Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Zarf ve Mazrufu (içindeki muhtevası)

Zarf ve Mazrufu (içindeki muhtevası)
 

Yaz mevsimi geldi ya, masamda davetiyeler üst üste birikti. Nişanlar, nikâhlar, düğünler, sünnet törenleri hepsi bu günlerde toplanmış…

Hangi birine gidilecek, hangisine takı takılacak, hangisine hediye yetiştirilecek, bilemiyorum…

*****

Bu tür davetiyelerin konduğu zarf, mektup zarfından biraz farklıdır bilirsiniz. Hele son zamanlarda "farklılık" adına çok abartılı zarflar kullanılıyor.

Eskiden, bir bildiğimiz klasik yapıştırmalı beyaz mektup zarfları vardı, bir de yapışkanı olmayan tebrik ve davetiye zarfları.

Bir de resmi evrakın gönderildiği sarı zarfları hatırlamakta fayda var tabi….

Devlet baba öyle hal hatır sormak üzere bir vatandaşına mektup yazmayacağı için, nerden gelirse gelsin sarı bir zarf, bütün hane halkının yüreğini ağzına getirirdi.

Aslında zarfın şeklinden çok, mazrufu, yani içindeki önemli olmalı değil mi? Düşünsenize, bir mektubun içinde ölüm haberi de olabilir, doğum haberi de...

Gerçi cep telefonu ve bilgisayar çıktığından beri, ânında haberleşme imkânı bulan yeni nesil bu mektup muhabbetinden pek anlamaz, biliyorum. O yüzden zarf ve mazruf da onlar için pek bir şey ifade etmez.

Geçirdiğimiz değişim, mektup taşıyan zarfları unutturdu belki ama, şimdi görkemli davet zarfları herkesin gözüne batacak cinsten…

Özellikle Belediyelerin gönderdiği davetiyelerin zarfını görünce, insan padişahın kendisine Marmaris dolaylarında bir ada bağışladığını zannediyor.

Bir törene katılımı haber vermek için gönderilmiş davetiyenin bu kadar allı pullu olmasının, o davetiyeyi hazırlayan firma dışında kime faydası olabilir ki?

Burada bir duyuru söz konusudur. O bilgiyi alan kişi, eğer gitmesi gerekiyorsa o çağrıya katılacak, gitmek istemiyorsa, zaten o törenin semtinden bile geçmeyecektir.

Nedir o zaman bu israfın anlamı?

*****

Sosyal hayatın topluma yansıması, elbette bileşik kaplar sistemine göre olmaktadır. Yani bir alanda kötü şeyler olurken, başka alanlarda iyi şeyler olması mümkün değil. Bu bağlamda, zarf-mazruf ilişkisindeki çelişki, ne yazık ki hayatımızın her safhasına yansıyor.

Kısacası insanlar giderek zarfa daha çok değer vermeye başlayınca, mazrufun önemi de âdeta ortadan kalkıyor.

*****

Diyelim ki bir kurumda yanlış bir iş yapılıyor. Bu yüzden devlet, millet, toplum zarar görüyor. Bir şekilde bu bilgi Basın’a aksedince, yapılan bu yanlışın üzerinde kimse durmuyor da, bunun nasıl sızdığı daha çok önem kazanıyor ve yanlışı yapanlar yerine, bu yanlışı açığa çıkaranlar suçlanıyor ve cezalandırılıyor.

Hani kopya çeken bir öğrenciyi öğretmene söyleyen çocuk, “jurnalci” olarak suçlu pozisyonuna düşerken, kopya çeken, “masum” rolüne bürünebiliyor. Hırsızlık yapana ceza verilmezken, onu yakalayan polis sürgüne gönderilebiliyor.

*****

Son günlerde Milliyet Blog’da dikkatimi çeken bir konu var. Bazı arkadaşlarımız Kahramanmaraş’ın meşhur Sütçü İmam’ının sadece adının mı imam olduğu yoksa gerçekten imamlık mı yaptığı meselesinde ısrarlı bir tavır sergilemeye başladılar.

Genellikle kişiler arasındaki tartışmalara katılmamaya özen gösteriyorum. Ancak bu amaçlı bir bilgi yanıltması olduğu için, burada sessiz kalmaya gönlüm razı olmadı.

Sütçü İmam bilindiği gibi, Maraş’ın işgalinde, düşman (Fransızlar) askerleriyle işbirliği yapan Ermeniler’in, hamamdan çıkan kadınlara sataşması ve özellikle örtülerini açmaya çalışması üzerine, bu içkili gruba silahla müdahale eden bir vatandaşımızdır.

Bütün kaynaklar bu olayı böyle anlatıyor.

Biz, geçmişte kadınları kapalı gezen bir toplumun evlatlarıyız. Bugünkü anlayışımıza göre kapanmak doğrudur, yanlıştır o ayrı bir tartışma konusu. Ancak tarihimizi, atalarımızı, ceddimizi ve onların giyiniş tarzını, şimdiki aklımıza ve keyfimize göre yargılayamayız da, değiştiremeyiz de… Bu bir vakıa…

Burada önemli olan, bir vatandaşın, kendi mahallesindeki kadınlara sahip çıkarak, onlara sarkıntılık yapan düşmana karşı çıkması, bu şekilde Maraş’ta bir halk hareketi başlatmasıdır.


Bu kişinin adının imam olmasıyla, görevinin imamlık olması arasında, şu yaptığı hareket açısından zerrece bir ilgi, alâka ve bağlantı yoktur.

Kaldı ki bu kişinin imam olmaması daha çok tercih sebebidir. Demek ki, kadınlarımızın namusuna yapılan bir saldırıya karşılık vermek için ille de imam olmak veya dini bir vasfa sahip olmk gerekmemektedir, “insan” olmak, “erkek” olmak böyle bir cesaret göstermek için yeterlidir.

Benim ulaşabildiğim kaynaklardan –ki bu ansiklopediler de üstelik ve maalesef yabancıdır- AnaBritanica’da Sütçü imam’dan, “Uzunoluk Camii imamı”; Büyük Larouss’ta “Uzunoluk Camii Müezzini”; Milliyet Gazetesi’nin çıkardığı Yeni Rehber Ansiklopedisi’nde “Adı imamdı. Adının yanında mesleği de imamlıktı”; ve Fransız kökenli Meydan Larouss’ta “Dükkanının karşısındaki camide imamlık yapıyordu” şeklinde bahsedilmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin internet sitesinde Sütçü İmam, Milli Mücadele Dönemi Başkahramanları başlığıyla ilk sırada şu cümlelerle anlatılmaktadır: Maraşlı olup asıl adı Ali, lakabı Hacı imam'dır.Uzunoluk Mescidinde imamlık yaparken aynı zamanda süt de sattığından "Sütçü imam" olarak da bilinmekteydi. İşgalci Fransız kuvvetleri içindeki Ermeni askerlerin Müslüman kadınlara sarkıntılık etmesi üzerine çıkan olaylarda, bir Fransız askerini öldürüp şehrin dışına çıkarak Maraş'ta bağımsızlık mücadelesini başlattı.

Bu açık bilgilere rağmen, Sütçü İmam’ın sadece adının imam olduğu ve kendisinin Alevi olduğu iddiası acaba ne anlama gelmektedir?

“Gericiler onu yurtsever olduğu için değil, imam diye severlermiş” Bu kadar gerçeklikten ve ciddiyetten uzak bir cümle olabilir mi?. Eğer imamsa “ilericiler” de imam olduğu için sevmekten vazgeçecekler herhalde ki onun için ısrarla adı imam diye diretiyorlar.

Bir insanın yaptığı iş, adına, mesleğine, mezhebine göre değişiyor mu? Hani ülkede laiklik vardı, eşitlik prensibi vardı? Din ve mezhep ayırımcılığını körüklemenin bundan daha vahim bir yolu olabilir mi?

Bir fikre, bir düşünceye, bir inanca, bir dine, bir felsefi görüşe karşı olabilirsiniz. Fakat bunun için bilgileri çarpıtamazsınız. Çarpıtsanız da bundan bir şey kazanamazsınız. Kazansanız da bunun hayrını göremezsiniz.

*****

Çağdaşlık, bu kadar basit oyunlar içeren iki yüzlü çifte standartlı davranışlar olamaz. Bu yüzdendir ki zaten insanları ikna etmek güç olmaktadır. Böyle bilinçli sahtekârlıklara başvuruldukça, güven duygusu büsbütün ortadan kalkmakta ve halkın “din” diye sarıldığı yanlışlıklara bağlılığı daha da artmaktadır.

Endişem odur ki, göz göre göre bu kadar yanlışlık ve çarpıklık, insanların içine düştükleri bataklıktan kurtulmasını engellemek için kasıtlı olarak yapılmaktadır.

Böylece o insanların gerçek dinin aydınlık yoluyla, dinle hiçbir ayrılığı gayrılığı olmayan modern hayata geçişlerini önleyerek, kendi saltanatlarının devamına imkân sağlamaya çalışmaktadırlar.

Ben başka türlü bir izah tarzı bulamıyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..