Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

"Bir dilenci isteyince beş kuruş; sen verme de Allah versin, öyle mi!"

"Bir dilenci isteyince beş kuruş; sen verme de Allah versin, öyle mi!"
 

internetten alınmıştır


Bu başlık geçen yıl kaybettiğimiz şairimiz Abdurrahim Karakoç'un bir dizesidir... Merhum Karakoç, almaya yatkın ama vermeye alışmamış ellerin klasik mazereti "Allah versin" i böyle dile getirmiş.
 
Nitekim, buna benzer bir ifade de Kur'an'da yer alır : "Onlara: "Allah'ın size verdiği rızıktan sarfedin" denince inkar edenler inananlara: "Allah dileseydi doyurabileceği bir kimseyi biz mi doyuralım? Doğrusu siz apaçık bir sapıklıktasınız" derler." Yasin 47
 
Allah Kur'an'da fukarayı doyurma konusunda cimri davranan inkarcıları yeriyor elbette... Ama dediğim gibi, bu "Allah versin" retoriği inananların diline de dolanmıştır.
 
Bu yazıyı yazmamın iki nedeni var: Birincisi MB'nin kıdemli üyelerinden değerli arkadaşımız Ata Kemal beyin, dilenciler ve dilenmek üzerine yazdığı blog'u: http://blog.milliyet.com.tr/saga-baktim-onur--sola-baktim-fasarya-/Blog/?BlogNo=552373...
 
İkincisi ise, geçen gün tam da bu yazının üzerine yaşadığım bir "isteme" vakası...
 
Konunun özü şu: Sokaklarda rastladığımız kimi Allah, Peygamber adına isteyen, kimi elinde bir kağıt mendil satmaya çalışan, bazan da kapılarımıza dayanan dilencilere vermeli miyiz, vermemeli miyiz?
 
Ata Beyin yazısında örneklediği gibi, piyasada dilenenlerin çoğu bu işin istismarcısı... Pek çoğunun istedikleri insanlardan daha varlıklı oldukları kesin... Bu bir gerçek!
 
Bir yanda da, Rahmetli Karakoç'un mısralaştırdığı "Bir dilenci isteyince beş kuruş, sen verme de Allah versin, öyle mi" gerçeği var!
 
Dünya'ya baktığımızda dilencilik geri kalmış ülkelerde, özellikle de Müslüman memleketlerinde yaygın...Bunun nedenlerinden biri, bu ülkelerin ekonomik gelişmemişliği ise, bir nedeni de dinimizin fukaraya vermek konusunda istismara açık oluşudur.
 
Ne demek istiyorum: Müslümanlık zekat, fitre ve sadaka gibi değerlere sahiptir...Böyle olunca Allahın Yasin suresinde bahsettiği cimriler gibi olmamak için bizler Rabbimizin bize bahşettiklerinden muhtaç olanlara (insan veya hayvan) veririz...Verilen yerde isteyen de olur elbette...
 
Tamam ama ortada açık bir istismar olduğu da kesin...Peki, istismar edenler var diye, gerçek muhtaçları görmeyecek miyiz?...Öyleyse gerçek muhtaç kim?
 
Yine Kur'anda:
 
"(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna vermiş, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir." Bakara 273 
 
buyruluyor...Demek ki, Allah fukaraya vermeyi emrederken, gerçek fukarayı, hayasından dolayı dilenmeyen gerçek muhtaçları, bulmayı ve onlara vermeyi de emrediyor. İşin esası da burada ortaya çıkmış oluyor.
 
Gerek zekat, fitre gibi zorunlu vermelerde, gerekse gönüllü sadakalarda, muhtaçları araştırmak da ibadetin bir parçasıdır...Baştan savarcasına önüne gelene vermekle ibadet sorumluluğundan kurtulunmuyor...Ama önünüze çıkan bir dilenciye verip vermemek de sizin tercihinizdir.. Elbette yine Kur'an'ın ifadesi ile (fe emmes'saile fela tenhar= Dilenciyi de azarlama)'dan...Duha10
 
Şimdi konuyla ilgili önceki gün yaşadığımı anlatmaya geldi sıra:
 
Kapıya gelen satıcı veya dilenicilere karşı ben de soğuk dururum...Özellikle gelen bir satıcı ise, nazik bir şekilde reddederim... Evdekilerden biri kapıyı açarsa, onlar da bana seslenerek durumu kurtarırlar.
 
Bu defa kapıyı çalan kelli felli bir adam... Elinde, eski zaman sinema biletleri gibi küçük bir makbuz kapıya dikilmiş... Kapıyı kızım açtığı için önce konuşmalarını duydum...Sanki bizim binadan biri gibi samimi konuşuyordu... Sonuçta, kızım her zamanki gibi "ben babamı çağırayım" dedi ve ben kapıya çıktım.
 
Adam, nazikçe elini uzattı: Ben arka bloklardan falanım, dedi... Sonra da bir laf kalabalığı ile, buraya gelmesinden yöneticinin, apartman görevlisinin haberi olduğunu, bilmem hangi profesörün komşusu mu ne, birisinin kızının felçli olduğunu ve ona akülü bir araba almak istediklerini, aslında üç bin beş yüz lira olan akülü arabaya pazarlıkla iki bin beş yüze indirdiklerini, şimdi bunun için komşulardan yardım topladıklarını bir çırpıda yuvarladı...
 
Elbette, bu yuvarlamadan meseleyi tam anlamadım...Ama felçli bir kıza akülü araba alınmak istendiğini ve bu toplama işinden apartman yönetiminin (çünkü isimlerini de söylüyor) haberi olduğunu anladım...
 
Ama her zaman ki alışılmış tepkimle, "şimdi yanımda fazla yok, sonra ben görevliyle göndereyim" dedim...Adam, "önemli değil az da olsa olur" gibi bir şey söyledi...
 
Önce biraz kuşkulanır gibi oldum ama durumu eşime anlatınca kuşkum gitti...Hanım, niye söylemedin ben de var, dedi ve bir elli lira getirdi...Ben de hemen kapıya koşup adamı yakalamak istedim... Ama adam çıkıp gitmiş...
 
Etrafa biraz bakındıktan sonra, bizim kapıcıyı aradım... Niyetim, parayı ona verip adama göndermek, böylece bu felçli kızcağızın mutluluğuna bir küçük katkı sunmak... Bizim kapıcı Aziz'i aradım.......... Şimdi burada duralım.
 
Sizce bu yaşanmış, hem de daha iki gün önce yaşanmış bu öykü nasıl bitiyor...İki muhtemel sonucu ben yazacağım, gerisini okuyan düşünsün:
 
Birinci sonuç:
 
Aziz telefonu açtı...  Aziz dedim, az evvel kapıya bir adam geldi...Elinde makbuzlar vardı... Yöneticinin ve senin haberin varmış... Yukarı siteden felçli bir kız için alınacak akülü araba için para topluyordu... Ama ben o an veremedim... Adam da gitmiş... Sen adamı tanıyorsun madem, gel sana parayı vereyim ona götür...
 
Aziz'de cevaben: Tamam hocam, birazdan gelir parayı alır, o kişiye götürürüm..dedi...
 
İkinci sonuç:
 
Aziz telefonu açtı...Merhaba Aziz, dedim...Az evvel kapıya bir adam geldi...Felçli bir kız için para topluyormuş...O an ben de yoktu, veremedim...Şimdi gel sana vereyim de parayı o kişiye götür...
 
Aziz'in cevabı: "Ne felçli kızı, ne fukarası hocam... Onlar bildiğin çete... Bir kaç tanesi de yukarı blokları gezmiş... Ne yöneticinin, ne benim haberim var... Aşağıdan isimleri okuyup(ilan tahtalarını kastediyor) sanki tanıyormuş gibi milleti dolandırıyorlar...  İyi ki vermemişsin" dedi...
 
Ben tercih dedim ama galiba üslubun sonucu ele variyor...Keşke tüm istemeler veya dilenmeler benim burada "birinci sonuç" olarak ifade ettğim gibi bitse...
 
Eğer, ikinci sonuçla biterse, toplumda güven kalmıyor ve bunun en kötü sonucu da gerçek muhtaçlar mağdur oluyor...Çünkü, zaten verme konusunda zorlanan insan nefsi, kendisi için haklı bir mazeret bulmuş oluyor!
 
Adamın birinin, kendisini dolandıran uğursuza dediği gibi: Beni aldatmana yanmam da, bu aldatmalar ben de güvensizlik oluşturur ve yardım etmez hale gelirim, ona yanarım!
 
Herkesin zengin olduğu bir kimsenin kimseden bir şey dilenmeyeceği bir dünya olsun, diyeceğim ama bu da imkansız...Çünkü Allah, bizi birbirimizle imtihan edeceğini de söylüyor...Kimimiz fakirlikle, kimimiz zenginlikle imtihan olunacak...Fakirliğe sabır, zenginliğin gereğini yerine getirmek şeklinde:
 
" Ey insanlar! Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle sınarız. Rabbin her şeyi görür." Furkan20
 
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 1645
: 822
Kayıt tarihi
: 19.01.08
 
 

Edebiyat, kamu yönetimi ve gazetecilik tahsili... 27 yıllık eğitimcilik hayatından sonra emeklili..