neyi vardı ki? Bununla beraber yazdığı bütün eserlerde sade bir yaşamdan ve manevi istikrardan bahseder. Kendi de bunlara tutunarak yaşıyordu çünkü. Oldukça faydasını görmüş olmalı ki, bizlere ‘’Bırakın artık şu metalarınızı da çekilin köşenize’’ diye bağırmaktan hiç vazgeçmedi. İşte Walden Gölü’nde de üstat, bunu yapıyor. Az önce kendinize bir soru sormanızı istemiştim. Bana bunun cevabını mutlaka yazmanızı istiyorum. Siz bana yazmadan ben şunu söyleyeyim, kendi kendime düşündüğümde; ‘’Hayır, bunu yapamazdım sanırım.’’ dedim. Bunu itiraf ettiğim için pişman olmayacağımı biliyorum. Nedenini de şöyle açıkladım yine kendi kendime; ‘’Her zaman şehirden uzak bir yaşamın hayalini kurup, bir türlü şehri terk etmememin sebebi, burayı aslında sevdiğimdendir. Düşündüğünüzde sizin de bunu fark edeceğinize eminim. Kimsenin olmadığı sakin bir kasabada yaşamak fikri harika ama oraya gittikten bir süre sonra şehrin imkânlarını aşereceğimden hiç kuşkum yok. Bunun kanıtını en uzun tatilim olan Datça tatilimden hatırlıyorum. İki aylık bir konaklamanın sonunda şehre döndüğümde her şeyi ne kadar özlediğimi fark etmiştim. Yani demek istediğim, şikâyet ettiğimiz her şeyi aslında sevdiğimiz.’’

Bu konu hakkında belki daha sonra ayrıntılı bir yazı hazırlarım sizin için. Şimdi gelelim üstadımızın cesaretle aldığı kararın sonunda kendine inşa ettiği ahşap kulübede nasıl yaşadığına. Yaklaşık iki yıl boyunca şehrin gürültüsünden uzak, yalın ve yalnızca hayvanların uğradığı Walden Gölü’nün kıyısındaydı bu yer. Doğanın sarayı diyebiliriz burası için. Thoreau’nun eşsiz betimlemeleriyle hiç gitmediğim halde ordaymış gibi hissedebildim kendimi. Hatta bir ara gölün serinliğini, yeşil otların yumuşaklığını, havada esen ılık rüzgârı bile hissettim. Kendimi çok kaptırmış olabilirim ama böyle eşsiz bir deneyimin içine girip, o deneyimi kişiselleştirmemek imkânsız. İlk başlarda zorlansa da ‘’gerçekte yaşamadığı bir şeyi ölümle karşılaştığı anda fark etmemek’’ için orada kaldı. Yani ölmeden ölmek istedi. Sonunda diyor ki, ‘’Hiçbir şey için para kazanmak zorunda değiliz. Doğa bizi, biz istemesek de doyurur, barındırır ve korur.’’ Buradan bakınca ‘’Nasıl olacak o biz bundan başka bir yaşam bilmiyoruz ki’’ diyebilirsiniz. Ben de dedim. Ama sonra üstadımızın, parası ve kimsesi olmadan saniye saniye o gölün kıyısında yaşayışını okuyarak deneyimledim ve sadece cesaret dedim. Thoreau’dan tek eksiğimiz cesaretsizliğimizdir.

Bu yazıya denk gelen değerli insan, seni mutlaka bir yerde görmüş, duymuş ve bilmişliğim var. Öncesinde ve sonrasında yaşamın, birbirimizi hissettik. Bu yüzden şimdi bana denk geldin. Şu an okudukların basit bir kitap eleştirisinin çok ötesindedir. Keza bu kitap da sadece bir kitap değildir. Kendine ayırdığın değerli bir vakitte gidip bu kitabı almamak ve o yaşamı en azından zihninde deneyimlememek için hiçbir sebebin yok. Son olarak, üstadımızdan afili bir alıntı yapıyorum senin için.

‘’Birbirimizin gözlerinin ta içine bakalım. Bizden daha büyük bir mucizenin gerçekleşmesine gerek var mı?’’

FLANÖR

 
Toplam blog
: 11
: 101
Kayıt tarihi
: 12.10.17
 
 

Flanör ..