Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

22 Ocak '14

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

''CAN'dan CAN'a özlem mektupları 5''

''CAN'dan CAN'a özlem mektupları 5''
 

''CAN'dan CAN'a özlem mektupları 5''


İçine işlemişti dolu dolu yalnızlık adamın. Pencereden dışarı baktı önce. Sonra açtı pencereyi. Ne durgun bir havaydı böyle kendisi gibi. Üstelik ay bile kaçmıştı gökyüzünden nedense. Hafif esen rüzgâr sonrasında havayı bozmak ister gibi su misali dalgalandırdı havayı. Sokakta gezindi birkaç yaprak tanesi sarhoş gibi. Sonra karıştı sokağa, kabalık bir insan topluluğun önünden kaçar gibi. Adam sehpanın üzerinde tersine kapatılmış kitaba baktı önce sanra da yarım kadehdeki içkisine. Önce kitaptan şüphelendi sonra da kadehdeki içkiden. Hangisi çoğaltıyor olabilirdi bu kadar çok yalnızlığını. Sonra hatıralar, pencereden mi koşuyordu yoksa içeri? Hemen pencereyi kapattı. Oysa bir şimşek çakıyordu dışarıda onu sokaklara çağırır gibi. Islanmak, hem de sonu nasıl geleceğini bilinmeyen bir yağmurda. Koltuğuna oturdu, yayıldı iyice. Parmağı alışık olduğu yere çenesine dayanaktı yine işte. En son ne zaman bir çılgınlık yapıp yağmurda yürümüştü.

Tam o bunları düşünürken bir şimşek daha çaktı gökyüzünde. Ortalık ağarır gibi olunca anladı neyi hatırlamak istemediğini. Hatırlanmak istenmeyen, saklanan hatıralar ne de çabuk hafızasını delip ruhuna hâkim oluveriyordu böyle. Kalktı paltosunu giydi, sonra şemşiyesini aldı eline. Sokağa çıktığında yenice yağmaya başlamıştı yağmur. Sokak ışıklarının ışıltısından kaldırım taşları parlıyordu. Arnavut kaldırımın uçu denize kadar çıkıyordu. Ve pırıl pırıldı. Yürüdükçe yağmur artmaya başladı. Deniz göründü sokağın ucunda. Deniz büyüdükçe yağmur çoğaldı, deniz büyüdükçe yağmur azdı. Tam karşısında Kız kulesi olan banka oturdu. Şemşiyesini açtığında zaten ıslanmıştı. Bir gemi selam verdi adama. Adam umursamamazlık edemedi başıyla selam aldı. Yağmur adamın açığını kolluyordu, adamın her yeri ıslaktı oysa. Sonra kalktı yerinden. Şemşiyesini toparladı. Yağmur mutluydu belki adamı ısladığından. Adam önce yürümeye sonra dans etmeye başladı kendi kendine. Sadece sağ eli hep bir eli tutar gibi hep aynı boşluk mesafesindeydi. Adam dans ederken o boşluğa bakıp,

-Bende seni aşkım, bende seni.

Yoldan geçen bir otomobildeki biri onu görüp sağa çekti. Sileceklerden göründüğü kadarı ile adamı bir süre seyretti. Sonra kapıyı açıp o yağmurda ıslanmayı göze alıp adama seslendi.

-Ama bayım, yağmur gözyaşlarınızı saklamıyor ki…

NUR…

 Günlerdir sesini duyduğum an’ki mutlulukla, duvarlarla çiçeklerle konuşuyorum. İyisin ve beni çok özlüyorsun. Bunu duymak acıtsa da yüreğimi, sevdana beni bulayışlarını seviyorum. Çok yoğun çalıştığın için kızamıyorum sana ama o yoğunluğun içersine beyninin kalbinin en güzel köşesine beni yerleştirdiğini duymak, bilmek ve inanmak. Böylesi bir aşk rüya mı? Yoksa cennettemiyim?

Gözlerin göz menzilimde yokken buna cennet denilebilirse eğer, evet ben cennetteyim.

Bugünlerde senden aldığım uyarıları dikkate alarak terasa masa hazırladım. Şöyle ikimizin de yemeğe doyamadıklarından doldurdum üzerini. Meyveleri de unutmadım tabi. Arkadaşlarımı çağırdım bugün. Hani seninle aylar önce birlikte davet verdiğimiz, yemeklerini senin yaptığın ama herkese benim yaptığımı söylediğin; gidene kadar harika yemekler diye tebrikleri karşılarken kızarmış yüzümün sebebin bir tek senin bildiğin o gece. İşte tam da o gece gibi olmasa da masamız hazır. Seninle çekilmiş resmimizde göz menzilimdeydi. Birlikte sohbetler ettik kulakların çınlamıştır muhtemelen. İtiraf edeyim gözlerim doldu. Ama göz menzilimdeki resmimiz, oradaki gülüşün; sözümü hatırlattı bana. Bu gece sende oradaydın sevgilim, tam yanı başımda. Ellerin omuzlarımdaydı. Gülerken beni izledin saatlerce. Şarabımdan bir yudum alırken kadehini getirmeyi düşündüm masaya. Sonra duraksadım. Yoktun sen. Kalbim kızdı bana, kalktım kadehini getirdim arkadaşlarımın şaşkın bakışlarını umursamadan; şarabı kadehine oldurdum. Masa işte o an tamamdı.

Bu gün sesinin yolları yok edişinin tanığıydı resmen. Tek arzum hayalini aslı ile buluşturmak. Biliyorum gel deyişlerimin seni üzdüğünü. Ama anla, bil ve hiç unutma. Gözlerim gözlerine değmeden nasıl anlarım yaşadığımı.

 Seni seviyorum sevgilim. Körü körüne evet... Gözlerin gözlerimden uzaktayken körü körüne seviyorum…

CAN…

Bugün günlerden sensizlikti, dünkü gibi. Önceki ve daha önceki günler gibi. Kitaplara verdim bu aralar kendimi. Fazla okuyunca insanın uykusu geliyor. Bir de dün akşam izledeğim ‘’zamanda aşk’’ isimli filme takılıp kaldım. Konu aslında tam bizlikti. Yaşanmaması gereken anlar ve günler ve hatta kavgaları bitirebilmenin en güzel bir yolunu çocukca işliyordu. Düşünsene, öyle güzel bir vasfın var ki; tam zamanında bir elbise dolabına veya kapalı bir yere girip, ellerini yumruk yapıp yaşamında ki olumsuz anları değiştirebilmek için zamanın başlangıcına dönüp yeniden başlayabiliyorsun. Ah, biliyorum herkeste öyle vasıflar olsa karmakarışık bir yaşamları olurdu tüm insanların. Daha fazla konuşabilmeliydik ya da daha fazla susmalıydık birlikte. Daha fazla çocukca şeyler yapabilmeliydik ya da daha fazla olgunlaşmalıydık. Ben, en fazla elele olduğumuz anlarda kalmalıydık diyorum mesela. Uzatmalıydık öpüşmelerimizi ve sevişmelerimizi. Birlikte daha fazla içiçe uyayabilmeliydik. Hatta yaptığın çorbalara bir tutam sevgide ben katmalıydım ya da akşamları eve gelirken parklardan çiçek çalıp sana vermeliydim. Olsun du değil mi?

Aklıma geliverdi bu akşam. Üşenmeden mutfaktan bir şişe şarap ve iki kadeh alıp balkona çıktım. Yanına peynir, peynirin üzerine biraz karabiber ve en son zeytinyağı gezdirdim. Biraz içtim, bardağım boşalınca seninki ile takas ettim. Biraz sonra beklemediğim bir şey oldu. Karşı’ki komşu eşiyle balkonuna çıktı. Eşi küçük masalarını hazırladı. Üzerlerine kalın şeyler almışlardı. Bir de küçük rakı açtılar. Beni farkettiler. Oysa tam bu mutlu fotoğraftan kaçmak zamanının geldiğini düşünmeye başlamışken. Sonra bana doğru kadehlerini kaldırıp sensizliğimin şerefine içtiler. Ne acıymış sensiz yaşamak…

NUR…

 Merhaba can'ım. Sokakları sırılsıklam bir şehiden yazıyorum sevgilim. Yokluğunda gözlerimden yanaklarıma uzanan o yolun ıslaklığı gibi. Tüm şehir kasvetli, yalnız; buruk ve sırılsıklam, benim gibi.

Hayalerimizin ışığı hâlâ bahardan kalma gönlümde. Ne yağmur, ne rüzgâr, ne kar, ne de fırtınalar yıkar bu baharı. Benim bile ellerim değemezken yüreğime, bu saydıklarımın adını bile andırmaz sevdan.

 Sevgilim, sevdiğim; sevmek için kanımın son damlasına kadar yokluğuyla savaştığım. Gözlerinin ışığını, gülüşünün sıcaklığına olan özlemim bu gün daha çok arttı. Mektuplarını okurken titredi ellerim, senin bıraktığın parmak izlerini okşarken. Yazdığın cümleler delirmiş sevda sözlerine hasret gönlümün coşmasına neden oldu. Parmak izlerine dokunurken ellerini sıcaklığını hayal ettim. Affet sevgilim kıymetli incilerim dediğin gözyaşlarımı bu mektubun üzerine dökmekten alıkoyamadım kendimi. Öylesine çok seven iki can'ın, tek can oluşuydu bu mektuplar. Ve ben Dünya'nın en şanslı kadınıyım sevgilim. Senin oradan aldığın nefes benim ciğerlerimde geziyor. Ben sana tutunup biz olmanın hazzına ermişim. Öyle mutluyum ki sevgilim.

Bugün ilk kez ayrı olduğumuza üzülmüyorum sevgilim. Yanındayken bana aşkla bakışlarını bu ayrılıkta kelimelere döküşün beni öyle mutlu etti ki. Kızma lütfen, sende biliyorsun ki; aşk kelimlerini bonkörce sunamadığını ama bir dokunuşla bir bakışla, akıl almayacak serveti avcuma sunuşunu inkâr edemem sevgilim. Ama biz kadınlar işte sevginin kelimelere dökülüşünü severiz.

CAN…

Aşktan önce midir yaşamak yoksa aşktan sonra mıdır? Elbette yaşamın en anlamlı duygusudur aşk doğru insanda. Bağlanmak, kopmaya direnmek; her an yeniden tazelemek duygularını ve bedenini teslim etmek diğer yarına. Birlikte çabalamak mutlu olmak için. Seven ve sevilenin yaratıcılığının mutlu olmak için el ele vermesidir aşk.

Yağmur mevsiminde ıslanmaktan geçip, yanmayı göze almaktır aşk.

Yürüdüm bugün sonsuza kadar yürüyebileceğimi umarak. Yürüdüm, yürüdükçe çoğalmanı; ellerinin ellerimde olmayışını hissederek yürüdüm. Bilmeliydim her ayrılık hikâyesinin aslında, aşkın yaşamımız içinde katledilmesidir. Şimdi iki ayrı şehirde yalnızlığımızın hüznü el ele dolaşıyor. Parklarda birlikte oturup çiçekleri seyrediyorlar. Kalabalığa karışıyoruz ayrı şehirlerde birbirimizden kopamadan. Ve ilk aklımıza gelen o güzel cümle, ayrı şehirlerde seni ve beni arıyor.

Mehmet Özcan-Nurcan Bingöl

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara