Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yanlış hesap, yanlış hesaba yol açar...

Yanlış hesap, yanlış hesaba yol açar...
 

 Bir kere doğru söylemiyorlar.

Her zaman işin parlak, en güzel yanlarını  göstermeye çalışıyorlar, ama onun ötesinde ne gibi berbat olaylar var, onları anlatmak yok; göstermek yok. Ama saklamak çok.

Kendi hesaplarına , memleketin hesaplarından daha çok hizmet ettiler. Evet,yaptılar ama daha yapılacak o kadar çok şey vardı ki, onlardan eksin kaldık, yoksun kaldık.

İstanbul, koca bir kent oldu, dev bir kent… Böyle olmasını istediler ve daha da büyümesini devleşmesini istiyorlar. Sonra artık orası  denetlenemez bir kent haline dönüşecektir. Ve şimdiden dönüşmüştür. Artık bazı mahallelere, caddelere kolay kolay girmek mümkün değildir. Gettolar doğmuştur ve oralar kendi kanunlarıyla idare edilmektedir. Çünkü ne yazık ki genel emniyet ve adalet oralarda pek de kendini gösterememektedir. Kolay değil..

Millet artık, yalanla dolanla gemlenemez hale gelmiştir. Daha çok şey istemektedirler. Çünkü kendisine verilenlerin, asıl verilmesi gerekenler olmadığının halk artık farkındadır. Ona, “bununla idare et…” denilmekte, ama kendileri malı götürmektedirler. Halk artık niye sussun ki ? Bir sesinin olduğunu ve bu sesin yukardakileri korkuttuğunu fark etti. Ve konuşmaya, daha yüksek sesle konuşmaya, daha daha yüksek sesle konuşmaya başladı. Artık sokaklarda bağırıyor. Neden? Çünkü haksızlıklarını bini bir para…

Kadınların hiç söz hakkı yoktu. Şimdiye kadar bu toplumda kadınlar hep cılız seslerle konuştular. Şimdi öyle mi ya! Ayaklarına pabuçları takıp, Aylin Kotil gibi İstanbul’dan Ankara’ya hak aramaya gidiyorlar. Bağırıyorlar ve seslerini ister istemez işittiriyorlar. (Ne yazık ki seçilebilmek için en alt limit oy oranı %10’den aşağı inmedi). İktidar bunu kabul etmiyor. Daha bir sürü halka verilmesi gereken hakları tanımıyor. Bildiği gibi, kendi bildiği yolda tek başına gidiyor.

En büyük hata, yöneticilerin bir bölümünün iyice ticarete alışması ve bunu kendilerinde hak olarak görmeleri ve buradan en çok ticari karı kendilerine ayırmaya çalışmalarıdır. Onlara göre : “Ticaret helaldir.” Ve insanlar rahatlıkla ticaretten para kazanabilirler.

Ama ticareti çoğu, aracılık yapmak olarak anlamaktadırlar. Ahmet ile Rıza’nın arasına gireceksin ve oradan helal rüsumunu keseceksin… İşte o kadar? Bunu helal olarak kabul etmektedirler.

Tabii bu işin büyüğü, büyük Kompradorluk şeklinde yürümektedir. Yurt içinde büyük bir iş alanı yaratılmakta, söz gelimi falan yere bir köprü yapımı… Eh ihale çıkılmakta ve tesadüfen Japonlar bu ihaleyi hop diye almakta ve o köprüyü 50 yıl çalıştırmayı ve o elli yılda köprünün haracını almayı ve gerektiği kadar içerdeki ortaklarıyla bölüşmeyi kabul ederler. Neye etmesinler ki? Tabii içerdeki ortaklar da hem ihale safhasında, hem de daha sonraki safhalarda hediye dağıtmakta özgürdürler.

Hikayeyi bilirsiniz.

“Deli Durmuşu kentin orta yerinden geçen ırmak üzerinde duran köprü başına göndermişler. Deli Durmuş Padişahtan fermanlı. Köprü başlarını adamlarıyla tutmuş. Gelenden geçenden birer altın alacaksınız. Bir süre sonra bu iş Deli Durmuş’un hoşuna gitmiş... Hem geçenden, hem geçmeyenden zorla birer altın almaya  başlamış. ... Hükümdar: "Haraç iki altından üç altına yükselecek, deyince  Deli Durmuş, parayı vermeyenleri bi güzel pataklamaya başlamış…”  Bir süre iş böyle gitmiş ama, ebediyen gitmez… Hikayenin sonunu bilen bilir.

Bizim köprüler, yollar, fabrikalar, hava alanları… artık düşünün haraç alınacak her neresi varsa , nerede bir işletme varsa, başında bir Deli Dumrul, gelenden de geçenden de haracını alıyor. Sen istediğin kadar itiraz et; “Olmaz böyle bir şey de,” hayret et… Ama haraç, mezat işler devam…

Yalan mıyım? Şu elektirik işlerine bakın. Bu işin başındaki Durmuş, uslu vatandaşlardan aylık elektrik harcamalarının karşılığını trink diye alıyor. Ama Doğu’daki vatandaşlar “Biz elektriğe para filan vermeyiz, zaten elektrik bizim barajlarımızdan çıkıyor…” deyip itiraz ediyorlar; para filan da vermiyorlar... Durmuş onların hepsini dövemediği için, bu kez onların vermediği parayı batıda oturan uslu vatandaşlarından “çaktırmadan” almaya çalışıyor.  Yalan mı, yanlış mı..?

Bir yerdeki yanlışlık, adaletsizlik sürer gider.  Ama devletin ilk görevi “ADALET”i sağlamaktır. Adalet de  devletin tepesinde  bulunanların işine geldiği gibi sağlanamaz.

Yöneticilerimiz işleri kanuna, kitaba göre değil; kendi kanunlarına, kitaplarına göre yönetmeye çalışıyorlar. İşler onların istediği gibi gitmeyince, haydi… kanunları kendilerine göre değiştirip , işlerine geleni yapıyorlar. Eh, çoğunluk onlarda değil mi? İstediklerini yaparlar.. Öyle değil mi? Aslında kazın ayağı öyle değil. Devlet her şeyden önce istikrar demektir. Her gün kanunları değiştirelim, öyle mi? Anayasayı da… Öyle olsun istiyorlar! Haydaaa..

Ama, ataların söylediği önemli ve vazgeçilmez bir söz vardır. “Yanlış hesap Bağdat’tan döner” derler. Siz ne kadar kendinize göre hesaplar yaparsanız yapın. Keseri ne kadar kendinize doğru yontarsanız yontun; yine de bu işlerin bir alem-şumul hesabı vardır. Hesaplar ya bu dünyada, yada öteki dünyada mutlaka görülür.

“Hani bizim evde milyonlar vardı? Nerede, nereye uçtu” … diyerek, cambaz havada… marifeti göstermek ilelebet kolay değildir.

Her cambaz ne kadar marifetli olursa olsun bir gün hop diye, yere düşer. Bu da bilinen bir gerçek.

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..