Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '13

 
Kategori
Kentleşme
 

'Efsane Kaymakam' Ali Arguvanlı Osmaniye'de

'Efsane Kaymakam' Ali Arguvanlı Osmaniye'de
 

Yazar İsmet İPEK, Osmaniye eski kaymakamı Ali ARGUVANLI ile Sigortacı Nuri İPEK (2009)


Ali ARGUVANLI’nın kırklı yaşlarında Osmaniye'de göstermiş olduğu alt yapı çalışmaları ile okullaşma çabaları bugün (205.000) kişilik Osmaniye'nin alt yapı ve eğitimin sorunlarına çözüm arayışının ilk başarılı girişimleridir. Ali Arguvanlı 1960 Temmuz ortasından 1963 Kasım ayı ortasına kadar Osmaniye Kaymakamlığı ile Osmaniye Belediye Başkanlığı görevini bir arada yerine getirmiştir. Osmaniyemizin kentleşmesi ve çağdaşlaşması için hizmette bulunan bütün yetkililere ve iktidarlara teşekkürde bulunmak boynumuzun borcudur.

Yazı dizisinin diğer bölümlerinde de görüleceği gibi Malatyalı Ali Arguvanlı yine kendisi gibi Malatya kökenli Osmaniye Belediye Başkanı Dr. Ahmet Alkan'ın Osmaniye’nin kentleşmesi için başlatmış olduğu çabaları daha ileriye taşıyarak görevlerinin hakkını vermeye çalışmıştır. Kendisinin bir konuşmamızda değinmiş olduğu gibi Osmaniye’nin kavuştuğu imkânlara da bağlı olarak çevre illerden gelenler ile Osmaniye'nin nüfusu artmış, ticareti gelişmiş ve yeniden vilâyet olma yolu açılmıştır. Bu konudaki ayrıntılara geçmeden önce 1950’lerdeki Osmaniye’nin durumu bir çocuk gözü ile size anlatmak istiyorum.

Eski Osmaniye anılarım

Ali Arguvalı kaymakam olarak Osmaniye’ye gelmeden önce, 1955’ baharından ile 1956 sonuna kadar Diş Teknisyeni babamın Ceyhanlı Diş Hekimi Sacit Öner ile ortaklığından dolayı Osmaniye’de yaşadım. Osmaniye’de bulunmuş olduğum ve daha sonraki yıllarda da sık sık uğradığım için o eski yıllardaki Osmaniye’yi bir kaç cümle ile anlatmak isterim. O güne kadar Adana ile Kadirli’yi görmüş olsam ve bazı yaz aylarında Maraş ile Andırın’da kalmış olsam da yıllarda Düziçi’ne göre daha kalabalık olan ve yüksek evleri yanında faytonları ile Osmaniye’nin bende ayrı bir yeri vardır. Benden bir yaş küçük kardeşim Mustafa ile ilk olarak özel bayramlık elbiselerimizi Osmaniye’de bir terziye giderek ölçü vermiş ve bayramdan önce büyük bir sevinçle eve getirmiştik. Maraş’ta gidemediğimiz yazlık sinemaya ilk olarak Osmaniye’de gitmeye başlamıştık. İlk kumbaramızı yeni açılanİş Bankası’ndan almış ve para biriktirmenin güzelliğini beş on gün sonra anlamıştık.

Düziçi’deki birleştirilmiş sınıflı, üstü kiremit kaplı Hacılar İlkokulu‘nda birinci sınıfı bitirdikten sonra Osmaniye’ye göçtük. Alibeyli Mahallesi‘nde otururduk. Atatürk İlkokulu’nda ikinci sınıfı okudum. O yıllarda yollar kurak aylarda toz toprak yağışlı kış aylarında ise çamurdu. İki atla çekilen faytonlar toz kaldırarak gider gelirdi. O yüzden olsa gerek biz çocuklarda sürekli olarak göz çapaklanması vardı. Çoğunluğu taş ve kerpiç evler ile bir kaç düzine de konak türü ev vardı. Bazı yerlerde ya da bazı evlerin içinde bulunduğu bahçelerde irili ufaklı ‘hû’ evler vardı. Bu evler ne Düziçi ne de Maraş’ta bulunmadığı için hep ilgimi çekmiştir. İçlerinde ya bir aile ya bir yaşlı ya da evin köpeği yaşardı. Ormanlık dağlardan gelerek Osmaniye’nin içinden akan ark suyunun çevresinde iğde ve erik ağaçları vardı. Faytonlar belirli duraklardan başka bu arklar boyunca orada bekleşirdi.

Her yerde portakal, limon, dut ve erik bahçesi vardı. Bugünkü Atatürk Parkı’nın olduğu yerde bir kaç çam ağacı olsa bile çevresinde iki sinema ile iki ya da üç çay bahçesi vardı. Özellikle zenginler ille orta kesim Osmaniyelilerin tek eğlencesi o sinemalar ile çay bahçeleri idi.  Sanırım elektrik de akşamdan gece yarısına kadar verilirdi. Ziraat Bankası vardı Atatürk Parkı’nın bitişiğinde. 1957 ortasında İş Bankası açıldı. O çevredeki terzi, ayakkabıcı, kırtasiyeci ve manifaturacı esnafı vardı. Her esnaf yazın sürekli olarak dükkânının önünü sulardı. Berber dükkânlarında karton ve gazete kâğıtlarından bir ‘yellik’ bulunurdu. İkinci kattaki ahşap evimizin tavanı yüksek olduğundan o yelliklerin bir benzerini yaparak bizim eve asmamızın zor olduğunu anlamıştık kardeşimle. Bizim gibi orta kesimlerin evinde buzdolabı yoktu. Bu yüzden özellikle yaz aylarında ipe asılı kesme buz kalıpları taşır dururduk eve. Evlerde büyük pilli, yeşil lambalı radyolar ile çalar saatler başköşede bulunurdu.

Ayrıca Osmaniye Tren İstasyonu ile Düziçi yönüne gidip gelen sığır sürüleri ile de karşılaşıyorduk arkadaşlar ile dolaşırken. Tek eğlencemiz faytonlarla yarışmak, onların peşinde koşmak, çelik çomak oynamak ve kesilmiş kavak dallarından yaptığımız çemberleri çevirmekti. Bir de turunçları birbirimize atarak yaptığımız kavgalarımız olurdu yol boyunca.

Şimdiki değerlendirmeme göre Osmaniye’de kanalizasyon yoktu. İçme suyu okulumuz ile bazı evlerin içinde olsa bile çoğu evin önündeki çeşmeden alınırdı. Sık sık su kesilmesi yaşandığını biliyorum. Ayrıca çocuklar olarak çeşme başında su ile oynamamız istenmezdi. İki doktor vardı. İki de küçük eczane vardı. Bizim aile doktorumuz babamın da arkadaşı iri yarı, esmer ve yeri geldiğinde çok konuşan Dr. Mahmut Kobaner idi.

Adına ‘çırçır fabrikası’ denilen büyük bir kaç bina da vardı. Pamuklu giyeceklerimizin ipinin oralarda yapıldığını öğrenmiştik. İçine giremediğimiz için giriş kapılarına ilgi ile bakar geçerdik yanlarından. Benim okuduğum Atatürk İlkokulundan başka adını hatırlayamadığım bir ilkokul daha vardı. Toplumda kırk kanaat bir geçim durumu olduğunu, zenginlerin topraklarından elde ettiklerini satarak zenginleştiğini duyardım. Pamuk, yer fıstığı ve buğday depoları pek çoktu. Ayrıca lise ve üniversite okumak için Osmaniye dışına gidildiğini biliyorum. Dini ve milli bayramlar büyük bir coşku ile kutlanırdı. Alış verişlerde ‘kese kâğıdı’ ile ‘file’ kullanırdık. Yaz aylarında bazı zenginlerin Zorkun Yaylası’na gittiği söylenirdi. Adana, Maraş yönüne uzun burunlu, üstleri eşya dolu ve pencereleri zor indirilip kaldırılan otobüsler çalışırdı. Günlük gazeteler sanırım bir iki gün geç gelirdi. Babam Akşam ve Milliyet gazeteleri ile Hayat Mecmuası alırdı müşteriler de okusun diye. İstanbul’dan gelen gazetelere göre daha özensiz olan Osmaniye’de çıkan ve adını Osmaniye’nin düşman işgalinden kurtuluş gününden alan Yedi Ocak adlı gazeteyi de okurdu babam. 

O yıllardaki Osmaniye Ziraat Bankası’ndan Tren İstasyonu’na kadar uzanan çevresinde birkaç ev bulunan geniş ağaçlıklı bir yol ile Alibeyli’den bugünkü Belediye başkanlığı önünden Çardak yönüne doğru dükkânların ve buğday depolarının bulunduğu bir alandı. Ayrıca Çınarlı Kahve ile onun yanı başındaki Ulu Cami’nin karşısındaki ayakkabıcılardan bugünkü Çarşı Karakolu’na kadar uzanan alanda da pek çok dükkân, marangoz ve hızar vardı. Atatürk İlkokulu'ndan oldukça uzakta bir yerde bir fidanlık vardı. Osmaniye’deki son günlerimizde bir 'Hacı Leyleğin' yaralanmış olduğu için uçamadığından oradaki yetkililerce beslendiğini de görmüştüm. Ömrümde ilk olarak bir leyleği bu kadar yakından görmüş ve yakınlarımızda dolaşan o leylekle çok ilgilenmiştim.

Ali Arguvanlı’nın iyilik meleği

Kendisi ile tanıştıktan üç yıl sonra geçen yılın Kasım başında Ali Arguvanlı, ‘Osmaniye’nin kaderi ile benim kaderim çakışmaktadır’ diye söze başlamış, ‘Her ikisinin de ortak paydaları 1933 ekonomik darlığının kurbanı olmalarıdır. Biri doğduğu Karahöyük Köyündeki beş sınıflı ilkokulun, üç sınıfa indirilmesi ile beşinci sınıfta olduğu için ailesinin kendisini Arguvan’a yollayacak güçte olmamasından dolayı okuma imkânı elinden alınmıştır. Diğeri ise Osmaniye eski adı ile Cebel-i Bereket adı ile anılan bir vilayet iken Osmaniye adıyla bir ilçe durumuna düşürülmüştür’ diyerek ilginç bir tespitte bulunmuştu.

Ali Arguvanlı Osmaniye anılarına başlarken, ‘Her insanın bir koruyucu meleği vardır. Bu melek bazı insanlara ‘iyilik meleği’ olarak gön verir. Bazı insanlarda ise o melek ‘şeytanlaşır. Benim koruyucu meleğim ise daima benim iyiliğim yönünde beni yönlendirmiştir’ diyor. O’nun Osmaniye’ye gelişinde de kendisinin peşini bırakmayan o melek ile onun varlığını duyuran tanıdıkları ya da ‘Kaymakam evinin bahçesinde dua ederken’ gördüğü ‘Şeyh İbrahim Gül’ adlı bir ermiş vardır.

1960’da 19.000 kişinin yaşadığı Osmaniye’nin yeni okullara kavuşması yanında ‘Şehir Kütüphanesi ile yeni Hükümet Binası yaptırması’ ile kanalizasyon çalışmalarını başlatılması yanında Atatürk Lisesi, Rahime Hatun Kız Meslek Lisesi, Hal Binası, Yedi Ocak Stadyumu, Endüstri Meslek Lisesi, Ali Arguvan’ın ilk akla gelen hizmetleridir. Bugün bile Osmaniye’nin atardamarı durumundaki (3.500 m.) uzunluğunda ve otuz beş metre genişliğindeki ‘Malatya Bulvarı’nın kentin önde gelen bazılarının kamulaştırma işlerindeki karşı çıkışlarına rağmen Ali Arguvanlı’nın ‘azimli çalışması’ sonucu açılması büyük olay olur.

Osmaniye’nin yüz akı ve Ali Arguvanlı’nın 1963’te temelini attığı İmam Hatip Lisesi’nin ilk mezunlarından İsmet İpek’in araştırmalarından oluşan Osmaniyeli (2009) adlı önemli çalışmasında Ali Arguvanlı Osmaniye’nin kentleşmesi için çalışmış olan ilk iki kişiden biri olarak yer alır. 1927 ile 1955 yılları arasında Osmaniye Belediye Başkanlığında bulunan Malatya kökenli Dr. Ahmet Alkan’ın ilk çalışmaları ile şehir imar planı uygulamaya başlamasını çok daha ileri aşamalara taşıyan kişi Kaymakam ve Belediye Başkanı Ali Arguvanlı’dır.

Gelecek yazılarımızda Osmaniyelilerin de desteği ile O'nun bu alandaki çabalarını, belirgin içerikli çelişkileri ve Osmaniye'nin kentleşmesini irdelemeye çalışacağız.

Gelecek yazı: Malatya Bulvarı’nın bitmeyen öyküsü

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..