Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '11

 
Kategori
Dostluk
 

"Arkadaşlık öldü mü be?"

"Arkadaşlık öldü mü be?"
 

“Sana, senin kadar güzel bir hediye almak istedim, suretinden güzelini bulamadım.” diyerek hediyesini uzatır genç adam. Ve aynadan yansıyan yüzüne bakarken uyanıverir genç kız. Gerçek olamayacak kadar güzel olduğundan mı rüya olarak anlatılmıştır dersiniz bu “hediye veriş”? TRT’1 de oynayan “Mazi kalbimde yaradır” dizisindeydi bu “rüya”.


Unuttuk artık değil mi TRT dizilerini, filmlerini?.. Onlardaki; hani heyecanla el ele tutuşulan, dudağa konduruluveren masum öpücüklerle yaşanan aşkları. “Arkadaşlık öldü mü be?” denilerek paylaşılan, omuz verilen “dertleri, yoksullukları”.

Uzun süredir, sağ omzumun “ben burdayım” deyişiyle uğraşıyorum. Sonbaharın son ayıydı ilk kendini anımsatışı. Önemsemedim, neden olduğunu biliyordum; balık ayrıntıcılığımla masa üstündeki, yok bildiğimiz masa değil bu, teknoloji gündelik yaşantımızı da değiştirdi; bilgisayarın masa üstündeki yıllanmış resim dosyalarımı elden geçirmek istedim. Aman kaybolmasın diyerek tekrar tekrar kopyaladığım resimleri ayıklamak, tarih sırasına koymak, unuttuklarımın tarihini bulmak, yeniden adlandırmak... Birkaç gece, kolumu koltuğun yüksek kenarına koyup, saatlerce uğraşmama neden oldu ve… Ve sonunda sağ omzum “ben buradayım” deyiverdi. Geçer sandım, bir ay geçti ama o geçmedi. Fizik tedavi; sıcak uygulama, hareket derken bir ay daha geçti; tam geçmedi. Bunun üzerine bir de evlat babasının yanından dönmeden, bir haftada kazak örüp yetiştirmeye kalkınca öyle bir “ben buradayım” dedi ki omzum, anladım ki evladı kıskandı(!)

Tekrar fizik tedaviye başlandı. En son, geçtiğimiz çarşamba; fizyoterapistim kolumu şekilden şekle sokarken, kısıtlılığın bir nebze olsun düzelmeyişi bir canımı sıktı ki sormayın! Eve dönüyorum, canım her sıkıldığında yaptığım gibi, aydınlık şehrimin mavilerine karışayım istedim ve Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nın bir yerinde otobüsten indim. Köpüren denizin, kuduran dalgalarının sesini dinleyerek, kokusunu içime çekerek yürüyorum ki aklıma geliverdi. “Öbür hafta ara, gel” demişti. Hani en son görüştüğümüzde; aslında yıllar sonra ilk kez görüştüğümüzde. O gece yine “Ayda’nın “Haydi” demesiyle, Haluk’un “Arayın” komutlarıyla:) bir araya gelivermiştik. Ben “omzumla” beraber gittiğim için Ali’nin ortopedist olduğunu öğrenir öğrenmez, hani bir komşuya gittiğinizde, mesleğinizi öğrenenlerin hemen dertlerini döküvermesi gibi, derdimi anlattım. İşte o zaman sözleşmiştik Ali’yle. Ve en son “Telefonum 24 saat açık, ne zaman istersen ara” demişti. Bir doktorun telefonun 24 saat açık olması… ulaşılabilir olması. Hem “zor”dur hem çok “kolay”… Neyse. Hemen telefona sarıldım ve “Alidr” yi tuşlayıverdim. Telefonun çalar çalmaz açılması, “Alo, arkadaşım merhaba”, deyişime, “Merhaba” deyişinin sıcaklığı ve ardından hiç duraksamadan “Yarın sabah saat on gibi gel, gelince beni ara.” deyişi, içimi ısıttı, unutuverdim birden omzumu.

Sol yanımda deniz, sağımda solumda soğuk rüzgar, soğuk rüzgara kendisini bırakmış martılar… bir otobüs durağı, yok öbürü olsun derken yürüdüm yürüdüm… Soğuk? Hani İzmir’in bu hafta; bu ay en soğuk olduğu gün? Hisseden kim?

Ve bu sabah sözleştiğimiz gibi saat onda ordayım. Aradım, hemen açıldı telefon, yerini tarif etti gittim. Dinledi beni sonra kolumu, omzumu “dinledi”, sonra olması gerekenler için kayıt olup olmadığımı sordu, “olmadım” deyince beraber gittik, kaydoldum. Biz kayıt olunan deskin arkasındaydık, önde memur kayıt yapıyor, birileri nedense memura değil de doktor beye, polikliniklerden birinin yerini sordu, o da yüksünmeden tarif etti, biri daha sordu onu da yanıtladı. Sonra geri geldik, ortopedi polikliniğinden film ve mr istediği yaptı, tabi netten, sonra beni yanına kattı, gidip filmimi çektirdi, mr randevusu için de yanıma birisini katıp yolladı. Randevuyu aldık, geri geldim, odada yoktu. Çıktım, telefon. Açmama gerek kalmadan karşımda buldum, mr tarihimi öğrenmiş, o zamana kadar yapmam gerekenleri sıralıyordu; sabahtan beridir hiç eksilmeyen o sakin, sabırlı ve güler yüzlü haliyle.

“Sağ ol, sağol canımmmm” diyerek ayrıldım ve ağzım kulaklarımda Atatürk Devlet Hastanesinin arkasından sola doğru yürüyorum ki İnönü caddesine inen yokuşun tepesine varınca karşımda o güzelim mavi uzanıvermez mi? Buluşma yemeğimize omzumla beraber gitmek istemediğimi anlattığımda “Sen gel, ben sana ortopedist bulurum.” diyen sevgili Haluk aklıma geldi ve gelmesiyle aramam bir oldu. Kendimi öyle güzel hissediyorum ki, ona bunu anlatmasam, anlatıp bulaştırmasam olmazdı. Hasta bakıyordu, “Tamam seni hemen bırakırım.” dedim, “yok anlat anlat” diyordu, sanki anlatmadan bırakmaya niyetim varmış gibi. Bir solukta anlattım, “Ben de yaparım, hem de kaymaklısını” diyordu kocaman gülümseyişiyle. Onun gülümseyişini de kattım yüreğime; çoğaldım.

Sevgili arkadaşlarım, giderek “eksilen” dünyada ister istemez bizler de “eksik” lenirken, varlığıma varlık kattığınız için sağ olun ve var olun!.. Sizi seviyorum.

Sevgiler, yüreğimizde çiçekler açtıran insanlarımızdan, eşimizden- dostumuzdan ille de arkadaşlarımızdan yansıyan masmavilerle.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..