Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '15

 
Kategori
Öykü
 

Zeytin ağacının altında

Zeytin ağacının altında
 

Zeytinlikler arasındaki dar toprak yolu başa ikinci dönüşüydü. Nereden baksan aradan elli yıla yakın bir zaman geçmişti. Doğru yolda olduğuna emindi ama bir türlü aklında kalan ve aradığı zeytinliğe ulaşmasında işaret noktası olan ulu ceviz ağacını bulamamıştı. Tekrardan ağır adımlarla yürümeye başladı yolu. Neredeyse aramadan vazgeçip dönüp gidecekti. Güneş tam tepede olmasına rağmen sık zeytinliklerin gölgelerini aşıp etkileyemiyordu. Gene de terlemişti hafiften. Doğanın kendine has, sessizliği bozmak istemezmiş gibi hafif mırıltısı, börtü böcek ve onların kanatlarından çıkan hafif melodi, renkli bir iki kuş cıvıltısı, etraf zeytinliklerde çalışanların söyledikleri türküler ve bir birlerine seslenişleri dışında yeşil bir örtü olup inmişti  zeytinliklerin üzerine. Anayoldan arada bir geçen taşıtların gürültüsü de girişteki ağaçların dallarında asılı kalmış, ulaşamıyordu buralara kadar. Sağ tarafında arkadan gelen sese döndü.

-Hayrola beyim; birisini mi aradın, geçip durdun bir ikidir.

-Şey, dedemi; yani eskiden buralarda dedemin bir zeytinliği vardı orasını arıyorum ama bulamadım. Çok sene geçti aradan.

-Gel otur biraz, soluklan, yardımcı olurum. Hem çay demledim, bir çayımı iç.

Bakımlı bir zeytinlikti. Orta yaşı geçkin bir adam gülümseyerek dost gözlerle bakıyordu ona. Yoldan bir su arkıyla ayrılan zeytinliğe girdi. Adam elini uzattı, hisseti elinde nasırlı iri bir elin sıcak kavrayışını. Ağaçları buduyordu. Zeytinlerden birine dayanmış uzun bir merdiven ve orta açıklıkta budadığı dallardan yaktığı ateşin, kıpırtısız havada göğe dümdüz yükselen ak dumanı görünüyordu. Ortalıkta zeytin dallarının ve yapraklarının yanmasından yükselen yağlı, gizemli bir zeytin kokusu bir sihir gibi dalgalanıyordu hafiften. Bir zeytin ağacının altına ters çevirip koyduğu meyve kasası üzerinde çay bardakları ve şekerlik vardı. iki kasa daha alıp geldi. Ters çevirip koydu gölgeliğe. Yanan ateşin yanında ayırdığı közler üzerinde isten kararmış bir çaydanlığın iç çekermiş gibi kaynama sesi duyuluyordu, cızırtılı.

-Buyur otur. Şimdi koyarım çayları. Bir iki laflarız hem.

 Alışkın hareketlerle çayları koyup oturdu kasanın üzerine. Höpürtülü derin bir çekişle dolu bir yudum aldı çaydan.

- Kim di deden, belki tanımam ama zeytinliği bilirim mutlaka. Buraları iyi tanırım.

-Vodina'lı Mehmet Bey'in merasına doğru giden bu yoldan girerdik. Onunla çok gelmişliğim vardı buralara. İleride kocamış bir ceviz ağacı vardı. Oradan sağ tarafa bir patika uzanırdı üzerinde sahipsiz bir karadut ağacı olan. Ona geldik mi görünürdü zeytinlik. Sağ yanında belli ki yıldırım düşmesinden olmuş boydan boya kara bir yanık izi, çok büyük, kütüksü gövdesiyle zamana meydan okuyan asırlık bir zeytin vardı. Dedem o zamanlar en az iki asırlık bir ağaç olduğunu söylerdi. Diğer zeytinlerin atası gibi dururdu. Yaşlanınca sattılar zeytinliği. Neredeyse elli yıl var, ama kime bilemiyorum. Buralara Rahni derlerdi değil mi?

-Bizimkiler Rahni derlerdi ama yanlış. Yuvarlamaca. Bu bölgenin Rumlardan kalma isminin kısaltılması. Doğrusu Rahri Petromazsa, Rumca olarak. Altmış yılından sonara bütün Kapıdağ' daki Rumca yer isimlerini değiştirdiler. Buranın ki de Yağlı Bayır oldu. İyi mi yaptılar bilmem. Bir eski, bir hasret türküsünde bir tat eksilmiş gibi geldi bana. Bilir misin 1920 li yıllarda buralarda otuz bin Rum'un yaşadığı söylenir. Kurtuluş Savaşı'ından sonra sayıları giderek azalmış. Mübadiller ve Balkan göçmenlerinin gelip buralara yerleşmesiyle bir yaşam, bir kültür kayması da yaşanmış. İyi ki gelenler arasında Girit kökenliler varmış da zeytinciliği öğrenmiş bizimkiler onlardan. Şimdilerde değişti her şey. Eskinin güzelliklerinden, tadından bir şeyler ara ki bulasın. Belki bana öyle geliyor. Yaşlandık ya, ağzımızın tadı bozuldu belki de...

 Kalktı, çay bardaklarını doldurdu yeniden.

-Çok güzel, bakımlı bir zeytinlik burası. Eskiden beri zeytincilikle uğraşıyorsunuz belli ki.

  Sustu,durdu uzun soluklu. Devam etti sonra.

-Eskiden beri değil. Bir işi yaptın mı iyi yapacaksın. Namus meselesidir bir bakıma, bizim anlayışımız böyle. Yeni bile sayılabilirim bu işte. Asıl işim denizcilikti benim. Ama deniz genç bir kadına benzer. İhtiraslıdır, uymaz günü gününe, zordur memnun etmek, anlamak, anlaşmak. Ama bir de sevdin mi bırakmaz seni, devamlı çağırır, gelesin ister. Genç olmak lazım, bizim elek duvarda artık malum. Ama toprak öyle değildir. Uysaldır, kanatkardır, yumuşak huyludur, kavga etmez seninle. Bak şu ağaçlara; fazladan bir şey istemeden, gücenmeden verirler devamlı. Koca denizleri, deryaları bitirdiler artık. Sıra toprağa, zeytinlere geldi. Bir zamanlar zeytin ormanı gibiydi etraf. Bayırı aştın mı Erdek'e doğru ev görünmezdi zeytinin yeşilinin içinde. Şimdi imara açtılar çoğu yeri, beton, bir tırtıl gibi yeşillikleri kemire kemire yükseldi, evler geldi Murat Bayırı'na dayandı. Bir zamanlar her iki sahilde de nerdeyse denize inan zeytinliklerin yerinde şimdilerde yazlık siteler, kamplar, oteller, moteller var. Başını ağrıtmıyorum ya...

- Yok, ne güzel anlatıyorsunuz. Faydalanıyorum.

-Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir tuhaf gübreleme ve ilaçlamadır çıktı, toprağın dengesini bozdular kimyasal gübrelerle. Ağaçlar şaşırdı çeşitli ilaçların altında. Herkesin sırtında bir pompa, yetmezmiş gibi tepeden uçakla basıyorlar ilacı. Neymiş, zeytin sineğiymiş. Yok edersen arıyı, yarasayı, sığırcığı ürer tabi sinek. Esiden de vardı ama yerdi sığırcıklar, arılar. Güya bitirdiler zeytin sineğini ama, sığırcıklar gelmez oldu, arılar öldü. Görüyor musun etrafta hiç kelebek. Gürültüden buralara kaçan bir iki iskete de olmasa kuş cıvıltısı da işitilmez olacak nerdeyse. Beti bereketi kaçtı zeytinin, tadı bozuldu; büzüştü taneleri, küstü. Tepeden ilaç atmakla, gelip senede bir kere gübre sepelemekle olmaz. Seveceksin bu ağaçları yavuklun gibi. Sevgi olmazsa tadı olmaz hiç bir şeyin.

- Çay için ve anlattıklarınız için sağolun. İzin verirseniz ben kalkayım, tarif ederseniz:..

-Sen bilirsin, şimdi yolu aşağıya doğru takip et, ileride ikiye ayrılacak. Sağdakine sap, az gidince cevizi görürsün. Ondan sonra karadutu bulmak kolay zaten. Gerisi sana kalmış.

 Vedalaşıp ayrıldılar. Dediği gibi ceviz ağacını, az gidince karadutu buldu. Ne çok dut yemişlerdi zamanında bu ağaçtan. Elleri, dudakları, üstleri başları kıpkırmızı kesilerek. Eliyle koymuş gibi buldu zeytinliği. Tam köşede devasa, bir yanı iyice kararmış, şaşırtıcı kütüksü irilikte yumrulu, zamana meydan okuyan gövdesiyle ve belli ki bu gövdeden yeni filizlenen dallarıyla asırlık ağaç, kökleri derinlerde mitolojik bir zeytin tanrısı gibi orada duruyordu. Görkemi karşısında içi kabardı. Dedesi konuşurmuş gibisine geldi.

 Bak diyordu, bu ağaç var ya nereden baksan ikiyüz yıllık. Benden önce en az üç kuşak eskitmiş. Benden sonra da bir o kadar eskitir en az. Bu konuşmanın üzerinden en az elli yıl geçmişti. Oturdu, sırtını zeytine dayayıp kulaklarında dedesinin sesi daldı gitti.

-Zeytin ağaçları kutsaldır.Tamamen yanıp yok olmadıkça yeniden sürerler. O yüzden bir adı da ölmez ağacıdır zeytinin. İnsana çok şey anlatır. Anlamasını bilene tabi. Barışı anlatır, bereketi, doğaya saygıyı anlatır. Sonsuz zaman içinde bir göz kırpması zamanını anlatır insanın, insanlığını anlatır.

Kalktı; yeni yolun yanındaki banketten Yağlı Bayır'ı çıkmaya başladı. Sol tarafta körfeze hakim yükseltinin üzerine yayılmış yazlık sitenin açıklığından körfezin mavi görüntüsüne düşen Edincik tepelerinin  zeytin ormanının yeşili, ufka yaklaşmış akşam güneşinin ışıklarında yakamozlanıyordu. Yanından hızla geçen camı açık minibüsten yayılan baygın bir arabesk ezgi, yokuşa saran arabanın değişen vites gürültüsüne karışarak havaya yayıldı.

 

Akın YAZICI

9 Mayıs 2015/İzmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..