Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '09

 
Kategori
Felsefe
 

"Düşünme" fenomeni...

"Düşünme" fenomeni...
 

Düşünme süreci üç aşamada gerçekleşir.

1. Zihin.

Bütün düşünceler zihinde oluşur. Yeni fikirler, fikirlerin birbirinde etkilenme süreçlerini yaşanır.

2. Akıl.

Karar verir. Zihinde oluşan düşüncelerin eyleme geçme sürecinde akıl devreye girer.

3. Alışkanlıklar.

İnsan bazen (ya da çoğunlukla) zihin ya da aklını değil, alışkanlıklarını kullanır. Örneğin, bir araba kullanmayı öğrendikten sonra, süreç bir alışkanlığa dönüşür ve sürekli, zihin ve aklımızı kullanmak zorunda kalmadan, vites, debriyaj, gaz, fren alışkanlıkla kişi tarafından eyleme geçirilir.


Bir çocuk nasıl yetişir?

Çocuğun bir alışkanlığı yoktur. Önce öğrenmesi gerekir. Anne baba ya da daha sonra da toplumsal ilişkiler kişiye bir şeyler gösterir. Bu zihne yerleşir ve bir sonraki eyleminde akıl süzgecinden geçerek eylem olur. Bu da zamanla o kişinin alışkanlığı olur. Bir çocuk yemek yeme alışkanlığı edindikten sonra, her yemek yemeğe oturduğunda ekstra bir düşünsellik içinde olmadan oturur yer yemeğini.

“Bizler alışkanlıklarımız oluşmaya başladığı sürece öğrenme sürecini durdururuz.”

Yani alışkanlıklarımız öğrenmeyle ters bir orantı kurar. Yemek yeme de bir alışkanlığa dönüştüğünde anlamını ve değerini yitirir. Bir evlilik alışkanlığa dönüştüğünde değersizleşir. Rutin yapılan işler ve paylaşımlar olur. Bir kişi eşini sevdiğini içinde hisseder, ama bunu düşünmez. Karşılıklı bir alışkanlık sürecinde, sevgi de anlamını yitirir. Sonra oturup, <ı>peki ben neden evlendim diye düşünmeye başlanır.

Uzatmaya gerek var mı?

Sonuç olarak insan alışkanlıkla yaptığı şeyleri bile her eylem sırasında oturup düşünürse, onu bir kısır döngüden kurtarır. Bir roman yazarı, alışkanlığı olmayan bir kişidir. Çünkü o yaşam içinde her eylemi takip eder. Bir şair için güneşin her batışında farklı bir anlam vardır. Ya da bir vapurdan atılan simitleri kovalayan martı sürüsünün... Bir bilimadamı her düşünüşü ile bilime yeni bir şey katar.

Kapitalizmin içindeki dinamik de budur.

Ford fabrikasında bir Arge grubu oluşturup, geliştirdiği her aracın girdi ve çıktılarını bir araya getirip yeni bir konsept oluşturur. Bu yeni bir aracın prototipidir. Arçelik, sessiz çalışan bir çamaşır makinası yapar, evin içinde oradan oraya dans edenlerin yerini alır.

Kapitalizmin üretim ilişkilerinin en mükemmel bir akılla yürütüldüğü, yaşanan reel bir düzendir. Mükemmelliği onun sahiplerinin “zihin – akıl – alışkanlıklar” üçlemesini çok iyi çevirmesinden kaynaklanmaktadır. Yani onun başarısı “idealizmini realizme çevirideki içsel olanla dışsal olan arasındaki dengeyi iyi kurabilmesidir.”

Denge evrenin özüdür.

Madde olsun, düşünce olsun, dengeyi sever. Doğaya baktığınızda madde üzerindeki dengenin işleyişini görürsünüz. İnsan denge içindeki düşünsellik içinde mutludur, huzurludur. Tez, antitez bir dengede senteze ulaştıklarında karşıtların birliği kurulur. Bu da evrensel ilişkilerin özü olur.

Madde ve düşünce sonsuz bir devinim içindedir ve sürekli değişir ve dönüşür. İnsan hayatla ilişkiye girdiği ölçüde onu değiştirir ve dönüştürür. Bu anlamda bilgi, öğrenme, ilişki kurma ve ilişkilendirme süreci sürekli hareket halindedir.

Bütün bunlardan sonra kocaman bir “<ı>fakat” ile bu girişi, bundan sonraki gelişme bölümü ile bağlıyorum.

İnsanların hayatlarında alışkanlıkları çok önemli yerler tutar. Öğrenim hayatını tamamlayan ve ekonomik hayatın içine atılan ve düzen içinde kendine yer edinen bir ortalama bireyin zamanla alışkanlıkları her şeyin önüne geçmeye başlar. Düzenin de istediği şey budur zaten. Düzen insanları daima kontrol altında tutmak ister. Bu nedenle eğitim ve öğretimin seviyesini buna göre belirler. Bilgiyi elinde tuttuğu için bu bilginin ne kadarının topluma verileceğinin bütün noktaları egemen gücün elindedir. Düzen belli bir denge içinde insanları belli alışkanlıkları edinecekleri şekilde eğitir. Bu anlamda zihin ve akıl birbirine benzer alışkanlıkları olan bir toplum yaratmak için çalışmaya başlar ve zaman içinde de neredeyse bütün alanı kaplar.

Ve alışkanlıkların kırılması kolay değildir. Değiştirilmesi bazen süreç alır. Ama genellikle de değiştirilmesi, zaten hedeflenmez. Değişimin seviyesi de düzenin insiyatifinde gerçekleşmelidir.

Felsefe hayatın sorgulanması sürecidir.

Bütün bilimler felsefe temelinden doğar. Siz ne, neden, niçin, nasıl, nerede ve ne zaman sorusunu sormaya başladığınızda zihninizde bir şeyleri harekete geçirirsiniz. Zihin etrafında ne var ne yok hepsini sorgular. Dener, yanılır, bir kere daha yapar, hayal kırıklıkları yaşar ama eninde sonunda bir doğrultu, bir sarmal, bir kısır döngü ne ise onu bulur.

Son dönemde insanların nasıl birbirine benzer tepkiler verdiği, nasıl olup da aynı şeylerden etkilenip davranışlarda bulunduğu konusunu daha fazla düşünmeye başladım. Bunun özünde elbette alışkanlıklar var. Örneğin “düşman” düşüncesi zaman içinde bir alışkanlığa dönüşür ve kişiler nereden kaynaklandığı belli olmayan bir düşmanlık içinde hissederler kendilerini.

Bu anlamda “siz” toplumdan ya da belli bir “alışkanlığa sahip gruptan” farklı davranışlar geliştirmeye başladığınızda önce size garip garip bakarlar, sonra da “deli” olup olmadığınız, aklınızın yerinde olup olmadığının sorgulamasını yaparlar. Bu düşünselliği biraz daha ileri götürdüğünüzde de deli damgası yersiniz. Mevcut kurulu düzenin silahlarından bir tanesi de budur işte. Bu ortaçağda sapkınlık olarak ifade edilirken şimdilerde “delilikle” tanımlanır olmuştur.

Peki, aykırı soru sormak, bilinenden farklı bir bilginin olup olmadığının araştırmasına girmek ve yeni bir düşünsellik üretmek bu nasıl gerçekleşecek?

Bunun süreç olarak kolay olmadığı kesin. Birincisi ilk sorun “bilgi” fenomeni dediğimiz şey oluyor. İkincisi “bilme” fenomenine dönüşüyor. Sonra “ilişkilendirme” dediğimiz şey oluyor, eğer mümkünse tabii...

Burada ortaya “düşünme” fenomeni dediğimiz şey çıkıyor.

Türkiye’de bilgiye ulaşmak kolay değil. Üstelik bilginin farklı yollardan, bir de değiştirilerek verildiği düşünülürse...

Bilginin bilerek yanlış verildiği sürecin içinde bilinen de etkileniyor elbette. Bildiğini sandığın şeyin gerçek değil ve sen bütün ilişkilendirme ve düşünme sürecini bu yanlış temel üzerine oturtuyorsun. Fakat bu sürecin sadece Türkiye’ye has olduğunu düşünmek de bir başka yanlış alışkanlık olarak karşımıza çıkıyor. Küresel bir dönüşüm sürecine girmiş olan Yeni Dünya Düzeni sahiplerinin bilgiyi farklı yöntemler kullanarak ve zaman zaman da hiç vermeyerek insan zihninin bütün aşamalarını durdurmaya çalışmalarının bir izdüşümüdür Türkiye’de yaşananlar.

Modern düşünce üretiminin yeniden keşfi Hıristiyan dünyasının laikleşmeye başladığı reform hareketi ile başladığı düşünülür. Hıristiyanlığın karanlık ve donmuş bir çağ olarak karşımıza çıktığı, engizisyon figürleri ile süslendiği, Galileo’nun inkârının şiirselleştirildiği bir Ortaçağ kompozisyonunun arkasından gelen laik dünyanın, hızına ulaşılmaz bir gelişim sürdüğü Yeni ve Yakın Çağ dünyası.

1923 sonrasında Anadolu topraklarında kurulan yeni cumhuriyet de bu ilhamdan esinlendi, çokça. Düşünme sürecinin başlatan kurucular, özellikle 19. yüzyıl boyunca kafalarında kurguladıkları geri kalmışlığın hesabının “din”de aranması gerektiği gerçeğinden yola çıkarak ve çokça da neden sonuç ilişkisinde sonuç kısmını yükseltip, nedensellikler kısmını sorgulamadan (ki bu sorgulamayı yapabilecek bütün araçlardan yoksun olduğunu da söylememiz gerekiyor, bu sorgulamayı ancak bugünün araçları yardımıyla yapabiliyoruz ve bunu yaparken de “deli” damgası yemeyi göze alıyoruz) tek tip bir düşünselliğin üretilmesinin önünü açıyordu

Newton Mekaniğini Tarihsel Materyalizmin içine en iyi yerleştiren kişi olarak Marks da laik bilim yanılsamasının sol aklın içine bir alışkanlık yaratacak şekilde yerleştirilmesinin öncüsü oluyordu.

<ımg src="http://www.milliyet.com.tr/2007/08/09/son/resim/gal1/2.jpg">

Zihin içine dikilen bir tohum her zaman filizlenecek bir ortam bulur. Düşünce üretimini sıcak bir kap içinde patlayan pop corn’a benzetebiliriz rahatlıkla. Buradaki mısır taneleri tohum, pop corn da düşünceler olur. Ve içinde bulunduğu kaba sığmaz bir hale gelir. İyi bir zihin sürekli üretim halinde, çoğaltıcıdır. Bu bir sürece yayıldığında da nasıl bir etkileyicilik içinde olduğunu söyleyebiliriz.

Bilgiye sahip olmak demek onu sürekli tohumlamak istenildiği gibi yeniden üretmek demektir. (Bugün genetik tohum üretenlerin de yaptıkları şey budur. Genetik tohumun bize göstergebilimsel olarak işaret ettiği şey, istediğimiz bir ürünü verecek tohumun laboratuar ortamında üretilebilir oluşudur!)

Peki, bilgiye sahip olmadığımız, bilme sürecinin doğru işleyip işlemediğinin sürekli bir soru işareti içinde olduğu durumda ne yapabiliriz? Bunun için tarihin bize bir sürü örnek verdiğini görüyoruz. Nedir bu? Deli olmak! Sürecin en olmadık düşünselliklerinin içinde gizli olanı bulmak.

Peki, bu görüntülerin içinde saklı olan ne?

O zaman birey zihin-akıl sürecinin tekrar tekrar her bilgi düzeyinde üretilmesi gerekiyor. Düşündüğü, inandığı, bildiği şeylerin bir alışkanlık mı yoksa gerçekten sürekli bir akıl sürecinden geçip geçmediğini bir paranoyak gibi tekrar tekrar sorgulaması...

02 Haziran 2003

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..