Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

05 Ocak '14

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

''Can'dan Can'a özlem mektupları 2''

''Can'dan Can'a özlem mektupları 2''
 

Yürümeyi seninle öğrenmiştim ben aslında, yaşamayı da seninle öğrenmiştim ya…

Neyse dedi kendi kendine adam, neyse. Unutmaya yeltendiği ne varsa paltosundan çekiştiriyordu hem de buz gibi soğukta. İnsan öyledir ya, üşürken dimağı bir ateş yakar; kocaman, dağ gibi. Ateşe bakarken bir şarkı mırıldanmak geçer içinden de susar nedense. Susmanın en anlamlı yeri burasıdır aslında. İçindeki kalabalıktan sıyrılmaktır susmak. Bir kere daha aşka yenilmektir susmak.

Geniş bir yolda tek başınasındır ayrılıktan sonra. Yalpaladığını ayaklarınla hissedersin de kendine bile söylemeye cesaret edemezsin. Rüzgârlı bir yolda ağaç yaprakları zaten sarhoştur savrulurken. Sen, için gider bir yerlere de bedenin kalır ya geride; işte öyle bir şeysindir aslında.

Adam meyhaneye şöyle bir baktı. Kimse yoktu meyhanede, üstelik meyhaneci de yoktu ya işin garibi. Masanın üzerinde birkaç şişe, birkaç kadeh; meyhanenin bir kenarında yığınla hatıralar. Biri gelir biri gider hatıraların. Biri susar biri konuşur. Kalabalığın en acımasız halidir hatıralar. Özlemek bas bas bağırır içinde de, sesini kimse duymaz ya. Kendine söz geçiremeyen adam, yüreğine nasıl söz geçirsin. Parmakların arasında kırılan kadeh, dizlerinin yanından yere düştü. Meyhanede zaten var olan anason kokusu taze anason kokusuna yenildi. Silkindi meyhane, neler oluyordu öyle içindeki boşlukta. Adam parmağında birikip damla olmaya çalışan kana baktı. Hissetti sıcaklığını kanının. Kan damla oldu, gökgürlemesini andıran bir gürültüyle masanın örtüsüne düşüp masa örtüsünde çocukluğunda ninesinden duyduğu bir masal oldu. Gözlerini kapattı adam. Çocukluğu geldi yanaklarından öptü usulca. Gülümsemek geldi adamın hasret kokan yüzüne bir an. Sustu sonra. Kapısını açtı meyhanenin, bir adım atıp geriye baktı; kapı arkasından kapanmamıştı. Tekrar gelmek geçmiyormuydu yoksa içinden o meyhaneye. Dışarı baktı, bir bağırmak doldurdu içini; koyuverdi dışarı:

-Özledim ulan, özledim…

NUR…

Ne zaman bu kadar uzaklaştık biz? Aramıza istasyonları, terminalleri; durakları, bu bir sürü insanın yaşadığı kalabalığı ne zamandır aramızda tutar olduk?  Oysa biz kilometrelerce yollara rağmen aynı yastıkta, aynı yatakta; aynı anda kapattık gözlerimizi aynı kalple.

 Yârim, duymaktan en çok haz aldığın kelimenin bu olduğuna inanırdım kendimce. Kipriklerinin ardına gizlediğin o karanlık kuyuları bu kelimemle aydınlatmışcasına parlayışına tanıklık ettiğim günden beridir ki yokluğun yara olmuştu kırılmaktan korkan ama sana delice tutkun olan bu kalbimde. Seni sevdiğimi anladığım o günden sonra senin bana bir gün yara olacağını ve herkesin bildiği cümlenin benimde senle dolu hayallerimin içerisinde varoluşunu engelleyemedim. Ben en çok seni sevdim. Ve ben en çok yine senle sınanacaktım...

CAN…

Uzun yolların uzun hatıraları vardır sevgilim. Otobüs camlarından ağaçların gördüğü milyonlarca yüz. Dalgın, içinedönük ve yaşadığı hayallerin masalından çıkamayan yüzler. Her insan başka bir kendini saklar içindeki insanda. Garip olan aynı sevgiliye yüzlerce kez koşup sarılmak değil aynı hayallerin tekrarlanmasında mutlu olmaktır belki de. Kim bilir derken aslında kimsenin bilemediği gelecek çoktan eleştirelere kapatılmıştır bile başkalarına.

Mutlu musun sevgilim?

Binlerce kez sahibine sorulamayan en buruk sorudur bu. Mutlu musun sevgilim? Yalnızlıktan, iki olamamaktan; çoğul olamamaktan, sevememekten mutlu musun? Kim ayrılıktan, kim teklikten mutlu olabilmiştir gerçekte? Aşk iki kişiliktir derken, hatıralarıyla başbaşa bir ömür geçirmek zorunda kalan fakirlikle başbaşa kalmak aşk savaşında yenilgiyi kabullenmek değil midir aslında?

Ah, saatler ve düşler sevgilim, düşler ve saatler ve geceyarısına çakılan mıh.

NUR…

Saat 03.25

Uykunun gelmeyişini yadırgamaz oldum. Senden uzaktayken uyku gelse ne gelmese ne? Kalkıp bir kahve yapıp hemen dönüyorum.

 Saat 03.40

 Hep sevdiğin o fincanda kahvemi yudumladım sevgilim. Bir ara gözüm aynaya takıldı, senin ezbere bildiğin yüz hatlarımda ellerim gezindi. Ne kadar solgun görünüyorum oysa bir tek gözlerim…

Derin derin nefes aldım... Senin gözlerimin mahzenindeki siluetini aynada tam karşımda görmek bir anda soluğumu kesti. Telaşlanma sevgilim, seninle her karşılaşmada sen hissetmesen bile kalbimi göğüs kafesimde zor tutuyordum. Hayalin nefesimi kesmiş çok mu?

 Affet sevgilim, sana daha önce yazmalıydım. Ama sen o kadar benimleydin ki yokluğun hiç yoktu aklımda. Ta ki bir sabah birlikte kahvaltılık bir şeyler alalım diye o bizim bakkalın yolunu tutarken gözüme takılan o posta kutusu sarstı beni. Evet, sen hep benimleydin hayalin ruhumu sarmalıyor; beni hiç sensiz bırakmıyordu. Kalbinin derinliklerinden o yüreğim gibi ellerimi saran sıcak parmaklarına akıp gelen sevda sözcüklerini; senin dokunduğun bir mektubu tam da sıcacık bıraktığın parmak izlerine dokunmayı istedim… Senden gelen o sevgi nehrinin içerisine bir tutam mutluluk gözyaşımı usul usul inci gibi bırakma isteği yakıp kavurdu beni. Affet sevgilim ben sen olmuşken, seni bu biz dünyasında devleştirirken seninde buna katkıda bulunup beni devleştirme sevme hissinden mahrum bıraktım…

CAN…

Saatler durmaksızın kaybedilen zamanı hatırlatıyor sevgilim. Her zaman ki odam, aslında bizim odamız olduğunun hep farkında. Ben sensizliğe volta attıkça odada, belki sensizliği umursamıyor. Ama bilirsin işte, yalnızlık kelimesi çok büyük bir evrenin küçük bir parçasıdır. Sorgu kâtipleri az sonra gelir boğazıma biner yine. Neden, niçin sorgulamalarından arda kalan yorgun bir adam ruhunu tamire yeltenir de nasıl başarır kimse bilmez. Sahi bu odada biz olmuştuk gerçeğini tekrar yaşatmaktan korkmayan dimağ ne acılara kapı açtığının hiç farkında olmadan senaryosunu tekrarlar. Yastığında bir tek tel saçını unutmuşsundur diye dün gece telaşla aramaya koyuldum. Sonra hüzünle oturdum yatağımızın kenarına. Mutluluğun bizi sımsıkı sardığı geceler giriverdi kapıdan içeri. Senin yattığın tarafa sindim, cinlerden korkan bir çocuk gibi. Kader ve keder sevgilim, kızkardeş gibiler yokluğunda.

Saat gecenin 3 buçuğu. Saat yokluğunun daniskası. Sokağa çıkıp şiir olasım geliyor…

NUR…

Saat 05.20

Yaram,  yokluğunda kipriklerinin yanaklarımı okşayışını özledim. Delirmek üzereyim sevgilim, bu koca oda dar geliyor bana. Pencereye fütursuzca çarpıp uğuldayan rüzgâra kayıtsız kalamıyorum. Avazım çıktığı kadar bağırsam, sesimi peşine taksam gölgen gibi. İçime akıttığım gözyaşımı yüreğine kadar ulaştırır mı gölgen? Hem yoksun hem varsın. İnan ki delirmek üzereyim. Somut bir şeyler görmek istiyorum. Senden bana gelen, gelişine kar mı yağdı sevgilim? Ama sevda yolunu kendi bulur ya, telaş etmem ben. Gün doğuyor, yine bir sensizlik günü doğaya ilk adımlarını atmaya başlıyor…

CAN…

Sıkıldım ben bütün gece boyunca kendimle kalmaktan. Sonra içimden bir ses sokaklara gidelim hatta parklarda gezelim dedi. Çıktım, sokaklar beni sensiz karşılamaya alışkın değil sanırdım, hiç te öyle olmadı. Alışmışlar demek ki yalnızlığıma, ben alışamadım oysa. Birkaç sarhoşa denk geldim. Biri sokak lambasının direğine sarılmış direkle konuşuyordu hatta bir ara direği öpeceğim derken direğin dibine kayıp düştü. Yanımda olsaydın, kolumda; birlikte ne gülerdik adama. Ben gülünecek şeylere ağlamaya başladım. İyi değilim sevgilim, inan iyi değilim…

5 OCAK 2014

Mehmet Özcan-Nurcan Bingöl 

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara