Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '06

 
Kategori
Felsefe
 

Yapay gerçeklik

Yapay gerçeklik
 

An oluyor
Ruh
Bütün suretleri
Unutuyor ve
Saf duyguların
Kükreyişini
Dinliyor

Görünmez görünürden
Daha etkin
Daha aşikâr

Her geçen gün daha da kurgusallaşan yapay bir hayatın parçası haline gelmekteyiz. Yapay gündemler, yapay yarışlar, yapay aşklar ve evlilikler ve hatta yapay savaşlar… Asıl sorun gerçekle yapay arasındaki sınır gün geçtikçe azalmakta, öyle ki gerçeğin yapay modeli gerçeğin yerini almakta. Gerçekliğin kitle ve simülasyon düzeyinde yeniden üretilebilmesi…

"Bir köken ya da bir gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesine hipergerçek yani simülasyon
denilmektedir(1)". Bu noktada artık gerçek işlemsel bir şeye dönüşmüştür. Bu, sentetik bir şekilde üretilmiş, atmosferden yoksun bir hiperuzamda kombinatuvar modellere ait ışığı yaymaya çalışan bir gerçek, diğer adıyla hipergerçektir.

Hipergerçeği bize, aslı yerine konulmuş göstergeleri gerçek olarak yansıtmaktadır. Simüle etmek “-mış” gibi yapmak değildir. “Hastaymış gibi yapan kişi, yatağa uzanıp bizi hasta olduğuna inandırmaya çalışır. Bir hastalığı simüle eden kişi ise kendinde bu hastalığa ait semptomlar görülen kişidir “(Littré)(2)” . Yani simülasyon gerçeğin tüm göstergelerine sahip olmakla birlikte gerçek olmayandır.

Simülasyon yeniden canlandırmadan farklıdır, hatta onun karşıtıdır. “Yeniden canlandırma: gösterge ve gerçeklik arasında bir eşdeğerlik ilkesi bulunduğunu kabul etmektedir. Oysa simülasyon, eşitlik ilkesi ütopyasının tam tersiyle, bir değer olarak göstergenin yadsınması ve her türlü gönderenin tersine çevrilmesi ve öldürülmesi anlamına gelen bir göstergeden yola çıkmaktadır. Simülasyonu sahte bir yeniden canlandırma biçimi olarak yorumlayarak onu emmeye çalışan yeniden canlandırmaya karşılık: simülasyon bir simülakra dönüştürdüğü yeniden canlandırma düzeninin tamamını sarıp sarmalamaktadır.


İmgeye özgü çeşitli aşamalar/basamaklar şöyle sıralanabilir:

1. derin bir gerçekliğin yansıması olarak imge
2. derin bir gerçekliği değiştiren ve gizleyen imge
3. derin bir gerçekliğin yokluğunu gizleyen imge
4. gerçekliğin hiçbir çeşidiyle ilişkisi olmayan yani kendi kendinin saf simülakrı olan imge (3)”

Çevremize biraz daha dikkatli bakarsak, gerçekliğimizi örgülediğini düşündüğümüz hemen tüm simge ve unsurların bu dört kümeden birine ait olduğunu ayrımsarız. Asıl sorun ise bizim genelde bu simgelerin sadece birinci kümeye ait olduğunu düşünmemizdir.

Simgeleri kullanmamızın nedeni ya bizim eksikliğimizdir, ya da simgenin göndereninin uzaklığı veya ulaşılmazlığıdır.

Simge sayesinde soyut veya ulaşılamaz olana bir çeşit yakınlık kurduğumuzu hissederiz. Her dinde Tanrı’yı temsil eden dinsel simgelerin bu kadar bol olmasının nedeni budur. Oysa bunun en tehlikeli yanı, bir süre sonra tüm gerçekliği o simgeden veya o modelden ibaret olarak algılamaya başlamamızdır. Belli bir din, mezhep veya kliğe aşırı bağlı kişilerin diğerlerine karşı bu kadar kapalı olmalarının bir nedeni de budur, çünkü gerçeğe kendi modellerinin dışında başka bir yol olabileceğini bir türlü akıllarında canlandıramazlar.

Maddi üretim çılgınlığından daha ileri bir çılgınlık düzeyinde yapay gerçeklik ve gönderen sistemleri üretiyoruz artık.

Gelinim olur musunda gelin ile kaynana ilişkini milyonların önüne serdiğimiz an veya genç bir kıza beyaz atlı prensini bulma imkânını sağladığımızı iddia ettiğimiz an, gerçekliğimiz bitmiş ve hipergerçek bir kurguya dönüşmüştür. Hele Türkiye’nin popstarını kendi oyuyla seçen seyirci de bu kurguya dahil olduktan sonra bu simülasyon neredeyse saf simülakrı andıran ikinci düzey bir imge halini almıştır. Artık model sizsinizdir, gerçek ve model iç içedir.

Günümüz futbol çılgınlığı ise dördüncü düzey saf bir simülakr konumuna gelmiştir artık; dost, düşman, yarışma, savaş, grup dürtüsü, şike, bitmek tükenmek bitmeyen tartışmalar ve zamanı doyasıya öldürme… Her şey vardır bu simülakrın içinde, başlı başına hipergerçek bir dünyadır bu (aslında futbolu çok severim).

Irak savaşı ise gerçekliğin yokluğunu gizlemeye çalışan en güzel ve güncel bir üçüncü sınıf imgedir. Olmayan bir nükleer silahlanma tehdidini bahane ederek olmayan bir düşmana karşı yapılan bu harekât, ABD hükümetinin çaresizliğini gizlemesinin en güzel yöntemidir. Skandallar, bir şöhretin en büyük besin kaynağıdır, savaşlar ise bir devletin. ABD özellikle yüzyılın ikinci yarısında savaş simülakrlarını kullanmayla öylesine haşır neşir olmuştur ki, bazı Amerikalı yazarlar bile bir kısım gizli örgütlerin, Hegelist bir felsefeyle savaş ortamını körükleyecek ortamlar hazırladıklarını ve bu şekilde dünyayı kontrol altında tutmaya çalıştıklarını düşünmeye başlamışlardır; "öyle ki zamanında Hitler’e para desteğinde bulunmuşlar, Ruslar’a ve Komünist Çin’e silah yardımında bulunmuşlar ve kendi düşmanlarını bilinçli olarak kendileri yaratmışlardır.(4)" (Tabi bu senaryolara artık ABD’nin Rusya’ya karşı kendi eliyle yetiştirdiği Taliban veya yine Arabistan’da kral ailesine karşı kendi eliyle rakip hale getirdiği Usame bin Ladin’i de ekleyebiliriz).

Evet, “koymuş oldukları hedef ve amaçları çoktan aşıp geçmiş ve bu arada illüzyonlarını yitirmiş olan Batılı toplumlar, bundan böyle hangi yöne doğru ilerleyeceklerini bilemez hale geldiklerinden (çünkü para ya da servetin tek başına hiçbir anlama sahip olmadığı görülmektedir), kendi etraflarında dönmeye başlayarak bir kısır döngü içine girmiş bulunmaktadırlar.

Bir başka deyişle Batı uygarlığı “simgesel” (yani içeri, ideolojik, politik, felsefi, kültürel düzeyde bir model olma (özelliğini) anlamını yitirmiştir. Buna karşın, “maddi” anlamda sahip olduklarını yitirmemek için bu bitmişliğini yadsımaya daha doğrusu gizlemeye gayret etmektedir. Simülasyon evreni, işte bu bitmişliğin gizlenmeye çalışıldığı evrenin kendisidir”(5)

“Bu evren bir görünümler evrenidir, yani gerçekliğin egemen olduğu evrende bir biçim ve içeriğe sahip olan göstergeler, bu evrende içeriklerini yitirmişler ve kendilerine rağmen ya da sözde birer gösterge olarak adlandırılabilecek birer görünüme dönüşmüşlerdir. Göstergelerin işlevleri vardır, oysa görünümler işlemseldir. Hiçbir anlamı olmadığı halde onlara anlamları varmış işlemi yapılmaktadır”(6). Buna bizim son zamanlardaki Avrupa Birliğine girme mücadelemiz çok zarif bir örnek teşkil etmektedir. AB uyum süreci kapsamında üretilen içi boş sayısız işlemsel gösterge (yani kanun, tasarı ve yönergeler)…

Simülakrların bir diğer etkisi, alıcısına yapay bir sahiplik veya yaşanmışlık duygusu vermesidir. Magazin haberlerine olan ilginin arkasında yatan bir neden de budur. Ünlü insanların yaşadıkları aşklar, ihanetler ve aldatmalar gibi anlamsız ötesi konuların ışıltılı ve lüks elbiseler içindeki güzel mankenlerce gülücükler saçılarak anlatılması şeklinde tezahür eden bir durumdur bu. Tabi bu ilgi aynı zamanda doğalın ölümü demektir. “Haber kendi ürettiği içerikleri yok etmektedir. İletişimi ve toplumsalı yok etmektedir. Bunun iki nedeni vardır: İletişim kurma yerine, sahneye koyduğu iletişim oyunu içinde kaynayıp gitmesi ve bu haberlerin toplumsal yapıyı bozmalarına mani olunmaması (7)” . Reklâmlar ise derinlikten yoksun, anlık ve anında unutulma özellikleriyle günümüzün en masum görünen propaganda şeklidir. Mutluluk, bizim için artık tüketmekten ibarettir.

Tükettiğimiz ister Irak’ta kellesi giden bir Tır şoförünün hikâyesi olsun, ister yaşını almış popüler bir insanla beraber görüntü vermekten başka hiçbir özelliği olmayan bir kadının çıplak pozları. İki konu da bizi uzaktan kumandanın tuşu kadar ilgilendirmektedir.

Ancak bu yapay sahiplik veya yaşanmışlık duygusundan da derin bir etkisi vardır simülakrların: Yalnızlığın getirdiği psikoz ve nevrozlara karşı, başkası veya ötekine duyulan ihtiyaç. Çevremizdeki evren, başkasının yaydığı mum aleviyle aydınlanır ve gün ışığına çıkar. Başkasının veya ötekinin olmadığı evrende, “ya hep ya hiç” yasası kendini gösterir, tüm varlık bizimle ya vardır ya da yoktur; bunun ötesinde başka bir olasılığın yaşanma şansı kalmamıştır. İşte sümulakrlar, yaşantımızdaki bu eksik olasılıklara olan açlığın giderildiği yegâne sofradır. “Nevroz ve psikoz derinliğin serüvenidir. Yapı olarak öteki derinliği düzenler ve onu yatıştırıp yaşanabilir kılar. Bu yapının karışıklıkları da kökensizin artık önlenemeyen saldırgan bir dönüşü biçiminde bir düzen bozulması, bir derinlik şaşkınlığı içerirler. Her şey anlamını yitirmiştir, hey şey taklit [simulacre] ve kalıntı olur, emek nesnesi bile, sevilen varlık bile, kendisi içinde dünya bile, dünyadaki ben bile...”

Tüm bu konular bir yana, her şeyin temelinde yatan en derin aynı zamanda en basit soru şudur: “Gerçeğin ne kadarını gerçekten istiyor ve ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyoruz, gerçekle mi mutluyuz, hipergerçek yani yapayla mı?”

(1) Simülakrlar ve Simülasyon, Jean Baudrillard, Çn. Oğuz Adanır, Doğu Batı Yayınları, Nisan 2003.
(2) a.g.e, sayfa 18
(3) a.g.e, sayfa 22-23
(4) Amerikan Gizli Hükümeti – Kurukafa & Kemikler, Antony C. Sutton, Koridor Yayınları, 2005
(5) Baudrillard’ın Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler, Oğuz Adanır, Dokuz Eylül Yayınları, 2000, sayfa 39
(6) a.g.e, sayfa 42
(7) Simülakrlar ve Simülasyon, Jean Baudrillard, Çn. Oğuz Adanır, Doğu Batı Yayınları, Nisan 2003, sayfa 127-28
(8) Cuma ya da Pasifik Arafı, Michel Tournier, Çn. Melis Ece, Ayrıntı Yayınları, 2004 Üçüncü Basım, sayfa 219

 
Toplam blog
: 72
: 1949
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Yazar 1975 Ankara doğumludur. Monterey Postgraduate School / California'da bilgisayar bilimi dalı..