Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '08

 
Kategori
Dünya
 

Zor yıllar ve değişen paradigma

Zor yıllar ve değişen paradigma
 

Sosyal bilim parametrelerinin ve altı bin yıllık klişeleşmiş değer yargılarının kökten değişmeye başladığı son yıllarda; dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen önemli bir olayı, neredeyse saniyesi saniyesine odamızdan izleyebiliyoruz. Ya da bizler; medya kuruluşları gibi milyonlarca dolarlık yatırım yapmadan, yazdığımız yazıları saniyeler içinde dünyanın dört bir yanına dağılmış insanlara gönderebiliyor ve fikirlilerimizi paylaşabiliyoruz.

Bu bitmez tükenmez bilgi sağanağına rağmen; kimi zaman, yaşamakta olduğumuz hayatın eskiye oranla daha sıradan ve monoton olduğunu düşünmemiz garip bir tezattır.

Bir diğer ilginç durum ise; yaşamakta olduğumuz devrimci değişim sarmalının ulaştığı ivmeyle, dünyaya ve olaylara hala eski paradigmanın parametreleriyle bakmakta ısrar eden; ama yine de gazete, dergi ve televizyonlarda boy göstermekten imtina etmeyen, yüzlerine ve kalemlerine aşina olduğumuz alim (!) ve allame (!) taifesinin daha şimdiden hayatın dışına itilmiş olmasıdır...

Geçtiğimiz yıllarda keyifle izlediğimiz, dönemin en itibarlı, en reytingli ve en ateşli tartışma programları bile; artık, deli saçmasına benzer bir kör döğüşünü andırmakta, demagojik kelime oyunlarının arkasına sığınmış allamelerin (!) önceden ezberledikleri dini ve sağlı sollu ideolojik sloganları sıraladıkları sığ ve kalitesiz bir saçmalama temaşasına dönüşmektedir.

Geçtiğimiz yüzyıl; içerdiği anlamlar itibariyle siyasal ve toplumsal temel referans kodlarını ifade eden "cumhuriyet, fundementalist İslam, Kemalizm, Marksizm, sosyal devlet, sosyalizm, millet, milliyetçilik, demokrasi, laisizm, devletçilik, terör, üniter devlet, bağımsızlık, bireysel hak ve özgürlükler, siyasi partiler, STK, makro ekonomik dengeler, stratejik ortaklık, AB entegrasyonu" veya "karşıtlığı" gibi kavramlar bugün itibariyle, fikir teatilerinde ve münazaralarda tek başlarına bir referans olmadıkları gibi bu kavramların arka planları da yaşadığımız dünyayı ve gelişen olayları aydınlatmaya ve açıklamaya yetmemektedir artık.

6000 yıllık tarım devrimi paradigması "yönetsel piramidi" kurumlar üzerine kurgularken; bu piramit, bugüne kadar oluşturduğu bütün değerler sistemi ile çökmekte sanki uluslararası toplum yeni baştan -henüz tam şekillenmeyen- omurgasını tek başına özgür bireyin/insanın oluşturduğu yeni türde bir ilkel-komünal veya doğrudan demokrasi ile yönetilen site devleti dediğimiz minimal yapıya yeni baştan geri dönmektedir. Elbette bu, Aristocu mantıkla açıklanabilecek bir geri dönüş değildir.

Yüzyıllar boyunca yapılan pek çok devrim ve karşı devrime rağmen; 6000 yıllık tarım devrimi paradigmasının egemen olduğu süre boyunca, tek başına insan, tarihin hiç bir döneminde toplumsal yaşamın merkezinde "rol" almamıştır.

Semavi dinler bile, kurallarını ve örgütlenmelerini bu eski paradigmaya göre belirlemişlerdir. İnsanın insana zulmünü, haksızlığı, adaletsizliği, hukuksuzluğu meşrulaştıran haksız savaşlar ve kölelik, İslamiyet dahil bütün dinlerin meşru saydığı vazgeçilmez kurumdur. Tek tanrılı dinler için savaş kutsaldır. Sanayi devriminden sonra da, kölelik kurumu kısmen şekil değiştirse de işlevsel olarak halen devam etmektedir.

Bugün, modern saydığımız toplumlarda esas söz sahibi olan insanın tek başına kendisi değil; hükümetler, kurumlar ve örgütlerdir. Uluslararası ilişkiler kavramı ise kökten bir aldatmacadır. Bunun doğru adı hükümetlerarası ilişkilerdir.

Yeryüzünde bütün devletler ve hükümetler ( seçimle gelmiş olsalar bile) varlıklarını ve icraatlarını halka rağmen sürdürürler. Hesap verdikleri kendi halklar/seçmenleri değil, küresel egemenlerdir. Amerikan hükümeti bile bu egemenlerin emrindedir. (Ya da Amerikan yönetimi bu egemenler tarafından belirlenir.) Küresel arenada bazı figüran devletlerin hükümetleri için Amerikan hükümetinin talepleri her zaman kendi halkının isteklerinden önce gelir. Bu teşhis pek çoğunuz için biraz abartılı ve acımasız gelse de son 400 yıldır Dünya'da işler bu şekilde yürümektedir. (İngiltere istemeseydi Türkiye Cumhuriyeti kurulamazdı)

Bu bağlamda; son günlerin gündeminde geniş yer alan "Ergenekon" namıyla maruf zırvalık; küresel sermayenin tezgahladığı bir içten çökertme ya da böl-parçala-yut operasyonundan başka bir şey değildir. Şimdiden, bu operasyonun fiyasko ile sonuçlanacağını söylemek ise; herhalde kehanet sayılmaz.

Bugüne kadar; bireyin kendisinden, içinde yer aldığı devletin, toplumun ya da dinin kurallarına sorgusuz itaat etmesi beklenmiş; itaat ettiği ve kurallara uyduğu sürece kendisine üretimden pay verilmiş ve yaşama hakkı tanınmıştır.

Peki içimizde, bugün dünyamızın içine düştüğü kaotik durumun tek başına müsebbibi olarak; Afganistan'ın ıssız dağlarını mesken tutmuş bir avuç VAHABBİ terörist olduğuna inanan kaç tane saf arkadaşımız var? Bu saçma iddiayı inandırıcı hale getirmek için olmadık entrikalar çeviriyorlar. Bundan sonra da daha kanlı ve acımasız entrikalara maruz kalacağımızı şimdiden söylemek kehanet olmaz.

İşin gerçeği; yaşamakta olduğumuz bu kanlı ve sancılı süreç, uygarlık tarihinin en önemli dönüşümlerinden birisinin daha doğum çığlıklarıdır.

Eski zamanlarda, daha zarif, şık ve diplomatik manuplasyonlarla sürdürülmekte olan BAZI İŞLER , müesses nizamın çöküşüyle birlikte ortaya çıkan kaotik geçiş döneminde; zerafetin yerine kabalığı diplomasinin yerine ise vahşet ve saldırganlığı ikame ederek son kozlarını oynamaktadır.

Tek korkumuz; devletin bekası için, bir süreliğine demokrasinin feda edilmesidir.
Hiç kimsenin kuşkusu olmasın! Türkiye toplumu, bu badireyi de atlatacaktır.

A. Mesut Tatlıpınar

 
Toplam blog
: 47
: 3759
Kayıt tarihi
: 17.02.08
 
 

İstanbul'da doğdum. Şişli Lisesi'ni ve MÜ Siyasal Bilimler Fakültesi'ni bitirdim. Daha sonra, İ.Ü..