- Kategori
- Kişisel Gelişim
"Ben sana döncem"
"Ben sana döncem ." sözü bir derece serinletir oldu içimi telefon iletişimlerinde. Çünkü açılmayan ya da yüzüne kapatılan telefonlar yanında çok masumane gelmeye başladı bana. Dönülür, dönülmez; o ayrı konu. En azından diğerlerindeki kaygı kalkar üzerinden ya da "adam yerine konulduğunu" hissetmek sana yeter de artar bile çoğu zaman. Benim için öyle oluyor şimdilik.
Daha önceleri, birilerini aradığım zaman hemen konuşmak isterdim. Karşı tarafın uygun olup olmadığını düşünmezdim hiç. “Ben sana döncem." denildiğinde, kişisel algılar, kırılırdım içten içe. Önemsenmediğimi düşünürdüm. Sonra baktım ki benim de uygun olmadığım zamanlar oluyor, fakat ben kendi yaşadığım o olumsuz duyguyu yaşatmamak adına, karşı tarafa "Ben sana döncem." demiyorum. Dolayısıyla bunu söylemediğim zaman da engellenmişlik duygusu yaşıyorum ve bu ardından da kızgınlığa dönüşüyor. Bu farkındalıktan sonra, şimdi ilk işim telefon açtığım kişiye uygun olup olmadığını sormak oluyor.
Nezaketten kendi payıma düşeni almak için istekliyim. Çünkü gerçekten önemsiyorum telefon iletişimlerinde nezaketi. Sadece telefon iletişimlerinde değil tabii her alanda istekliyim "kibar" olmaya. Fakat bunun bir" oluş" haline gelebilmesi için benim de ayak işlerini yapmam gerekiyor; "Sana yapılmasını istemediğin şeyleri, sen de başkasına yapma. “ilkesinden yola çıkarak. Telefonla iletişim uygulamasında başarılı oluyorum az çok. Fakat benim eksik olduğum alanlar aklıma gelince; gurura, kibire kapılmamaya çalışıyorum, nezaketsiz davranışlar karşısında. Hoşgörü ruhsal ilkesini çalıştırmaya istekli hale geliyorum öyle zamanlarda da.
"Ben sana döncem...!" abla, hala, anne, kızım, teyze, öğretmenim, bayan, arkadaşım, özlen gibi bir sürü kimlik sıraya giriyor, bekliyor aranmayı. Fakat ne arayan ne soran var. Herkes bir telaş içinde oradan oraya koşuşturmakta gün içinde. Bana da malzeme çıkmakta yazmak için böylece. Tıpkı, Orhan Veli'nin dediği gibi:
-Dikilir köprü üzerine,
Keyifle seyrederim hepinizi.
Kiminiz kürek çeker, sıya sıya;
Kiminiz midye çıkarır dubalardan;
Kiminiz dümen tutar mavnalarda;
Kiminiz çımacıdır halat başında;
Kiminiz kuştur, uçar, şairane;
Kiminiz balıktır, pırıl pırıl;
Kiminiz vapur, kiminiz şamandıra;
Kiminiz bulut, havalarda;
Kiminiz çatanadır, kırdığı gibi bacayı,
Şıp diye geçer köprünün altından;
Kiminiz düdüktür, öter;
Kiminiz dumandır, tüter;
Ama hepiniz, hepiniz...
Hepiniz geçim derdinde.
Bir ben miyim keyif ehli, içinizde?
Bakmayın, gün olur, ben de
Bir şiir söylerim belki sizlere dair;
Elime üç beş kuruş geçer;
Karnım doyar benim de.
Karnım aç değil, ama ağzım aç benim de. Ağız açlığının da duygu açlığı olduğunu biliyorum ben. Onu da, böyle duygularımı dillendire dillendire doyuracağımı düşünüyorum. Tıpkı annemin bol kepçe yaptığı, "önce gözünüz doysun" dediği yemek kültüründeki felsefesini benimsiyorum. Yüreğimin el verdiğince; dürüstlük, açık fikirlilik ve isteklilik ruhsal ilkeleriyle cömertçe duygularımı paylaşmaktır dileğim. Belli mi olur, bakarsınız bir gün benim de ağzım doyar; duygusal olmakla, duyarlı olmak arasındaki farkın bilincine varırım. Neden olmasın, değil mi?