Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '09

 
Kategori
Güncel
 

Yüreğimizdesin Ahmet Kaya

Yüreğimizdesin Ahmet Kaya
 

her kurşuna yer var yüreğimde,yeter ki sırtımdan vurmayacak kadar yürekli ol...


“Kendine iyi bak su akar yatağını bulur' dizeleriyle yıllar önce adeta bu ülkenin yakın gelecek siyasi tarihinin seyir defterini çıkaran milyonların 'Bahtiyar'ı Ahmet Kaya'nın ölümünün üzerinden tam 9 yıl geçti.

Yılı 1999, Magazin Gazetecileri Derneği’nin halk oylarıyla belirlediği “Yılın Sanatçısı”, Ahmet Kaya olmuştu.

10 Şubat 1999 gecesi Türkiye’nin en ünlü sanatçılarının ve simalarının bulunduğu bir salonda yapılıyordu ödül töreni ve Show TV’den canlı yayımlanıyordu tüm Türkiye’ye. Herkes sırasıyla çıkıp ödülünü alıyordu sahnede. Sıra Ahmet Kaya’ya geldi, yılın sanatçısıydı Ahmet Kaya. Bir kez daha sahneye alkışlarla çıktı, ödülünü aldı ve “Giderim” isimli şarkısını söylemek için mikrofonu eline alıp şu konuşmayı yaptı:

“Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Anneleri’ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var: Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir KÜRTÇE şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayımlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum.”

Salonda derin bir sessizlik oldu…

Yaptığı konuşmaya karşı çeşitli protesto sesleri yükselirken Ahmet Kaya, elinde ödülü, her zamanki tavrıyla, gülümseyerek şarkısını söyledi. Şarkısını bitirince mikrofonu bırakıp yerine doğru yönlenmesiyle bazı sanatçıların(!), gazetecilerin, magazin dünyasının bilinen isimlerinin masalarından önce yuhalamalar yükseldi ve hemen ardından sağdan soldan Ahmet’e çatal bıçak fırlatmaya başladılar. Ahmet, en dipte eşi Gülten ve birkaç arkadaşının oturduğu masaya güçlükle varabildi. Ortalık fena halde karışmıştı. Tüm Türkiye’nin gözleri önünde, canlı yayında kameraların ve ayaklanmış insanların arasından Ahmet’in acı gülümsemesi görünüyordu. Birkaç garson ve sanatçı Ahmet ve Gülten’e atılan çatalların, yemek artıklarının arasında durmaya çalıştılar. Tam bir arbede yaşanıyordu. Ahmet “Kürtçe” demişti çünkü.

Ve sonrasında artan baskılar, alehte yazılanlar, vatan hainliğiyle suçlanması.. Yargılanmaya başlanması. Kocaman bir yalnızlığa sürüklenen aile, posta kutularına bırakılan isimsiz mektuplar ve telefonlarla ölüm tehditleri alıyorlar, kızlarını okula büyük bir kaygı ile gönderiyorlardı. Ahmet sokağa çıkmayı bir kez denediğinde marşlarla ve tükürüklerle karşılandı.

SONRA……

” arka cebimde iki metrelik kefenim duruyor her an hazır ölürsem hayatımda istediğim bir tek şey var bir tek şey asla bu ülkeyi sevmiyor demesinler asla yani çünkü ben bu ülkeyi Edirne den Ardahan’ a kadar çok sevdim”

“Karşılıksız bir aşka kurban ettim ömrümü İşte gidiyorum “ diyerek;

1999 Haziranı’nda Kürtçe şarkıyı stüdyosunda söyleyip kaydettiği gecenin ertesinde, sabah 4’te yağmurlu bir İstanbul’a kırgın, yorgun ve bir dost uğurlaması olmaksızın veda etti.

Ve Paris…

“Ahmet sıkıntılı, tipik bir sürgün hastalığı olan ve ağırlıkla stresin ürettiği ülserinden şikâyetçiydi. Çok sık ağrılar yaşıyordu ve onu böyle görmek Gülten’i kahrediyordu. Paris’teki dostlarıyla, bir Ermeni lokantasında kutluyorlardı doğum gününü… Ve karar veriyordu Gülten: Kasım ayında, Melis’in bir haftalık okul tatilinde Ahmet’in yanına gittiklerinde onu kendisi doktora götürecek ve gözüyle görerek muayene ettirecekti. Bu kararını oradaki dostlarına iletiyor ve şimdiden randevu alınmasını istiyordu. Nihayet, 11 Kasım’da Melis’i, Ahmet’in deyimiyle ‘en gerekli ilacı’ yanına alarak bir haftalığına Paris’e gidiyordu. 17 Kasım için randevu alınmıştı bile. 15 Kasım günü, oradaki sevgili dostları Deniz’in tercümanlık refakatiyle doktora gidiliyor, gerekli ön ilaçlar alınarak 17 Kasım’daki hastane randevusuna hazırlanılıyordu. Son kez ve son derece keyifli bir akşam yaşadılar… Gülten ve Melis, 16 Kasım 2000 sabahı Paris’teki evde bir gürültüyle uyandılar. Koridorda boylu boyunca uzanmış duruyordu Ahmet. Çok çabaladılar; ama Ahmet’in yorgun ve kırgın kalbi yeniden çalışmayı reddetti.

“nerden düstü aklına
bir sonbahar aksamı çekip gitmek
içimize dinmek bilmeyen bir hasret koyup gitmek
zamansızdı gidişin
zordu geri dönmek

nerden düstü aklına
bir sonbahar aksamı çekip gitmek
bizi bu 'yağmurlu şehir' de
bir başımıza koyup gitmek
oysa
söylenmemiş bir türkün vardı
yüreklere sığmayan hasretin
bitmek bilmeyen özlemlerin

nerden düstü aklına
bir sonbahar akşamı çekip gitmek
doldurulmaz bir bosluk bırakıp
meydanı çakallara terketmek...
memleket sevdasına kurban ettigin yüreğinle
ihanet damgasını yüklenmek...
oysa tadı yoktu sensiz günlerin
ve hiç bir güzelliği yoktu
sensiz o söylenen o sözlerin

dedim ya
nerden düstü aklına
bir sonbahar aksamı
bizi acılar limanina terketip
sonsuzluk denize
sürüklenmek”

Ardında, biri henüz yayımlanmamış 18 albüm, 200 kadar şarkı, tüm Türkiye halkının hafızasında en az bir mısra bırakıp gitti ozan. Kırk üç yaşındaydı kalbi, içindeki hüznü taşıyamayıp durduğu sabah. Ertesi gün onu uğurlamaya Türkiye’den ve Avrupa’nın her yerinden 30.000’in üzerinde seveni geldi Paris’e. Hep bir ağızdan şarkılarını söyleyerek aşkın ve tarihin mezarlığı Peré Lachaise’e teslim ettiler Ahmet’i.

Aynı günün gazeteleri, onun bu yolculuğunu; “Yorgun Demokrat Öldü”, “Kürtçe Kaseti Çıkaramadı”, “Kalpten Öldü”, “Ahmet Kaya Kalbine Yenildi”, “Sürgünde Öldü”, “Memleketine Küs Gitti”, “Yorgun Demokrat, Kalbine Yenildi” , “Yılmaz Güney’in Yanında Yatacak”, “An Gelir Biter Muhabbet”, “Yüreğimizdesin” gibi başlıklarla verdiler.

Onu yapayalnız bırakan dostlarının şimdi meydanlarda Kürtçe şarkılar söylediğini; halkın, Ahmet Kaya adını bayrak gibi taşıdığını göremedi. Ve en önemlisi, Ahmet kendisini hain ilan eden gazetelerin köşe yazarlarının birer birer ona yapılan haksızlığı yazmaya başladıklarını, onu yalnız bıraktıkları için duydukları pişmanlığı anlattıklarını, hatta onu ölümsüz ilan ettiklerini, Ahmetsiz bir Türkiye’nin çok renksiz kaldığını söylediklerini, onun şarkılarından vazgeçemediklerini, tıpkı onun son bir yılında ısrarla söylediği gibi “bir şarkıyla bir ülkenin bölünmeyeceğini” anladıklarını göremedi…

Önemli köşe yazarlarının, onun arkasından yazdıkları yazılara, “Penceresiz kalmak”, “Ve… Son…”, “Ölürsem Beni Topraklarıma Gömün”, “Arkadaşım Ahmet ve Kadere İsyan”, “Artık Seninle Duramam…”, “Ben Buyum İşte”, “Ölmek Ne Garip Şey Anne”, “Aynı Daldaydık”, “Yeterince Acı”, “Ahmet Kaya Öldü, Vatan Bölünmekten Kurtuldu”, “Onu Yalnızlık Öldürdü”, “Sazın Teli Koptu” gibi başlıklar attıklarını göremedi...

Dinleyicilerinin, halkının sevgisinin dünyanın her yerinde varlığını inatla sürdürdüğünü, giderek büyüdüklerini-çoğaldıklarını, doğan çocuklara kendisinin ve Gülten’in isminin verildiğini göremedi…

Belki bugün hâlâ yüz binlerce insanın onun şarkılarını dinleyip onu özlediğini, ömrünün sonunda özgürce dolaşamadığı sokaklarda şarkılarının her gün binlerce kez çalındığını, Peré Lachaise’de dünyanın her yerinden birçok değerli muhalifle paylaştığı ebedî mekânına, özlemiyle öldüğü toprakların bağrından çıkmış ve üzerinde onun Türkiye’sinin motifleriyle (Ege’den nazar boncuğu, Orta Anadolu’dan gözyaşı şişesi, Kastamonu yazmalarından sonsuzluk sembolü servi ağacı, Osmanlı İstanbulu’ndan lale, Mezopotamya uygarlığının savaşçı giysilerini süsleyen Güneş tasviri, Hitit Güneşi’nden bir parça, Kütahya çinilerini süsleyen karanfil, mey, zurna, erbane, vazgeçilmez bağlaması, onun evrensel müzik anlayışını simgeleyen piyano, doğduğu coğrafya ve onun genel siluetini temsilen Mardin evleri, yaşadığı ve üretimini gerçekleştirdiği ve terk etmek zorunda bırakıldığı şehri İstanbul’un siluetinden Galata Kulesi ve Galata evleri, sadece Anadolu topraklarında, kayalıklarda ve yüksek yerlerde varolan, karın kalktığı sıralarda baharın habercisi olarak açan ve onun en sevdiği çiçek olan kardelenlerle) süslenmiş bir yapıyla anıtlaştırıldığını görebilseydi, ona o hepimizin yakından tanıdığı gülümsemesini iade etmiş olabilirdik. Ve belki dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir sanatçı, hiçbir insan, bir daha anadilinde bir şarkı söylemek uğruna linç edilmezse ona yaşatılanlara bir daha asla üzülmeyecektir şimdi bulunduğu yerde…

Onu artık yorganının üzerindeki Mezopotamya Güneşi ısıtacak. Şarkıları elbette hiç susmayacak.

Bir daha asla, hiç kimsenin kendi kimliğinden vurulmayacağı bir ülke özlemiyle;

Ahmet Kaya’yı hayatın ve tarihin haklı adaletine teslim etmenin huzuruyla...

“Tarifi imkânsız acılar içindeyim
Gurbette akşam oldu, yine rüzgâr peşindeyim
Yurdumdan uzak yağmurlar içindeyim
Akşam oldu
Sürgün susuyor…”

*******

Zemheri yaylasında doğmuşum
Koyaklarda kartal uçurmuşum
Kurt kovalamışım, adam vurmuşum
Onursuz yaşanmaz demişim
Rezil rüsva etmemişim kendimi böceklere
Bu yüzden dik bakarım adamın yüzüne
Bu yüzden hoyrattır duruşum
Asi bir küheylanım
Anam rüzgar babam aşiret
Bin yıldır bu koğuştayım
Diz çöktürmez beni hasret
Seni sevdim
Bir kekliğin sesini üzmekten sakınır gibi
Seni sevdim
Gururlu dağ çiçeklerini göğsüme takınır gibi
Ben sazımı kıl çadırların boynuna astım da öyle geldim buraya
Ölürsem miradi ölürüm
Harlanmış bir kılıca alnımla dokunur gibi
Asi bir kühaylanım
Gözlerini benden ayırma
Kırılıp düşerim sonra
Kimse bakmaz yarama
Bana ne getirdin ki çok
Karda çürümüş sümbül soğanlarımı
Yoksa toz kaldıran tayları dar geçitlerdemi kanattın
O göçebe sevdamızın yamacına şimdi kimler konuyor söyle
Söyle kınalı kuzum nerde
Onu hangi namerdin sürüsüne kattın
Asi bir küheylanım
Mahmuz vurma düşüme
Delerim bu duvarları jandarma kavuşmaz peşime
Ben ki dipsiz uçurum boylarında kovalanmış iflah etmemişem
Ben ki huysuz nehir yataklarında dinlenmiş ıslah olmamışam
Nasıl sığarım düşündünmü
Şu al tadımlık tosbağa ortasına şimdi
Dağları çıldırtan öykümü
Ben bu demirlere dişlerimle yazmışam
Asi bir küheylanım
El süremezler yeleme
Bırak yırtılayım artık bırak, gem vurma dilime
Hüznüm duvarlarında sıvası dökülmüş bir yer vardır
Bilirmisin yavri
Bilirmisin çiçekler çentik çentik solar
Bu gavur ölüsü akşamlarda
Bırak gözyaşlarımın oyduğu çukurlar öylece betonda kalsın
Dolansın peşime bir metelik etmez bu sırtlan adımları, dolansın
Şapkam namusumdur
Koma buralarda koma, tesbihim dağılmasın
Asi bir küheylanım
Kesmez beni bu acılar
Beni vursada bu puştlar
Ancak arkamdan vururlar....

Ahmet Kaya

 
Toplam blog
: 221
: 1905
Kayıt tarihi
: 27.09.06
 
 

Evli bir kız çocuğu babasıyım. Yüksekokul mezunuyum. Bir kamu kurumunda çalışıyorum.16.03.2017 ta..