- Kategori
- Kitap
" Sokaklar tekin değil "

‘‘Sokaklar tekin değil, hava soğuk, üşürsün yün eldiven tak, parmak izin bulaşmasın kente haydi son kez sevişelim o yanlış evlerde’’
Altay Öktem’in ilk şiir kitabı Eski Bir Çocuk ve ikinci kitabı Sukuşu 1992’de çıkar. Eski Bir Çocuk’da özellikle Güzel Yüzün Aklımda adlı şiiri dikkat çeker: ‘‘bağışla. en eski adın kalmış aklımda// içimdeki nehirlerin bile elvedaya kestiği/ bir kış ayazında/ kaçamak bir bakış kadar ilençsizdim/ ve kirliydim ölesiye// usulca yanaştı istasyona tren/ dilimde en içli gurbet türküleri/ kahverengi bavulum ve ihanetimle/ en suçlu yanlarımla kucakladım bu kenti// sulamayı unuttuğum çiçekler büyüdü içimde/ anıları kazıdım sararmış fotoğraf altlarına/ külünü havaya savurduğum kitapların utancından/ bir tek şiir bile okumadım yıllarca// şimdi yeniyetme bir çocuk gibiyim/ sığmıyor yüreğim yaşamın tanım aralığına/ gecikmiş bir pankart gibi taşıyıp sevincimi/ bütün şiirleri okurum, hakkım var şimdi// kavgada ölmüş gibi güzel yüzün aklımda’’
Betimlemelerdeki yenilik şaşırtıcıdır: ‘‘kaçamak bir bakış kadar ilençsizdim/ ve kirliydim ölesiye’’, ‘‘en suçlu yanlarımla kucakladım bu kenti’’, ‘‘gecikmiş bir pankart gibi taşıyıp sevincimi’’, ‘‘kavgada ölmüş gibi güzel yüzün aklımda’’ İkinci Yeni’ye yaslanmasına rağmen, hayatın karanlık yanına bakması, acı bir ironiye yer vermesi onun şiirlerini daha başlangıcında farklı kılar! Yaşamın içinden çıkarılmıştır dizeler, şiir sokağa inmiş ve karanlıklara girip çıkmıştır. Bu, şiirin estetik yanını bozacağı yerde daha da güçlendirmiştir.
1993’te benim de ismini pek sevdiğim Beni Yanlış Öptüler Aslında, iki yıl sonraysa Çamur Şiir adlı kitabı çıkar. Çamur Şiir adlı kitabıyla artık kendine özgü bir şiiri olduğunu kanıtlar. Bu kitapta neştere vurulan incelikli göndermeler, yoğun ve derinlikli bir şiir dünyasıyla buluşur. Alt kültür dediğimiz dünyadan faydalanır Öktem. Şiir serüveni boyunca sürdüreceği hayatın karanlık yanından beslenir, ayrıntılarını, benzetmelerini sokaktan çıkarır ve işler. Örneğin Sivas’ta katledilen 37 insanımıza ve ‘yaralanan milyonlarca şiire’ değinmeden edemez, Madımak adlı şiirinde: ‘‘bir mum yaktım/ tersten yandı mumum artık çok geç// bana çok uzak oturduğunuz masa/ bol çiçekli/ üç vazo gibi oturduğunuz masa// sanırım bir süs bitkisiyim/ gülemeden öleceğim ben bu şehirde/ ben bu dağlı şehirde// gökten ecdad inebilir başka bir teoriye göre// bir mum yaktım/ utandım/ hangi kalpsiz cami avlusuna/ bıraktı bu halk’ı// orta asyadan bir çıban başı gibi uzanan// oyyy madımak, / madımak.’’
Akgün Akova da Sivas’da yaşananları anlatan Madımak Oteli adlı şiirini şöyle bitirir: ‘‘akşamları geçerek önümden gidersiniz evlerinize/ yıkıntıma sinsi sinsi gülersiniz/ kapıda sizi karşılayan çocuklarınız/ onlar da öğrenir bir gün/ içindeki insanlarla yaktığınız/ bir otelin/ sonsuza dek/ kül tüküreceğini yüzünüze’’ Öktem’in de bu konudaki zeka dolu bir ironiyle, eleştirilerini keskinleştirdiği şiirlerinden biridir Ölü Nehir: ‘‘göğsüm kabarıyor şu toprağa basarken/ kahraman maraş, kahraman çorum, kahraman sivas/ göğsüm kabarıyor sevgili üvey kardeşim/ umumi helalarda ben altıma işerken/ fazla mesaiden iki marş daha, bir daha.../ bir istiklal bir istiklal ki o kadar olur// bezirci bunağın biri, behçet epey saf/ ‘halkım/ sevgilim’ onun dizeleri/ altıok zaten baştan şaşırmış işi’’.
1998’de düzyazı şiirlerden oluşan Herşey: Oda Kırbaç Ayna’yı, 2000 yılında fanzinler, fotokopi afişleri, demoları incelediği Şeytan Aletleri’ni çıkarır. Varlık dergisinde yazdığı yazılarda dikkat çekmiştir bu konuya. 2001’de ilk romanı Filler Çapraz Gider’i çıkardıktan bir yıl sonra Genel Kültürden Kenar Kültüre: 101 Fanzin adlı seçkiyi ve fanzin şiir antolojisi, (ki benim bildiğim kadarıyla ilktir!) Şehrin Kötü Çocukları’nı hazırlar. Bir öykü kitabı gelir ardından: Aslında Siyahtı Saçları. Bu kitaptaki öyküler, Öktem’in şiirlerinden daha karanlık olmasına rağmen daha da özgündür. İskenderiyeli Falcı, Ayna, Satıcı, Deney, Kâbus gibi öykülerde, daha kasvetli bir hava, daha fazla bilimkurgu ve fantastik bir dünyayla buluşur okuyucu.
Öktem’in 2002’de çıkardığı, denemelerinden oluşan, Hayat Bazen Çentiklidir adlı kitap bize çırılçıplak yüzler’i gösterir. İroni ve başka taraftan bakan bir kalemin ucundan damlar sözcükler! Bir kente, bir insana nasıl başlandığının ipuçlarını verir... Kimliklerimizi ortaya çıkarır ama hayatımızı temizlemez! Bu kitaptaki ‘‘B Tipi Şiirler’’, ‘‘Bana Organını Göster...’’, ‘‘Orta Kapıyı Açar mısınız?’’ gibi denemeler, Öktem’in poetikasını iyi kavramaya da yardımcı oluyor. ‘‘Kafayı Delen Mutlu Olur’’ adlı denemesinde şöyle diyor: ‘‘Matkap kullanmadığı halde kafasında delik olan bir sürü insan var etrafımızda ve hayat onlar sayesinde hâlâ yaşanmaya değer. İnsanı delerek, yakarak ya da keserek kötü ruhları yok etmeye çalışanlar kendi cennetlerinde boğulsunlar bakalım. Bizimse canımız cehenneme.’’
Altay Öktem’in on ikinci kitabı Sokaklar Tekin Değil. Bu kitap uzun bir süreci kapsayan şiirleri barındırıyor içinde. Örneğin Ölüm Dirim Orucu’na 1997; Yıkılış Suresi’ne 1999 Adam Şiir Yıllığı’nda rastlıyoruz. Bazı şiirlere de edebiyat dergilerinde...
Varlık dergisinin Kasım 1999 sayısına bakacak olursak tanıdık bir yüz elimizi sıkar. Renklerin şeytanına dönen afişleri anlatan bu yazı Altay Öktem’e aittir. Bu yazıdaki afiş örneklerinden birinde Grizu adlı rock grubunun ismine de rastlarız. Grizu’nun, Tuzla Buz adını taşıyan albümünde yer alan şarkılardan biri olan Bütün Bunlar Düş’ün sözlerine bakalım: ‘‘Artık kapıyı çalan ben değilim anne/ Ruhuma başkası girdi/ Dünyanın son günü gibiydi sanki/ Tüm dokunduklarım eriyip gitti/ Artık o küçük çocuk değilim anne/ İçime bir canavar yerleşti’’ İşte Öktem, şiirlerinde ‘içine canavar yerleşmiş bir çocuk gibi’ bakıyor yaşama... Örneğin Pandik adlı şiirine bakalım: ‘‘bütün öğrendiklerimizi yalanlayan/ koyu bir sis perdesiydi/ tenimi yalayıp duran pürtüklü dili// seri cinayetler işliyorum kimse inanmıyor buna/ traş oluyorum örneğin, yüzümü yıkıyorum/ rastgele ateş ediyorum insanlara/ kemiklerimi tırmalıyor içimde hırçın bir kedi’’
Kitap baştan sona bir poetika üstüne kurulu. Birçok şiir kitabında eksik olan yan bu kitapta yok: Şiirler şairinin imzasını taşıyor, kendine özgü. Betimlemeler, şiirsel dil, sözcüklerin dizimi, anlam bakımından kendi sesi olan bir şiir Öktem’inki... Zaman zaman hayatın acı dolu görüntüsünü, ironik bir bakışla çekiyor. Beni Burdan Yırt’ın başında şöyle diyor şair: ‘‘kirli bir pantolon kadar mutluyum/ korkunç yalnızım tanrıçam seninle/ seninle isa’ya gerilmiş bir çarmıhım/ saati bozulmuş bir saatli bomba/ mutlu aile fotoğrafları kadar hüzünlüyüm seninle// beni burdan yırt: en zayıf yerimden/ yüzümün dağlık alanından, boşu boşuna/ rüyada boşaldığım geceden yırt beni parçala’’ Bir Cesedi En İyi Katili Tanır’da ise: ‘‘bir cesedi en iyi katili tanır/ dedi yaşlı bakire yüzüme bakmadan/ yere fırlattı baklaları/ herkes bir amaç için gelir dünyaya/ bu doğru; sevişirken kapı çalarsa/ açmamak için geldim ben, çünkü biliyorum/ atılan her yanlış adımdan önce/ doğru bir adım daha vardır// bir cesedi en iyi katili tanır.’’ Bu şiirin de yer aldığı kitabın Cinayet Meselleri ve Sokaklar Tekin Değil bölümlerinde ironi ve sert, keskin benzetmelerin bir arada verilmesi, şiirsel dili güçlendirmiştir. Bunun en iyi örneklerinden biridir Parçalanmış Bedeninle Gel Bana: ‘‘çünkü zafer diye bir şey yok, bütün ölü generaller/ bilir bunu. Askerlerin miğferine çiçek ektiği yerde/ çok önceden patlamış bir el bombası/ kırmızı bir sis çökmüş gibi saklar soluğunu// parçalanmış bedeninle buz tutmuş/ bir çengelli iğne; işte aşkın yorumu’’
Karanlık, ironik olsa da pesimist, kanlı, cinayetli, yer yer okuyanı rahatsız eden bir şiir! Şiir adlarından da anlaşılabileceği gibi Sifon, Koduğumun Kamyonu, Akıttığı Kan Kadar Haklıdır Aşk, Kendimi Gömüyorum Bedenime, Kurban Kusur Bulur İşlenen Suça, Kabuk Tutmuş Yaralarımı Göstereyim Sana gibi şiirler, buna örnek verilebilir. Örneğin Sifon’daki dizeler: ‘‘burnunu gömleğinin koluna siliyorsa tinerci çocuk/ yaşlı bir ayyaş durup dururken kusuyorsa üstüne/ kanamalı bir kadın bacaklarını silip/ atıyorsa bezi sifonu çekiyorsa/ oh işte, ben o sifonun suyuyum// buyum’’ Ya da Kendimi Gömüyorum Bedenime adlı şiirdeki dizeler: ‘‘parolayı unuttum göğsüme sapla tahta haçı/ aksak bir ihtiyarın öperek duvara astığı/ kitaptan üç yaprak kopar silmek için dudağımdan/ damlayan o mor kanı// anlat beni; mezarların nemli toprağında/ biten bir devedikeni mi, anlat nasıl dersen/ nasıl inlersen bedenimin altında/ çürüyen yanlarımı nasıl yeşertirsen dudaklarınla/ üç yaşında ölen çocukların cesedine anlat beni// kırmızınla tanıştır şeytanın nefesini’’
Hayat Bazen Çentiklidir adlı kitabının Ateşli Kolaj adlı denemesini açalım: ‘‘Beni unut. Yalnızca ateşi hatırla. Erdemli bir yangını çıkartan her çocuğun sığınacağı kadar geniş, kırmızı bir yüreğin var senin. Unutma, hiçbir sistem yıkılmayacak kadar güçlü değildir ve aşınmaz değildir insanın derisi.’’ İnsanın derisini aşındıran şeylerden biri Aşk’tır! Kitabın ikinci şiiri olan Aşk’ta ‘‘her aşk/ aynıdır zaten çoğalır kan kaybettikçe’’ diyen Öktem, kitap boyunca karanlık, korku öykülerinden kara filmlere, örnek olacak sahneler çıkarır karşımıza. Bazı şiirlerde dizeler anlam bakımından yarıda kesilip, aşağıdaki dizeyle bağlanır. Dilde yer yer oynama, özellikle Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri’ndekine benzer bir şiir dünyasıyla birleşir. Şık’a kulak verelim: ‘‘bu tuzağı sevmem engel değil ölümü alkışlamaya/ kalbimi kıran çekiçlerle barışmak bir bayram sabahıysa/ tarihini yanlış anlamış ülkeler boynunu büker/ kusarlar etten bir duvarın çirkin taşlarına// eline değen her şeyi kutsuyorum, hatta silik bir cennet/ bile oluşturuyorum yaktığın karaltıdan// dan.// seni alnının ortasından vurmak kadar mutluyum/ boynuna dolanan ip kadar sevinçliyim hepsi bu’’
Hem Baudelaire ne diyordu XLV İtiraf adlı şiirinde: ‘‘Yüreklerde saltanat kurmak budalalıktır;/ Aşkmış, güzellikmiş, hepsi çatırdar, / Unutuş tüm bunları sepetine fırlatır, / Sonsuzluğa teslim edinceye kadar’’ Öktem de şiirleriyle adeta bunu söyler bize!
Sokaklar Tekin Değil’deki şiirler birbirlerini içlerindeki karanlıkla beslerken, zaman zaman okuyucuya aynı şiirleri okuduğunu düşünmesine de neden oluyor. Çünkü çoğu yerde şairin elindeki mürekkepli tüy, kanlı bir neştere dönüşüyor! Lisa Minelli’nin de babası olan usta yönetmen Vincente Minelli’nin filmlerindeki replikler gibidir Öktem’in dizeleri: ‘‘Bazen tedavi, hastalığın kendisinden daha fazla acı verir.’’ (Gigi adlı filmden). ‘‘Genç duygularımla ne yapacağımı bilecek kadar yaşlıyım!’’ (Paris’te Bir Amerikalı’dan).
Bazen tedavi ümitsiz bir aşkta, bazen kaçmakta, bazen gülümsemedeki gölgelerle çarpışmakta, bazen de insanlara olan güvensizlik nedeniyle toplum hayatından uzaklaşmakta görülür. Altay Öktem aynı zamanda bir doktor olarak, ‘kendini şiire vererek; kimsenin elinden tutmadan zirveye doğru düşmenin yolunu yöntemini buldu’ belki de. Şiirini bu kitabıyla iyice derinleştiren Öktem, kendi açtığı akağında, şiir okyanusuna varmış. Yazdığı şiir herkesten farklı bir yerde duruyor, çalkantılı ve uğultulu bir kırmızı okyanusta!
İnsanın günah işlediğini bilmesi için nasıl Papa’nın sözü gerekmiyorsa; Altay Öktem şiirlerinin de güzel düşleri değil, kabusları içerdiğini Uyku Tanrısı’nın söylemesine gerek yok! Korkuyorsanız, bu kitap size göre değil! Alt kültürün ‘şeytan aletleri’ne dokunmayan, sokağa inmeyi, karanlıklarda gezmeyi hiç başaramayan şairleri okuyun o zaman! Hem duymadınız mı, sizi önceden uyarmıştı: ‘Sokaklar Tekin Değil!’