Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '06

 
Kategori
Yılbaşı
 

Yılbaşı yazısı yazacaktım...

Yılbaşı yazısı yazacaktım...
 

Benim gibi yaşı otuzu geçip de, Dante misali yolun yarısına merdiven dayamanın arifesinde olan kuşak eminim ki çok iyi hatırlayacaktır. Yine, o TRT'nin tek kanallı televizyon dünyasında yaşadığımız günlerdi. Renkli yayınlar yeni yeni bazı programlarda deneme amaçlı olarak ya da imkanlar bu kadarına müsaade ettiği için ara ara yayınlanmaya başlamıştı. Tabi renkli televizyonu olanlara, herkeste de yoktu. Benim ailem gibi memur aileleri mesela, renkli televizyonları çıkar çıkmaz alamamışlardı.

Hangi yayının renkli, hangi yayının siyah-beyaz olduğu anlaşılsın diye, TRT yetkilileri, ekranın sağ alt köşesindeki -demek ki o zaman oradaymış, çok iyi hatırlıyorum- TRT logosunu kullanırlardı. Yayın renkli ise logonun çevresinde elips şeklinde bir çizgi döner, yok siyah-beyaz ise sadece logo görünürdü. Biz de "bak bu dizi renkli, keşke bizimki de renkli olsaydı" diye ah ederdik. Vah çocukluğum vah. Vah çocuk dimağım vah.

Bir yılbaşı akşamıydı. Hava yeni kararmaya yüz tutmuştu ki kapımız çalındı. Babam önde, iki tane adam arkada, dev gibi karton bir kutu ile salona daldılar. Annem, kardeşim ve ben şaşkın bir halde neler olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Önce, vitrinin baş köşesindeki şeref locasında, üzerindeki kar gibi beyaz ve kolalı dantel örtüsü ile bulunan siyah-beyaz, 56 ekran, eski Telefunken'i -kaç defa tüpü bitmişti, hatırlayamıyorum emektarın- yerinden çıkardılar. Büyük koli açıldı ve pırıl pırıl ve dev gibi bir televizyon çıktı içinden. Bu; 67 ekran, hem de uzaktan kumandalı ve renkli bir Saba idi. O yıllarda, Fenerbahçe'nin meşhur kalecisi Schumacher reklamlara çıkar ve kırık Türkçe'si ile "zaba, iyi tilivizyon" derdi. Fanatik Galatasaray'lı babam, fanatik Fener'li iki oğluna bu yılbaşı sürprizini yaparken işin bu boyutunu da düşünmüş müydü acaba, sormadım. Nedense bu soru şimdi, yaklaşık yirmi yıl sonra aklıma geldi.

Hepimiz deli gibi sevinmiştik. Yılbaşı programlarını yeni televizyonumuzda hem de renkli seyredecektik. Dansözü bile. O günlerde, o 67 ekran Saba, bize dev ekran bir plazma tv gibi geliyordu. Hele o kerpiç gibi kalın ve dört düğmeden oluşup, kocaman pille çalışan uzaktan kumandası. Babam varsa onun koltuğunda, yanı başında dururdu. O gider gitmez benim yanıma gelir, ben de yoksam ufak kardeşim devralırdı emir-komutayı. Canım annem, el sürmezdi kumandaya, biz neyden mutluysak o bizden daha da mutluydu zaten.

İşte bu atmosferi soluduğumuz o günlerde, TRT'de bir yabancı dizi gösterilmekteydi. Adını, sanını, oyuncularını falan unuttum. Hatırlayan okurlarımdan hassaten rica ediyorum bizlerle paylaşsınlar. Dizinin her bölümünde, ülkenin en büyük loto ikramiyesini kazanan kişilere, bu mutlu haberi tevdi etme görevini yapan iki tane loto idaresi görevlisinin başından geçen enteresan, ilginç ve komik olaylar konu edilmekteydi. Hem görevlilerin hem de ikramiye kazanan şanslı, bazen de şanssız talihli/talihsizlerin yaşadıklarını her hafta ilgiyle takip eder ve aynı olayların başımıza geldiğini düşünür, eğlenirdik. Ne kadar kolay eğlenebilip, mutlu olabiliyormuşuz meğer değil mi?

Yılbaşlarında, milli piyango bileti almak nerede ise bir farz hüküm niteliğine bürünmüştür. Hiçbir bilimsel ve matematiksel temeli olmasa dahi bazı bilet bayileri bu konuda nam bile yapmıştır. Mesela Ankara'da Ali Haydar'ın Kızılay-Gima önündeki ve İstanbul'da Nimet Abla'nın Bakırköy Çarşı girişi önündeki bilet kuyrukları pek meşhurdur. İtiraf ediyorum, ben bile her ikisinden de, soğukta titreye titreye sıra bekleyip yılbaşı bileti almışımdır.

İşte böyle dostlar. Yine bir yılbaşı daha geldi çattı. Her yılbaşı aslında bir yıl sonudur da aslında. Biri biter diğeri başlar. Tıpkı bizim gibi. Birileri ölürken, birileri doğar gibi. Sebepsiz yere sevip, sebepsiz yere ağlar gibi. Hayırlı, mutlu, huzurlu ve sağlıklı olsun.

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..