Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Yüreğimden kan damlıyor

Yüreğimden kan damlıyor
 

Kara bir günün ortasındaydık... O günün kara olduğunu ancak saat 3 sularında farkedebildik. Aradan bir ay geçti, ama hala elim gitmiyor yazmaya ölüm sözcüğünü. Biliyorum sen ölmedin. Ölüm, senin gibi özel insanlar için geçerli olan bir durum değil biliyorum. Yaşamlarıyla dünya ya değer kazandıran insanlar ölümsüz olmuşlardır artık. Tıpkı senin gibi...

19. Ocak. 2007 kara bir gündü. İnsanım diyebilen herkes için güneşin renginin soluklaştığı bir gündü. Lanet yüklü kara bulutlar gelip toplandı başımıza haberini aldığımızda. İnanamama, reddetme ve isyan duygusu dakikalar ilerledikçe çaresizliğe dönüştü. Çaresizliğin ne kadar acı verici birşey olduğunu belki de ilk kez o gün bu derece güçlü bir biçimde hissettim: O aydınlık yüzlü adam, karanlık bir girdabın içinden düşmüş zavallı bir piyonun sıktığı kurşunlarla kana bulandı ve yere düştü. İnsana çaresizlik duygusunu bundan daha şiddetli bir biçimde hissettirebilecek başka ne olabilir ki? Aradan tam bir ay geçti. Gözyaşları ve reddedişle dolu koca bir ay. Bir aydır yüreğim kanıyor ve kanlar akıyor kaldırımın soğuk taşlarına. Aynı o gün ki gibi akıyor... Ilık ve kırmızı kanlar suluyor bir aydır kaldırım taşlarını. Taşlar insanlaştı içtikleri acıdan, onların çatlaklarından bile gözyaşları sızıyor.

İnsan olmanın yüceliğini herşeyin üstünde tutan tüm insanların çektikleri acıya şahit bu sokaklar. Seni uğurlamak için gelen yüzbinlerce insanın ayak seslerindeki vuruşları kaydetti hafızasına bu şehrin üstünü örten taşlar. Yer, gök, ağaçlar, deniz ve kuşlar...

Bu ülkenin iki farklı yüzü var: Birbirine taban tabana zıt iki yüzü. Bir yüzü aynı senin gibi aydınlık ve sevgi dolu. Diğer yüzü ise aynı seni öldürenler gibi karanlık ve nefret dolu. Senin zamansız gidişinden sonra ikisinin çatışmasını izlemeye başladık. Kah bu ülke de ne kadar güzel insanlar varmış diye düşünüp teselli bularak, kah ne oluyor bize deyip derin endişelerin girdabına kapılarak. Her daim nefret kusan ırkçıların insan da tarifi imkansız duygular uyandıran sözleriyle, tehditleriyle ve yeraltının en korkunç cehennemlerinden çıkmışa benzeyen bakışlarıyla ne zaman karşılaşsam seni ve senin gibi güzel insanların yüzlerini getiriyorum aklıma. Biliyorum bu dünyanın düzeni bu: Birileri gelir bir yol açar ve ardından gelenler o yolu büyüterek ve genişleterek ilerlemeye devam ederler. Sonra başka birileri gelir ve yol gitgide genişler. Senin taşlarını ördüğün yollarıda biz genişleteceğiz Sevgili Hrant. Yollarımız dikenli çalıların istilasıyla örtülemeyecek kadar geniş ve aydınlıktır bunu biliyoruz.

Gerçekten acı şeyler yaşadık ve yaşıyoruz. Bir aydır yüreğimizden kan damlıyor. Damlamak ne kelime çağlıyor. Birbirinin içine girerek büyük bir yumak oluşturan duygularımı kelimelere dökmek o kadar zor ki... Ne yazarsam yazayım ifade edemiyorum kendimi. Senin kanını akıttıkları o kaldırımın önünden her geçişimde göz pınarlarımı dolduran yaşların akmasına engel olmak için başımı havaya kaldırarak yürüyorum. Aradan bir ay geçti ve ben sokak ortasında ağlamamak için hala aynı masum hileye başvuruyorum. Demek ki zaman da dindiremiyormuş acıyı.

Bu aralar hayat ve ölüm üzerine daha çok düşünmeye başladım. Ama her düşüncenin içinde sen varsın. Türkiye’nin iki farklı yüzünün çatışmasını izlerken de aklımda senin Anadolu’nun güzel insanlarına özgü gülümseyişin ve umut veren bakışların var.

Sana ölüm sözcüğünü yakıştıramıyorum. Seni ve ölümü yanyana yazamıyorum. Çünkü biliyorum senin gibi insanlar kalplerde ve zihinlerde yaşamaya devam ederler ve bu anlamda ölümlü değillerdir. Sen, taşlarını kendi ellerinle dizdiğin yolu bıraktın bize; barışa, sevgiye, kardeşliğe ve umuda adanmış bir ömrün ışığını bıraktın. Kaldırımı kırmızıya boyayan kandan yüzbinlerce Hrant Dink doğdu. Sen şimdi o yüzbinlerce Hrant Dink’in yüreğinde ve İstanbul sokaklarında kanat çırpan güvercinlerin bakışlarında yaşıyorsun. Ama yaşıyorsun işte. Seni öldürdüğünü sanan karanlığın pis sırıtışına inat yaşıyorsun.

Karanlıklar prensi ırkçıların, kafatasçıların sesleriyle konuşuyor ve kinini kusuyormuş ne gam. Karanlık, ne kadar çırpınsa da doğmakta olan günün ışığında yok olup gitmeye mahkumdur.

 
Toplam blog
: 130
: 5076
Kayıt tarihi
: 08.08.06
 
 

Ege Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi bölümü mezunuyum. Şu anda Marmara Üniversitesi ..