Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '06

 
Kategori
Felsefe
 

Züğürt tesellisini bırakalım, gelin kendimize zengin cümleler kuralım!

Züğürt tesellisini bırakalım, gelin kendimize zengin cümleler kuralım!
 

"Yürü Ya Kulum" denilenleri hepimiz biliriz mutlaka. Ama arada bir "Yürrrrrüüüüü Ya Kulum" denilenler var ki bu kulların durumu pek vahim. Buradaki "Yürrrrrüüüüü" ifadesi, hani taş arabası ile söylenen cümledeki gibi tonlanırsa, neden vahim olduğu hemen ortaya çıkacak, biliyorum. Ama farkındaysanız, yazımın başından beri ısrarla "Tanrı demiş" ifadesini kullanmıyorum ve kullanmayacağım da. Niçin böyle yaptığımın açıklamasını da doğaldır ki yazımın en sonuna saklamayı daha uygun buluyorum. Merak unsurunu ayakta tutabilmek açısından çok faydalı olabiliyor kimi zaman. Neyse…Konuyu dağıtmamakta fayda var.

"Yürü" denen kullar yürümek için kendine yol açma konusunda o kadar başarılılar ki, önlerine çıkan yol ne kadar engellerle dolu olursa olsun, ne kadar problemle karşılaşırsa karşılaşsınlar, aştıkları zorlu(görünen) yol onları kapalı bir kapının önüne çıkarsa dahi fark etmiyor! No panikl! En imkansız gibi görünen durumlarda dahi, sanki ellerinde sihirli bir anahtar varmışçasına bütün kapıları kolaylıkla açabildiklerine ben bizzat tanık oldum ve olmaktayım. "Yürrrüüüüü" denilen kullar ise tam tersi bir alanda başarılı çalışmalar sergilemekteler. Kapalı kapıları açmak bir yana, her zaman açık olan ve kendileri dışında pek çok kişiye kolaylıkla geçiş imkanı sunan kapıları, sanki görünmez bir cereyan etkisi yaratıp "Küüüt!" diye suratlarına kapattırmakta üstlerine yok!

"Yürü" denen kullar, iş, aş, eş, aile, çocuk,vs, aklınıza gelen her türlü konuda genellikle çok şanslı da olabiliyorlar. Ama "Yürrrrüüü" denen kullar adı geçen bu alanların en azından birinde şanslı iseler bile şükretmeleri lazım. İşleri iyi değilse eşlerini, eşleri iyi değilse eşlerinden olan ama sağlıklı ve belki bir ihtimal başarılı olmuş(veya olacak çocuklarını), onlarla da sorun yaşıyorlarsa en azından huyundan suyundan şikayetçi oldukları eşlerinin ellerinden çıkan lezzetli aşlarını, diğer yaşadıkları bütün olumsuzluklar arasında kendine sunulan birer ödül olarak görmek ve kabullenmek durumundalar. Tabii genelde "Yürrüüüü"denmiş olma durumunda değerlendiriyorsa kendini hayatındaki hemen her şeyin kötü gittiğine inanmış olması ve hiçbir şeyden mutlu olamaması da mümkün.

Şaka bir yana, eskiden "Her insan hak ettiğini yaşar" felsefesi bana çok adil ve mantıklı görünürdü. Ama mevcut koşullara ve bu koşullarda kimlerin neler yapabildiğine, şöyle aklımın ve gönlümün yettiği kadarıyla göz gezdirdiğimde, bu felsefe ile ilgili olarak çoğunlukla hayal kırıklığına uğradığımı rahatça söyleyebilirim.Günümüz Türkiye'sinde iyi ile kötü, yeterli ile yetersiz ve yerli ile yersiz kavramları öylesine yer değiştirmiş durumdaki! Bir insanın yetenekleri, eğitimi, donanımı, becerileri ve tecrübeleri hiçbir önem taşımıyor. Kendince kendini ne kadar geliştirmeye çalışmış olursa olsun, öğrenmeye ve iyisin yapmaya ne denli meraklı olursa olsun, hiç fark etmiyor! Tek önemli olan kimleri, hangi samimiyet derecesinde tanıdığı. Eğer yeteri kadar iş bitiren ve sözü geçen tanıdıkları yoksa hiçbir konuda hiçbir şansı yok! Çalışabilecek (donanımına göre bir iş) ve ayakta kalmasını sağlayacak koşullara kavuşması nerdeyse hayal! Birileri "Yürrrrüü ya kulum" demesin bi kere!

Ama öte yandan, bir bakıyorsunuz herhangi önemli bir konumda karşınıza o konuma asla yakışmayan, yaptığı iş ile ilgili hiçbir donanımı olmamasına rağmen, kendi bilmezliğinin berbat acısını, yanındaki yöresindeki zavallı elemanlardan çıkaran kel alaka koskoca bir amir çıkabiliyor. Yapacak bir şey yok! Amir emreder ve emir de demiri keser! Belli ki birileri de o zat-ı Muhterem'in oraya amir olması için gereken ricalarda bulunmuş veya emretmiş ki, arkadaş o makamı işgal edebiliyor! Yapacak bir şey yok, birileri "Yürü ya kulum" demiş bi kere!

Kendilerine "Yürü ya kulum" denilenleri her yerde karşımıza rahatlıkla çıkabiliyor olmalarına rağmen bana kalırsa en çok şov dünyasında konuşlanmış durumdalar. İçinde oldukları camiada da akıl, görgü, kültür, birikim, donanım, yetenek, vs gibi değerli unsurların bırakın gerekli olmasını, aksine ne denli bu değerlerden uzak kalmışlarsa o denli fazla prim yaptıklarına bakılırsa, onların kendilerinden çok, onlara "Yürü ya kulum" diyenlerin incelenmesi gerekiyor! Çok tanınıp, çok paralar kazanabiliyor, aslında hiç de hak etmedikleri bir şekilde "Değerli" olabiliyorlar. Ama her değer saygın bir değer midir umurlarında bile olmuyor.Bir şekilde (!) meşhur olup, topluma mal olabiliyorlar. Ardından gelsin podyumlar, sahneler, zengin sevgililer, kasetler, diziler, gitsin zavallı bizlerin sinirleri ve akılları! Eee! Yapacak bir şey yok! Birileri "Yürü ya kulum!" demiş bi kere.

Aslında bu imkanlara sahip olup da, (ekonomik anlamda) tuzu kuru rahat rahat geçinip gidenlerin sahip olmadıkları (ve hatta isteseler de olamayacakları) yeteneğe, sese, birikime ve sağlam bir karaktere sahip olanlar ise, sosyal(!) çevrelerinin matematiksel çevresi yeteri kadar geniş olamadığından olsa gerek, hak ettikleri değeri ve rahatı bulamadan çırpınıp duruyorlar. Belki fark edilmeden, hak ettikleri değeri belki görmeden ama yine de çılgınca mücadele etmeye devam ediyorlar. Ve bence doğru da yapıyorlar!

Hani mitolojik bir kahramınız var ya? Tanrıları kızdırması sonucu bir kayayı dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılan Sisifos?. Tam çıkardığı sırada taş aşağı yeniden yuvarlanıyor ve taşın ardından bakan Sisifos aşağı inip tekrar taşı çıkarmaya çalışıyor! Bu tip insanlar bana hep Sisifos'u anımsatırlar nedense.Trajik bir durum elbette günümüzde yaşanan ve yaşatılanlar ama başarıya giden yolda vazgeçmemek de çok ama çok önemli! İçi acımıyor da değil insanın hani!?

Bir tarafta hiç uğraşmadan, ceplerinde küçücük bir taş parçasının ağırlığı dahi olmaksızın (Buradaki cebi kafatası, çakıl taşını ise akıl olarak değerlendirebilirsiniz dilerseniz), zirveye başkaları tarafından kolayca çıkarılmış ve zirveden aşağı umarsızca bakanlar varken, diğer yanda önündeki dev kayayı (aşağı yuvarlanacağını öngörerek hem de) bıkıp usanmaksızın zirveye çıkarmaya çalışan Sisifos'lar!

Albert Camus`ye göre bu kısır döngüyü trajik yapan da kahramanın her deneyişinde tekrar düşeceğini bile bile taşı çıkarmaya gayret etmesidir. Ama bence takdire şayan olan tarafı da budur zaten! Yine üstat A. Camus'ye göre Sisifos durumuna sonsuza kadar çare bulamayacağının zaten bilincindedir... Fakat, "SAÇMA"nın geriletilebileceğinin de farkındadır. Bu yüzden "tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insanın yüreğini doldurmaya yeter" diyerek, bir inançla doldurulmuş yüreğin öneminin altını çizer ve hangi durumda olursa olsun, umutsuzluğa kapılmamak gerektiğinin mesajını verir bize.

Belki biz de Sisifos gibi, ortadaki saçmalıkları bir şekilde geriletebileceğimizin inancıyla vazgeçmeden mücadele etmek zorundayız. Kendimize "Yürrrrüüü ya kulum" dendiğini düşünüp, aptalca bir umutsuzluk içine kendi kendimizi hapsetmenin ve mücadeleden vazgeçmenin bir faydası yok! Tek bilmemiz gereken, ortadaki saçmalıkları önceden öngörerek, hatta bunu kabullenerek, kendimizce önlemler almaya çalışmak ve bıkıp usanmadan denemek, denemek, denemek.

Sizi bilmiyorum ama zaman zaman, özellikle depresif bir ruh hali içindeyken ben de kendime "Yürrüüüü" dendiğinden şüpheye düşmüyor değilim.hatta, özellikle bir takım olumsuzluklar ve yıkımlar silsile halinde gelmeye başladığı zaman, şüphelerim yerini hemencecik kesin kanı ile değiştiriveriyor. Şüphelenmek bir yana, direk emin oluyorum!

Ama ardından hemen Sisifos ve "saçmalık" karşısında verdiği mücadeleyi anımsayıp, o anda kendimi Sisifos gibi görüp, inancımdan ve mücadelemden vazgeçmemem gerektiğini tekrarlıyorum kendime. Tanrının kullarını birbirinden hiçbir zaman ayırmayacağına olan inancımı da koruyarak diyorum ki:

Kendisine "Yürü ya kulum" veya "Yürrrüüüü ya kulum" diyenin "tanrı'2 olduğunu düşünenler sadece kendilerini aldatıyorlar. "Yürrrüüüü ya kulum" dendiğini düşünerek, hatta zaman zaman kendine acıyarak, bizi asla çözüme götürmeyecek savunma mekanizmaları geliştirmenin bir anlamı yok. Bunlar sadece züğürt tesellisi! Ne dersek biz kendimize diyoruz veya dedirtiyoruz!

Tanrıyı gereksiz yere böyle saçmalıklara karıştırmaktansa, asıl kendini tanrı gibi gören densizlerin bizde böyle bir etki yarattıklarını fark edelim artık! Böylesi tiplerin karşısında uyanık olalım ve onların bu saçmalıklarını bir gün yoluna koyabileceğimiz inancıyla Sisifos gibi, yüreğimizi ulaşmak istediğimizin inancıyla doldurarak yolumuza ve işimize devam edelim yeter!

Belli mi olur?!!

Belki günü gelince biz onların arkasından ağız dolusu "Yürrüüü taş arabası!" diye seslenebiliriz!

Ama siz gene de ikna olmadıysanız ve kendinizi ısrarla başarısızlığa tanrı tarafından mahkum edilmiş hissetmek istiyorsanız, buyrun! Size tanrının "Yürrrüüü Ya kulum" dediğine inanın!

Ama bu inancın karşılığında benim size bir "Züğürt tesellisi' cümle daha kurmama da izin verin o zaman!

"Tanrı sevdiği kuluna eziyet edermiş ki kendi adını daha fazla zikretsin diye!"

 
Toplam blog
: 117
: 2206
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

1969 İstanbul'unda açmışım gözlerimi bu dünyaya... Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu, şimd..