- Kategori
- Felsefe
...ve Tanrı KADINI yarattı!

Doğdu kadın...Evlat oldu önce, sonra kardeş...Büyüdü, belki de küçücükken henüz hala-teyze oldu...Eş oldu sonra ve ana...
İncecik elleri yıkadı, temizledi, pişirdi. Koştu upuzun bacakları, yetişti; her derde derman olacakmış gibi. Beyni düşündü, sadece sevdiklerini düşündü, kendini unuturcasına. Gözleri gördü herkesi, ama kendini göremedi bir türlü; aynanın önünde duran ilk yansıma olsa da. Yüreği sevdi; şefkatle, anaç, sonsuz vericilikle, sadakatle ve ne olursa olsun sevdi, sevilmese bile...
Yoktu yorgunluğu, her gece yastığa konan başta, önce duayı uzattı dilinde sevdiklerinde. Yorgunluğunu unuttu, dualara karışırken gece; aslında kendini unuttu.
Ya da uykusuz gecelerde, bebeğini sallarken, eşini beklerken kendi kendine; uykusu neye direniyordu; unuttu!
Huzuru vardı; verebildiği müddetçe, alacağı olabilirmiydi acaba kimseden...Bunu bile unuttu...
Tanrı değildi ki, almadan verebilsin sadece!
Bir gün bir ayna karşısında bakarken yine kendinden önce yüreğindekilere, kendini farketti; silik ve belli belirsiz gölgeler arasında bir yerde....
Ah, dedi, ah !
Gülümsedi yine de, gülümsedi hala şansım varmış diye...
Ayna karşısında hala dimdik dururken, silik de olsa görüntüde; düşündü yeniden.
Ya ruhum bedenimden ayrılıp ta, gökyüzünden bir yerden bakarken farketseydim aşağıda yatan bedenin bir kadına ait olduğunu ve o kadının aslında ben olduğumu; şimdi farkettim, şanslıyım işte!
....
Geçen yolun yarısına değil de, daha yürüyeceği yollara baktı.
Elleri hala vardı uzanmak için kendisine sunulanları alabilmeye; bacakları hala koşardı mutlu günlere... Beyni hala vardı, sevmeyi ve sevilmeyi farklı ayırt etmeye; gözleri hala vardı, uzatılan elleri görmeye...Ve yüreği, yüreği hala umutla atıyordu; önce kendini sevmeye, sonra da tüm evreni...
İşte o gün, doğumundan çok yıllar sonra; Tanrı O KADINI yarattı.
İncecik elleri yıkadı, temizledi, pişirdi. Koştu upuzun bacakları, yetişti; her derde derman olacakmış gibi. Beyni düşündü, sadece sevdiklerini düşündü, kendini unuturcasına. Gözleri gördü herkesi, ama kendini göremedi bir türlü; aynanın önünde duran ilk yansıma olsa da. Yüreği sevdi; şefkatle, anaç, sonsuz vericilikle, sadakatle ve ne olursa olsun sevdi, sevilmese bile...
Yoktu yorgunluğu, her gece yastığa konan başta, önce duayı uzattı dilinde sevdiklerinde. Yorgunluğunu unuttu, dualara karışırken gece; aslında kendini unuttu.
Ya da uykusuz gecelerde, bebeğini sallarken, eşini beklerken kendi kendine; uykusu neye direniyordu; unuttu!
Huzuru vardı; verebildiği müddetçe, alacağı olabilirmiydi acaba kimseden...Bunu bile unuttu...
Tanrı değildi ki, almadan verebilsin sadece!
Bir gün bir ayna karşısında bakarken yine kendinden önce yüreğindekilere, kendini farketti; silik ve belli belirsiz gölgeler arasında bir yerde....
Ah, dedi, ah !
Gülümsedi yine de, gülümsedi hala şansım varmış diye...
Ayna karşısında hala dimdik dururken, silik de olsa görüntüde; düşündü yeniden.
Ya ruhum bedenimden ayrılıp ta, gökyüzünden bir yerden bakarken farketseydim aşağıda yatan bedenin bir kadına ait olduğunu ve o kadının aslında ben olduğumu; şimdi farkettim, şanslıyım işte!
....
Geçen yolun yarısına değil de, daha yürüyeceği yollara baktı.
Elleri hala vardı uzanmak için kendisine sunulanları alabilmeye; bacakları hala koşardı mutlu günlere... Beyni hala vardı, sevmeyi ve sevilmeyi farklı ayırt etmeye; gözleri hala vardı, uzatılan elleri görmeye...Ve yüreği, yüreği hala umutla atıyordu; önce kendini sevmeye, sonra da tüm evreni...
İşte o gün, doğumundan çok yıllar sonra; Tanrı O KADINI yarattı.