Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '14

 
Kategori
Öykü
 

"Dede"

"Dede"
 

"DEDE"


-Oğlum sen nasıl oturuyorsun o evde tek başına?

- Neden teyzeciğim?

- Biz oturduk kiracı olarak daha evvel ya…”Dede”li o ev. “Dede” var.

- Yaa… Fakat ben hiç görmedim. Siz nasıl gördünüz?

- Arasıra çıkıyor ortaya, su istiyor. Birkaç kez doldurduk maşrapayı... Aldı; elini, yüzünü yıkadı. Ben gördüm.

- Allah Allah?

Sinan’ın atalarına ait ahşap iki katlı bir evdi. Tepeden Kuşadası iskelesine ve körfezine bakardı. Kapısında el şeklinde kocaman, demirden bir tokmağı vardı. Uzun bir holden arkadaki bahçeye geçilirdi. Alt kattaki bu arka avluda sabah ve akşamları, serinlikte; uzun bir masa etrafında yazın eve gelen sülâle insanları toplanıp kahvaltı yapar, yemek yer, sohbet ederlerdi. Son yıllarda Sinan anneannesinden aldığı anahtarla yazın ve bazen de kışları evde yalnız başına kalır, kafasını dinlerdi…

İkinci kata tahta merdivenlerden tak tuk çıkılır, ön cepheye ait geniş bir odaya gelinirdi. Ev, Osmanlı döneminden kalmaydı. Ahşap ve süslü antikalar, yüklükler, konsollar, koltuk ve kanepelerle, piştovlarla, eski tip saatlerle ev bir antikacı dükkânını andırırdı. Üst katın penceresinden nefis bir Kuşadası manzarası insanı ister istemez büyülerdi. Bu pencereden, oturup da; geleni geçeni seyretmek, tertemiz Ada havasını içine çekmek, limanı ve gelen gemileri takip etmek, uçsuz bucaksız masmavi denize bakmak, batan güneşi izlemek çok zevkli olurdu.

Şükriye Teyze’yi yakından tanırdı. Mahallelerinden komşuydu. Bir zamanlar bu evde kiracı olarak kalmışlardı. “Dede” gördüğünü iddia edenler sadece onlar değildi, başka insanlardan da bu evde bir “Dede” nin yaşadığını duymuştu.

Ancak Sinan onca yıl, küçük yaştan beri bu eve girip çıktığı; bu evde yiyip içtiği, yattığı halde “Dede” ye hiç rastlamamıştı.

Bu serincecik evi çok severdi. Yazın yakıcı sıcaklığında ev püfür püfür eser, insana ferahlık verirdi. Avludaki çeşmeden buz gibi, tertemiz su akardı. Sinan bu evde zaman zaman gazete, dergi, kitap okur, zaman zaman ders çalışır, bazen de üst katın penceresinden Türkiye’nin incisi Kuşadası’nı seyreder, küçük radyosundan müzik dinler, bulmaca çözerdi…

Kuşadası o sıralarda çok küçük bir kasabaydı. İnsanlar parmakla sayılacak kadar azdı. Herkes herkesi tanırdı. Gemilerden limana serbestçe inen ve sonsuz bir hürriyet içerisinde Ada’yı dolaşan turistlere kasaba halkı ikramlarda bulunur, bazen onlara evlerinde yatacak yer tesis ederlerdi.

Sinan; Güvercinada'da, iskelede, tabakhanelerin karşısındaki Türkmen plajında ya da Kadınlar Denizinde yüzdükten ve güneşlendikten sonra bu eve gelir, duşunu alır, bir güzel uykuya yatardı. Geceleri de çay bahçelerinde ve deniz kıyısında dolaşır, ikilerde-üçlerde evde olurdu.

 

Birkaç defa “Dede” yi merak etmiş, evin bütün odalarına dikkatlice bakmış, hatta avlunun yan tarafında bulunan bodruma bile inmiş, canlı bir varlık aramıştı. Hiçbir şey göremeyince de bu konuyu unutmuştu.

Aradan yıllar geçti. Sinan “Dede”li evi arasıra aklına getiriyor. Şimdi artık kendilerinin olmadığı ve göremediği ahşap Osmanlı evinin önünden geçince ister istemez eski günleri anımsıyor.

Kendi kendine “Dede” acaba yine içeride mi diye soruyor. Bu arada insanların arasıra konuştukları:

“Dede”ler iyi insanlara görünürler, kötülere gözükmezler” sözünü düşünüyor.

“Dede” iyi insanların karşısına çıkar. Kötülere gözükmez!

“İyilere gözükür, kötülere değil!”

“Kötülere gözükmez!”

“İyilere gözükür!”

Sinan da şimdi:

“Madem iyilere gözükür, bana gözükmediğine göre, ben iyi bir insan değilim !diyor.

“Kötü bir insanım ben herhalde. İyi olsaydım gözükürdü bana.”

“Dede” iyileri sever!

“İyi bir insan değilim ben…”

“Kötü bir insanım herhalde!”

“İyi değilim ben!”

 

  

 
Toplam blog
: 137
: 158
Kayıt tarihi
: 09.03.14
 
 

1958 yılında Söke'de doğdum. Esnaf çocuğu olarak ilk, orta ve lise eğitimimi Aydın ili Söke ilçes..