Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yurdumdan izlenimler_1 Yeniköy panoraması

İki günlük yıllık izini hafta sonu ile birleştirince dört günlük bir tatil beni bekliyordu. Genç olsaydım vurup sırt çantamı sırtıma düşecektim yollara. O günler tarih oldu artık. Bu ihtimal biraz geride kaldı. Şimdi yapabileceğim tek şey yükleyip çantamı arabanın sırtına yollara revan olmak. Zaten bunun için almamışmıydım bu arabayı da hem beni hem de yükümü taşısın diye.

Çerkezköy, Sahrayı Cedid, Yeniköy Beldesi, İznik, Gölpazarı, Üzümlü Köyü, Yakacık beldesi, Söğüt, Bilecik, Yakacık ve Çerkezköy duraklarından oluşan yaklaşık bin km lik bir yolculuk. Yeniköy ve Üzümlü de akşam konaklaması.

Yeniköy’de bir akşam üzeri İznik Gölü kıyısında, ağaçların serinliğinde yaklaşık 39 derecelik sıcak ve pürüz dahi göremeyeceğiniz göl suyu eşliğinde bir mangal ziyafeti. Akrabalar ile yapılan sobet’in tadı mangalda kızaran sucuk ve köftenin yağı ile harmanlandığında doyumsuz bir lezzete dönüşüverdi.

Bir yandan tıkınıp bir yandan da dedikodu ederken askerdeyken standartlara uygun biçimde düzenlenmiş bir yatağın çarşafı kıvamındaki gölün üzerinde ve az ilerimizde birşeylerin su yüzüne çıkıp tekrar daldığına şahit oldum. Balıkların hoplayıp zıpladığını düşürken onların su yılanları olduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım. Dikkat kesildim bir süre sudaki dalgalanmalara ve merak içinde beklentiye girdim, acaba nereden çıkıp tekrar dalacaklar diye. Akşamın alaca karanlığına ulaşmadan İznik Gölü’nün üzerine batmakta olan güneşi ve onun ışık oyunlarını arkamızda bırakarak Yeniköy’e konaklayacağımız akrabalarımızın evine dönüş yolculuğu başlamış oldu.

Yol kenarında bulduğumuz Allah’ın sarı ve kırmızı erik ağaçlarından toplarken erikleri çocukluğumda komşu bahçelerden erikleri aşırdığımız anları yaşadım bir an. Allah’ın erikleri dememin nedeni onların herkese ait olması yani yol kenarında ve kendiliğinden yetişmiş olmaları. Kimsenin bahçesinin veya tarlasının içinde değiller. Gerçi bu biraz çocukluğumda yaşadığım heyecanın bir kertik daha altında bir heyecana neden oldu ama yine de çok güzeldi. Poşetlerimizin içini tamamen doldurup oradan ayrıldığımızda toprak yol üzerinden yolumuza devam ettik.

İki kaba zurna bir de davul. Zurnalardan biri melodinin değişken notalarını çalarken diğeri sürekli aynı notaları çalarak melodiye fon oluşturuyordu. Davulun ritimleri ile birlikte tam bir Batı Trakya havasına girmişti ortam. Evlenme düğünü vardı bu akşam ve hazırlıklar son sürat devam ediyordu. Düğün Orhangazi’de salonda yapılacakmış ama gidemeyenler için Yeniköy’de (ki bu oranın erkek nüfusuna sadece) hani namım okunsun türünden bir anlayış ile eğlence yapılıyor. Buranın yerli halkı mübadele döneminde Yunanistan’a göçerken önce oradaki Türk nüfus ve devamında da Balkanlar’da yaşayan değişik bölgelerden mübadale ile gelenlerden oluşuyor. Her yer meyvelikler ve zeytinliklerle çevrili. Rumlardan alınan mirasa pek ihanet edilmemiş.

Trakya’lı olmayanların pek bilmediği bir ayrım var düğün kavramında. Ben bir sünnet düğünü bir de evlenme düğünü bilirdim. Sonraları yani Çerkeköy’e taşındıktan sonra bir çeşidini daha öğrendim düğünün. Gerçi Çatalca’nın Kabakça köyü’nde de kullanılıyordu ama benim pek dikkatimi çekmemişti o yaşlarımda (Kabakça benim baba ocağım). “Asker düğünü” ile tanışmıştım Çerkezköy’de, içinde bulunarak. İlk duyduğumda garip gelmişti bana ama geleneğin bir parçası ve amacı güzeldi, uygulaması her ne kadar onaylamadığım biçimlere bürünse de akşamın geç saatlerinde.

Cadde ve ona kesişen sokak arasına masalar kurulmaya, aydınlık yapması için de seyyar lamba düzeni kurulmaya çalışılıyordu alel acele. Kurulan masalara misafirler oturmaya başlamış ama masalar yetişmiyordu. Zira burada davete gerek yok davul zurna sesini duyan erkekler hemen sesin geldiği yöne doğru yönelip bir masa başına kuruluyorlardı. Aslında o müzik sesine de pek gerek yok rakı kokusunu aldıklarında o kokuya direkt olarak yöneliveriyor refleks olarak hele bir de bol ve beleş ise… Düğün sahibi hatırlı kişilerdenmiş öğrendiğim kadarıyla. Rakı da bol yemek de üstelik kavurma var en lezizinden. Gerçekten de düğün sahibi namını yürüteceğe benziyor. Davulzen ve zurnazenler de yerli değil hani, onları da dışarıdan getirtmiş daha bir nameli çalsın diye. Bunları da (mahalli dedikodular) Ercan ve onun abisi olan Mithat’dan öğrendim. Hani Gülten teyze ile Yaşar enişte’nin çocukları işte onlardan. Akşamın ilerleyen saatlerinde geceye kavuşurken saatlerde bardakta durduğu gibi durmayan rakının etkisi ile başlıyor silah sesleri duyulmaya. Etrafta bir koşuşturma yaşanıyor yeniden. Bir kişi traktöre römork takmaya çalışıyor hem masa getirecekmiş hem de rakı stokları tükenmiş onu takviye yapmaya. Tazelenen rakı bardaklarından sonra silah sesleri daha da fazlalaşıyor. Hiç kimsenin umrunda değil bir kazaya sebebiyet verebilecek olmak. Onlara sorsanız havaya sıkıyorlar, oysa serhoş iken gök yere inmişti. Herneyse silah kısmına kadar güzel bir geleneği yaşatmaya çalışıyorlar. Hiçbir zaman onaylamadım bu silah atışlarını.

Gece yarısına kadar bu gürültülü eğlence tamamlandığında ben de çoktan uykuya dalmıştım.

Sabahın erken saatlerinde parıldayan güneşin ışığı yüzünüze vurmaya başladığında uyanıyorsunuz, isteseniz de istemesenizde. Kahvaltı için sofra kuruldu. Nüfus kalabalık o yüzden iki ayrı yer sofrası var iki ayrı odada. Kadın erkek ayrımından değil oturma düzeni karışık ama odaların kapasitesi nedeniyle iki ayrı odada kuruldu sofralar. Allah ne verdiyse yedik güzelce. Bazen restaurantlarda yazıyorlar koca afişler üzerine “köy kahvaltısı” diye. Siz de eğer paranıza kıyıp içeri girerseniz bir sürü çeşit yiyecek ile karşılaşıyorsunuz. Eğer ömrünüzde hiçbir köyde yaşamadıysanız sanırsınız ki bütün köylüler her gün böyle kahvaltı yaparlar. Yok kardeşim öyle bir şey. Köylü ne bulursa onu yiyor.

Kahvaltı sonrasında bir başka akrabamızın yanına uğrayarak oradan İznik üzerinden Üzümlü köyüne gitmeyi hedefliyordum. Birkaç keyif çayından sonra herkesle helalleşerek diğer durağa doğru yola koyuldum.

İsmail dayı yetmişlerde yanılmıyorsam ve karısı ile birlikte bir çiftlik evinin bakıcılığını üstlenmişler. Gayet mutlular hallerinden. Temiz ve düzgün insanlar. Misafir perverler bir o kadar da. Daha önce de gitmiştik ziyaretlerine şimdi de yolumuzun üzerindeyken uğramamak olmazdı üstelik Bahriye’de oradaydı yani kızları. O da bizim yaşıtımız. Onunla birlikte Gülin ve Yusuf da çiftlik evinde olacaklardı. Bunlar da Bahriye’nin çocuklarının üçte ikisi.

Hiçbir yabancı madde eklenmemiş kırmızı erik şerbeti beni mest etti. Öyle ki yüzümüzü kızartarak (sanki onlar bunu ayıplayacaklarmış gibi ama aslında yok öyle bir şey çünkü biz istemeden dayı toplamış zaten) bu eriklerden istediğimizi söyledim. Onlarla kısacık bir ziyareti paylaştıktan sonra öğlenin kaynar sıcağında helallik isteyerek yolumuza tekrar devam için binerken arabaya, ağzımızda taze sütten yapılmış peynirin tadı ve kırmızı erik şerbetinin lezzeti hala duruyordu. Arabanın arka camından orada kalanlara sallanan eller hem misafirperlikleri hem de gönül borcunun ifadesiydi.

İznik yoluna çıktık bizi bekleyen Üzümlü köyünü hayalimizde canlandırarak zira ne yolu biliyorduk ne de köyü. Yol boyunca bir sürü yorum ve tahminlerle güneşin altında bir öğle vakti İznik’ten Üzümlü’ye uzanan yolda bir garip bencileyin.

Temmuz 2009 Yeniköy – Orhangazi/BURSA

 
Toplam blog
: 71
: 606
Kayıt tarihi
: 18.12.08
 
 

1967 Yakacık doğumluyum. H.Ü. Edebiyat Fakültesi'nde 2 yıl öğrenimden sonra İ.Ü. Arkeoloji ve San..