Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '08

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

"Cennet de cehennem de bu dünyada oğlum!"

"Cennet de cehennem de bu dünyada oğlum!"
 

Gerilim filmleri sinirleri bam teli gibi geren akıl almaz, ilginç senaryolar ve onların senaristleri beni hep çok ilgilendirdi. Mesela Stephan King’in, bir uçak kazası sonucu ıssız bir adada kaybolupta, bacaklarına aldığı darbelerden dolayı yürüyemediği için, kendi organlarını kesip yemek zorunda olan cerrahın düşüncelerini anlatan hikâyesi. Bu tip öyküleri yazan senaristin fantazi kapasitesini hep hayranlıkla karşılamışımdır.

Kuzuların sessizliği isimli filmde (Sir Antony Hopkins ) kitap da yine en sevdiğim gerilim öykülerinin başını çeker. Bu öyküde yazar ve senaristlerin; insanların sapıklığı, gizemliliği ve insan beyninin ( Psikolojisinin ) derinliği, bilinmezliği ve bazı sigortaların atması halinde ne korkunçluklara kadir olabileceği ile alakalı biçtiği, şekillendirdiği karakter Hannibal’dir.

Yine aklıma gelen bir başka filmde; heryeri ( yer, tavan ve duvarlar ) beyaz fayanslarla kaplı, mobilyasız bir mork odasını andıran, bir odaya hapsedilmiş iki erkeğin öyktüsüdür. Sinirlerimi iyice geren bu hikâyede, karşılıklı duvarlara kelepçelenmiş kahramanlar, odanın ortasına yerleştirilmiş olan kör bir testereye ulaşmak zorundadır. Anahtarla içten açılabilen ağır bir çelik kapı ile hapsedildikleri, bir ormanın yeraltına yerleştirilmiş, bu işkence odasından kurtulmalarının tek yolu o testereye ulaşıp kendi bileğini kesmekten geçmektedir. Buldukları bir notta, her iki rehinin de bu odadan kurtulmaları için ihtiyaçları olan anahtarı yutmuş olmalarıdır. Yani kendi bileğini kesmek yetmemektedir zavallıya. Karşısındaki talihsizin de karnını yarıp, anahtarı çıkarması gerekmektedir. Kim testereye ulaşırsa...

Marquis de Sade’nin “ Sodom’un 120 günü “ isimli “sözde” öyküsü bundan hemen hemen iki yüz sene önce yazılmıştır. Bu hikâyede dört varlıklı sapık, o yılların Avrupa’sında, kendileri hariç kimselerin ulaşamayacağı ve kimselerin kaçamayacağı bir şatoda 120 gün boyu, yaşları 9 ile 14 arası olan kaçırdıkları kızlı erkekli yüzü aşkın çocuklara, akıl almaz tecavüz ve işkence etmeleri anlatılır. Bu hikâye ve benzeri öykülerinden dolayı 30 yılı aşkın bir süre hapis yatan ve tımarhanelere sevkedilen Marquis de Sade’nin aslında yaptığının sapıklık değil, insanoğlunun ne kadar uçuk eylemlere meğilli olabileceğini anlatmaktı. Kaldı ki söz konusu “ Romanı “ iğrençliğinden dolayı sonuna kadar okuyamadım!

Yukarıda konu ettiğim senaryo ve öykülerin yazarlarına duyduğum hayranlık bu tip işkenceleri ve çirkinlikleri seven bir sapık olduğumdan değil elbette. Hayranlığım daha çok bu yazarların aslında, insan denilen yaratığın ne kadar vahşi ve ne kadar tehlikeli olduğunu, açık yüreklilikle ortaya koymalarıdır. Hemde yüz yıllardan bu yana.

Şimdi sakın ola ki kimileriniz; “ Yok canım! Daha da neler? Bu kadar da değil! İnsanlar bu kadar vahşi, iğrenç, acımasız olamaz!” demeyin. Hayatın yazdığı nice korkunç öykülere tanık oluyoruz gün be gün.

Bebeğini aç bırakıp, haftalarca, ölümüne dek, evde yanlız bırakan anne ve baba’ nın yukarıda ki sapıklardan ne farkı olabilir?

Kaçırdığı bir küçük kızı on seneden fazla bir hücrede bırakıp, tecavüz edenin yukarıda ki iğrençliklerden ne farkı var?

Kendi çocuklarına tecavüz eden ebeveynlerden hiç bahsetmiyorum artık. Onları kanıksadık gibi sanki.

Kendi kızından 7 tane çocuk yapan ve bu çocukların kendi kızı dahil, beşini 24 sene evinin altında ki kilere hapseden, bir kere olsun güneş ışığı göstermeden binlerce kez işkence eden Josef Fritzl isimli sapığın yukarıda bahsettiklerimden ne farkı olabilir?

Bu bahsettiğim ruhsuzlar istisna demeyin sakın! Değil! Altı milyon Yahudi’yi yakan, gaz odalarına atan bir istisnayı oluşturacak üç beş gözü dönmüşün becerisi değildi. Koskoca bir ırk duruyor bu ayıbın arkasında.

Hiroşima da patlayan mantarın arkasında bir kaç sapık değil; dünyanın lideriyim diyen ABD duruyor.

Daha 1993 te Afrika’da milyonlarca insanın katledilmesinin arkasında sömürgeci sermayenin beyleri duruyor.

Taşlanarak öldürülen kadınlar, sünnet edilen kızlar, ceza olarak organları kesilen hırsızlar ve onlarca senelik baklava hırsızlığı cezası. Kan davalarından dolayı çocuklarının gözü önünde öldürülen babalar...

Bireysel garipliklerimiz, sapıklıklarımız süregelen toplumsal bunalımlarımızın ürünüdür ve bunlar istisna değildir. Madalyonun öbür yüzüdür.

Bababım bir sözü çınlıyor kulaklarımda. “ Cennet de Cehennem de bu dünyada oğlum! “

 
Toplam blog
: 121
: 1814
Kayıt tarihi
: 29.01.07
 
 

Almanya'da doğdum. Haylaz bir öğrenciydim. 16 yaşımdan beri ticaretle ilgileniyorum. Şu anda büyük b..