Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '12

 
Kategori
Edebiyat
 

Yaz okumaları

Yaz okumaları
 

SELÇUK ARKEOLOJİ MÜZESİ - AYDIN


Türkçe yazmanın, okumanın yaşamsal bir önem taşıdığı bilinciyle kitapları değerlendirmeliyiz. Yazar için yazmak, okumak ne kadar önemliyse okur için de bu geçerlidir.

Bu doğrultuda okuduğum kitapları sizlerle paylaşırken Türkçe yazmak, okumak üzerinde birlikte duracağız. Bu konuda bize ışık tutan ilk kitapla başlayalım:                      

YAZAR OLABİLİR MİYİM?                                                              

Semih Gümüş, Notos Kitap

Yazar, ne, nasıl, özgün dil oluşturma sorularına yanıt arayarak yazar olabilir miyim, diyor. Bu üç sorunun yanıtını, “Dilin dışında edebiyattan söz edilemez.Türkçenin yazınsal dil olarak olanakları…” üzerinde durarak sözcük, tümce, bölümce ve metin boyutunda yaratıcı yazarlığı yakalamanın yazınsal dili yaratmaktan geçtiğini vurguluyor.”Yazı, insanı sonsuza dek temsil eder.” yargısı insanın geleceğiyle örtüşüyor.

Yazar olmanın baş koşulu olarak “okuma”yı öneriyor  Semih Gümüş.“Yazarlık öteki yazarlardan değil, kitaplardan öğrenilir.” diyor. Kitapları önümüze koyan yazar yeni bir kavramı da bize sunuyor: “Doğru okuma” Bunu şöyle açıklıyor:“Doğru bir okuma biçimi edinmiş, dolayısıyla okuduklarının anlamlarını kendi başına sökebilen  ve kendi yazdıklarını bütün yazınsal öğeleri soyutlayarak çözümleyebilen, eleştirebilen yazar adayı aynı zamanda okumayla yoğun ve sürekli bir ilişki içinde yazmayı başarabilirse yazar olabilir.”

Hemen burada Moby Dick’in yazarı Helen Melville’i,Don Kişot’un yazarı Cervantes’i anımsıyorum.Okunan kitabın iki katlı olduğu asıl anlatılanın alt katta bulunduğunu bu iki kitapta görelim.Bunun anlamı şu olsa gerek, işlenen konu, kurgu, neyi amaçlıyor, neyi kavratmak istiyor.İşte alt katta duranlar bunlar olsa gerek.Örneğin,Moby Dick, kaptanla bir balina arasındaki ölüm kalım mücadelesinin ötesinde kötülüğün, kötücü güçlerin dünyadaki acımasızlığı, şiddet eleştirilir.Don Kişot daise sevdiği için yel değirmenlerine saldıran Don Kişot aslında yaşadığı çağın eleştirirsini yapmaktadır.Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı adlı romanında Osmanlı dönemindeki nakkaşlığı anlatırken sosyoloji, coğrafya, tarih, psikoloji vb. alanlarını bildiğini romanını kurgularken bu alanlarda yeterince bilgilendiğini anlıyoruz.Bu alt yapı sorunu okur için de geçerlidir.Elimizdeki kitabın alt katına inebilmek için olayları okumakla yetinmememiz gerekmektedir Okunan her tümce, bölümce, diyalog çözümleyici bir yöntemle ele alınmalı.Bu da alt yapı sorununu gündeme getiriyor.

Okur alt yapısını kurduğunda soluksuz okumaları erteler.Her okuduğu onu nerelere götürüyor, yazar ne diyor, neyi amaçlıyor.Yazar dilini yaratabilmiş mi?Yaratıcı yazar olma yolunda mı?

Bu süreç yazar ve okur için dört aşamada gerçekleşir diyor Semih Gümüş: Yapıtta yazınsallık, gerçeklik, düş ve kurmaca peşinden gidilmesi.

Bu dört aşama kurmaca öğeleri olay örgüsü, kişiler, anlatıcı, mekan, nesne üzerinde durularak,  doğru okumayı gerçekleştirerek başarılabilir. Okur ya da yazar kendi yolunu kendi aşmak zorundadır.Bu da yoğunluk, yalınlık, yazınsal dil yaratmadan geçiyor.

Yaratıcı dil, basitleşip sıradanlaşmayan dildir.Yalınlığın yetkinliği bıçak sırtında olmalı,”Yalınlığın sırrını bulanlar nitelikli edebiyat kapısının anahtarını eline alır.”

Ahmet Ümit, Enver Aysever’le 11 Eylül 2012 CNN TV,  Aykırı Sorular izlencesinde yazarlık konusunda söyleşti.

Yazarın “özgünlüğü, muhalif kalışı, dili (türü yazarken yarattığı dil)önemsediğini vurguladı. Yazma eyleminde “ilham” denen bir olgunun bulunmadığını belirtti.Yazarın çok okuması, kurgusu, düşleri, yaşadıkları, gözlemleri yaratıcılığında temel oluşturmaktadır.Ahmet Ümit’in bu değerlendirmesi karşısında yıllar önce okuduğum Fransız ressam Gaugin’in yaşamını anlatan  Altın Vücutlar romanını anımsadım. Gaugin’nin, Paris’i, kurulu düzenini bozarak uzak doğuya gitmesi, Tahitili bir kızla yaşaması ve kalıcı tablolarını bu dönemde yapması Ahmet Ümit’i doğruluyordu.

Ahmet Ümit yazarın hiçbir gücün, koşulun tutsağı olmaması, “hatta kendisinin bile” diyerek bağımsızlığını, birey olma özelliğini korumalıdır diye bağladı sözünü.

Ödüllerin özendirme yanında belirleyici olmadığını, kalıcı bir yanının bulunmadığını belirtti. Bu değerlendirmeyi “Nobel bile” diyerek vurguladı.

Çok sesli toplum, sınırsız, koşulsuz özgürlük yazarı yaratıcı kılar.Bugün dünyada “Yaşar Kemal, Nazım Hikmet bizi tanıtıyor.” tümcesine “”Orhan Pamuk da var .” eklemesini yaptı.

Emre Kongar, Kültür Üzerine adlı yapıtında birey olma özelliğini koruyan yazar, ozan diye sıraladıklarını diyalektik bütünlük içinde dile getirdikleri söylemleriyle şöyle değerlendiriyor:

 Attila İlhan: Çağdaş burjuvazi ve geçmişin  ideolojisini yorumlar.

Yaşar Kemal,Fakir Baykurt  kırsalı;

Haldun Taner, kentli küçük burjuvaziyi;

Necip Fazıl bireyciliği,

Ahmet Arif toplumculuğu;

Sait Faik hümanizmayı;

Bekir Yıldız sınıf bilincini,

Nazım Hikmet İnsan sevgisini, “yaşadığı yıllardaki önemli olayları gerçeklere uygun olarak yansıtmış tek dünya şairidir” görüşünü  de Sarter, Costantin Simonov, Aragon  söylemektedir.(Bu Dünyadan Nazım Geçti, Vâlâ Nurettin ),Vala Nurettin bu kitabında,“Bizim olmayı hiç yitirmemiştir.Dünyada yüz akımız olurken kimliğini hep korumuştur.Bu denizlerden Nazım geçti, evet geçerken bizim olan her değerimizi –özellikle dilimizi- ulusal sınırlarımız dışına taşımıştır.” İşte yazarın kalıcığının kanıtı bu olsa gerek.

Yahya Kemal geçmişe duyulan özlemi (nostalji) dile getirir. “Usta bir şair ama soluksuz” diye nitelendirir Nazım Hikmet  onu. (Bu Dünyadan Nazım Geçti, Vâlâ Nurettin)

Emre Kongar bu değerlendirmeyi düşün adamlarımız üzerinde de yapmaktadır: “Divitçioğlu, Küçükömer, Küçük, Avcıoğlu, Tütengil, Cem  için Türkiye rönesansının tohumlarını ekmişlerdir.” diye özetliyor.

Emre Kongar, “Sanatçı, insan- doğa, insan-insan çelişkilerini çözdüğü oranda anlam kazanır.” diyor. “Toplumun sanatçısı bu dengesizliğ duyandır.” diye de ekliyor.                                                        

ÖNÜMDE BOŞ BİR UZAM                                                                  

Demir Özlü

Yazma eylemi konusunda yurt dışında bir başka temsilcimiz Demir Özlü, “Yazıp bir kenara koyduklarımıza yıllar sonra dönebiliriz.Örneğin Marcel Proust’un geçmişte kalan bir öyküsü soradan Geçmiş Zamanın Peşinde yer alır.”

Yazmakta  “bilinçaltı birikimleri önemli etkendir. Yazarlık yükü bilinçaltındadır.Salt bilinçle yazılan öğretici olur Yazmak, mutluluk ve acının iç içe geliştiği eylemdir.Yazma süreci tek başına kampa çekilmedir.”

Demir Özlü, “Beyaz bir kağıtla baş başa oturmak en dramatik bir andır” diyor.”Yazı kendini, kendi içinden çıkarak, yani kendini doğurarak yürümüyorsa hemen bırakmalı yazmayı.” diye yol gösteriyor.

“Bir yazar sürekli yazmaya, yazmayı da yaşamının sonuna kadar sürdürmeye zorunlu değildir.” Yargısını yıllar önce Salah Birsel, Hatay Lokantsı’nda Salı Şiir Günleri’nde “İyi ki zamanında yazmışım, bu yazdıklarımı şimdi yazamazdım.” diyerek Demir Özlü’yü doğrulamıştı.

Demir Özlü, yazma konusunu şöyle sürdürüyor:“Okumak, büyük yazarları okumak edebiyatın en büyük itici gücüdür. Yaşamak, yaşam deneyleri de…”derken Ahmet Ümit’in söyleşide dile getirdikleriyle de buluşmuş oluyor.

Yazma konusunda “Aklın yolu birdir.” dersek yanılmış olmayız!

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..