Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Haziran '07

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Yaratıcı yıkım

Yaratıcı yıkım
 

“Birçok insan ispatlanmış yollardan gündelik ihtiyaçlarını kazanmak ister. Yeni olan herhangi bir şeyi denemeye de yanaşmaz. Bunlar kitlelerdir. Daha keskin bir zekâya ve daha canlı bir hayal gücüne sahip bir azınlık ise sayılamayacak kadar çok bileşimin farkındadır. Ayrıca, çok daha küçük bir azınlık vardır ki bunlar eylemde bulunurlar. Eylemlerinin plânlarını kendilerinin tasarlaması ya da birçok plândan herhangi birini kullanması fark etmeyecektir. Hedonist dengeyi bozan ve korkusuzca riskle yüzleşen bu tiptir.” der, Avusturya asıllı Amerikalı iktisatçı Prof. Dr. Joseph Alois Schumpeter.

Son birkaç haftadır yana döne bir kitap aramaktayım. Üniversite yıllarında sadece sınavlardan geçebilmek için okuduğum makale aklıma takılmış durumda; “Yaratıcı Yıkım”. En sonunda istediğim kitabı buldum. Bir zamanlar benim için teoride kalan yaratıcı yıkım, arkamdan yavaşça gelip, enseme bir tokat atmasıyla selamlaştığımız eski bir tanıdık olmuş. Ve konuşmaya başladık. İlk önce onun diliyle anlatacağım konuştuklarımızı, sonra da neden onu aradığımı açıklayacağım.

Schumpeter’ in 1942 yılında yazdığı “Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi” adlı kitabı (elimdeki de 1974 yılında Varlık yayınlarından basılmış 3. baskısı) diğer iktisatçılardan farklı olarak kapitalizmi ve sonunda varacağı noktayı anlatır. Kitabın ilk bölümünde “Mürşit Marx, Sosyolog Marx, İktisatçı Marx, Profesör Marx” başlıkları altında marksizmin açıklamasını yaptıktan sonra kapitalizmin analizine geçer.

“İktisatçılar ve iktisat yazarları bir kere daha; buldukları birkaç gerçek kırıntısından hareket ederek maceraya atılmıştır” ona göre.

“Kârın kökeninde girişimcinin faaliyetlerini gören ve kapitalizmin kendiliğinden yıkılıp sosyalizme dönüşeceğini ileri süren görüşleriyle tanınan Schumpeter’e göre; kapitalizm ekonomik bir bozgun sonucunda değil, kendi başarıları sayesinde yıkılacaktır. Kapitalizmin başarısı; üzerinde yükseldiği sosyal kurumları çürütecek, kendisinin yıkılmasına yol açacak koşulları hazırlayacaktır.”
Yani diğer marxistlerden farklı olarak kapitalizmin kendi başarısızlığından dolayı değil, aksine son derece güçlü ve başarılı olduğundan dolayı kendi çöküşünü hazırladığını düşünür. Bu sondan kurtulmasının ise tek bir çözümü vardır; Yaratıcı Yıkım.

Yaratıcı yıkım, eski ve daha az etkin ürün ve hizmetlerin yok edilerek, yerine yeni ve daha etkin olanların getirilmesine dayanmaktadır. Bunu yaparken de risk ve belirsizlikler içerisinde, rekabet ve teknolojik yenilikleri kullanacak olan “girişimci” den bahseder. Cesur girişimcilerin yaptıkları yeniliklerle eski üretim sistemlerinin yıkılıp yerine yeni icatların gelmesi gerektiğini söyler. Günümüz terminolojisinde şöyle ifade edebiliriz; Ar-Ge’ yi, iktisadi ilerlemenin çekirdeği yapmaktadır.

“Yeni milli pazarların, ya da dış piyasaların açılması; el sanatları atölyelerinden, yoğun ve büyük işletmelere geçiş, kapitalist sistemi durmadan, yorulmadan içinden bir ihtilal, yenilenme havasında tutmakta; bütün bu elemanlar, gene devamlı olarak eski faktörleri yok etmekte, yenilerini yaratmaktadır. Bu “Yaratıcı yıkım gelişimi” kapitalizmin esas temelidir, ister istemez her kapitalist teşebbüs ergeç bu gelişime uymak zorundadır.”

Türkiye açısından bakarsak, bir tarım ülkesiyken, teknolojiye doğru kayması, kaynaklarının çoğunun bu yöne akıtılması da yaratıcı bir yıkımdır. Tarım alanında bir yıkım yaşatmıştır kuşkusuz. Ayrıca bunun doğruluğu ve sonuçları da tartışılabilir. Ancak, bu yıkımın yapılmamış olması belki de uzun vadede daha büyük bir sorun yaşatabilirdi. Bazı büyük değişimleri kısa vadede yorumlamamak gerekir. Genç nüfus sayısı düşünüldüğünde uzun dönemdeki sonuçlarını incelemek gerektiğini düşünüyorum. Gelişmiş ülkeler bilgi teknolojilerini artan bir hızla desteklemektedir. Türkiye de kaynaklarını buraya aktararak, bu konuda yaratıcı bir yıkım yapmıştır.

Ya siyaset? Son zamanlarda içinde bulunduğumuz dönem itibariyle en kolay gözlemlenebilen “yaratıcı yıkım” sürecini siyasette görmekteyiz bence. Partiler kendilerini yıkıp yeni oluşumlarda birleşmeye gidiyorlar. Bunlar yaratıcı bir yıkım mı olacak, yoksa sonucunda aynı yemek ısıtılıp önümüze servis mi yapılacak, sanırım yedikten sonra anlayacağız.

Bütün bunların yanında mikro olarak sadece ve sadece kendi küçük dünyamı düşündüğümde ise eskiye ve alışılmışa olan bağlılığım beni şaşırtıyor.

Gitmeyen bir gemiyi sürüklemenin anlamının olmadığını düşünüyorum. Zaman kaybı ve kendimize olan inancın azalmasından başka bir işe yaramayan inattır o gemiyi itelemek. Bu noktada yapılabilecek en güzel şey, yakmak gemileri. Yaratıcı bir yıkım yapmalı! Şu an düşünüyorum da, içinde bulunduğum çark dönüyor. Ben bu çarkın içinde bir dişim. Ben olmasam da bu çark devam edecek dönmeye. Oysaki içimdeki güç, yeni bir şey üretemediğim, düşüncelerimi eyleme geçiremediğim, aklıma gelen fikirleri ortaya koymaya uygun ortam bulamadığım için tükenmekte. Ben çarkı döndürmüyorum, çarkla beraber dönüyorum sadece! Bu döngü içinde dolanıp durdukça da buraya aitmişim gibi ve başka hiç bir yerde dönemeyecekmişim gibi hissetmeye başlıyorum. İşte “Yaratıcı Yıkım” burada devreye giriyor, ya da girmesi gerekiyor. Bu noktaya gelene kadar belki çok çaba sarfettim. Tuğlaları tek tek taşıdım. Zor bir duvar inşa ettim. Bunların tamamı deneyim oldu bana. Ama ördüğüm bu dört duvarın içinde sıkışıp kaldım. Gitmek vakti geldi artık. Kendi ördüğüm duvarı yıkma vakti geldi, aksi takdirde yıkılan kendi özvarlığım olacaktır.

Yaratıcı bir yıkımla yeniden inşaya başlamalıyım. Belki bu döngü hep devam edecek ve bu kaosun içinde, hep bir noktada kendimi tekrar ederken bulacağım. Ama bıraktığım yerden daha yüksekte devam edersem bunun zararı olmayacak. En azından kendime bu fırsatı vermezsem hiç bir zaman bilemeyeceğim ve bu riski almaya hazırım.

Schumpeter ve Nietzsche’ nin yaratıcı yıkım üzerine benzer düşünceleri olduğuna dair yazılmış makalelerden birinde;
“Mutluluk peşinde olan bireyler yerine enerji sağlayan bireylerin ve onların güç iradelerini iktisadın dinamik açıdan ele alınışında konu edilmektedir.” der.
Gerçekten de mutluluk peşinde koşan “homo economicus” un bazen huzurdan gözlerinin kör olduğuna ben bizzat şahidim. İnsanı durağanlaştıran huzur ayaklarımızı bağlayabiliyor. İlerlemek ve gelişmek ise devamlı bir sorgu sürecidir. Mevcut koşullar bizi tatmin etse bile bu huzurlu uykudan bir adım bile ilerleyebilmek için uyanmamız gerekiyor. Dünkü durduğumuz yerde duruyorsak ve bu atalet bizi rahatsız bile etmiyorsa, işte o zaman korumak için binbir çaba ve zahmet verdiğimiz bu düzeni yıkmamız gerekiyor. Büyük ihtimalle bir tek biz uyumuyoruz. Bu sessizlik ve kabul edilmişlik süregenliğinde ortak uykudaşlarımız vardır. Ama birinin bir adım öne çıkması gerekir. Bu da cesaret, risk ve Schumpeter’ in devamlı bahsettiği “girişimcilik” kavramını gerektirir. Schumpeter’ in bu girişimci kardeşi ise Nietzsche’ nin Üstinsan’ ına benzediği söylenmektedir.

“Kemikleşmiş düşünce alışkanlıklarının gerçek doğası ve enerji tasarruf eden işlevi, bilinçdışı hâle gelmelerine, kendiliğinden sonuçlar üretmelerine, eleştiriden muaf olmalarına ve bireysel nedenlerle aykırılığa izin vermemelerine bağlıdır. Ama tam da bu nedenle, (düşünce alışkanlıkları) yararlılıklarını kaybettiklerinde birer prangaya dönüşürler. İktisadî dünyada da aynen böyledir. Yeni bir şey yapma isteği duyan kişinin karşısına alışkanlıkların güçleri dikilir... O yüzden mücadele için, yeni ve farklı türde bir iradî çaba gereklidir... Bu zihinsel özgürlük, günlük ihtiyaçlara göre büyük bir üstünlüğü gerektirir, özel ve doğası gereği nadir bir şeydir.” (Schumpeter)

Yeni düşüncelerin bir olup eskileri yok edeceği düşüncesi korkutsa da, yıkımın yaratıcılıktan büyük olmadığı sürece, ileriye götüren bir hareket olduğunu düşünüyorum. Ve bugünden itibaren bir adım öne çıkıyorum.
 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..