Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '14

 
Kategori
Öykü
 

Elie Wiesel bu öyküyü bizim ülkemiz için mi yazmış?

 Elie Wiesel bu öyküyü bizim ülkemiz için mi yazmış?
 

Buchenwald toplama kampı, 1945. Wiesel alttan ikinci sırada soldan yedinci


Ülkemizde hukuk ve adaletin yerlerde süründüğü bu ortamda, geçen gün okuduğum  öykünün bizim durumumuzu çağrıştırdığını görüp burada paylaşmak istedim. Öykünün yazarı Eli Wiesel. Önce kendisini tanıyalım.
 
Elie Wiesel Romanya'da dört çocuklu bir Yahudi ailenin üçüncü çocuğu olarak doğdu. 19 Nisan 1944'te Naziler tarafından ailesiyle beraber Auschwitz-Birkenau toplama kampına gönderildi. Sol koluna dövmeyle A-7713 numarası işlendi. Annesi ve en küçük kardeşinin burada öldürüldüğü sanılıyor. 1944 yılının sonunda babası ile beraber Buchenwald Toplama Kampına nakledildi. Babası 28 Ocak 1945'te açlık ve hastalıktan öldü. O tarihe kadar babası ile beraber kalmayı başardı. Kamplarda çalıştırılarak geçirdiği bir yılın ardından, 11 Nisan 1945'te Buchenwald kampının Amerikan ordusu tarafından ele geçirilmesiyle, özgürlüğüne kavuştu.
 
Savaştan sonra bir Fransız yetimhanesine yerleştirildi ve hayatta kalmayı başaran iki kızkardeşiyle bir araya geldi. 1948'de Sorbonne Üniversitesinde felsefe öğrenimine başladı. Hayatını gazetecilik yaparak kazandı.
 
1952 yılında François Mauriac'la tanışana kadar, savaş sırasında yaşadıklarıyla ilgili yazmayı reddetti. Daha sonra yakın arkadaşı olan Mauriac onu yazmaya ikna etti. Bunun üzerine ilk kitabı Gece'yi yazdı ve 1958 yılında yayımlattı.
 
Yahudi Soykırımı'ndan kurtulmuş olan Avusturya doğumlu yazar Marion Esther Rose ile evlendi. 1972'de oğulları Shlomo Elisha doğdu.
 
ABD'de yaşadığı yıllarda 40'tan fazla kitap yazdı ve birçok edebi ödül aldı. 1986 yılında şiddete ve ırkçılığa karşı duruşuyla Nobel Barış Ödülü aldı.
 
Kaynak: Vikipedi.
 
Şimdi öykümüze geçelim:
 
******
 
Çan dörtten fazla çalınırsa kim ölmüştür?
 
Çok eski yıllarda krallıkla idare edilen bir ülke varmış. Ama, bu ülkede, hukuk ve hakimler de varmış. Törelere göre, bir vatandaş öldüğünde, şehir merkezindeki dev çan bir defa çalınırmış. Uzun uzun da yankılanırmış.
 
Eşraftan birisi ölürse çan iki defa, büyük bir devlet adamı ölürse üç defa çalınırmış. 
 
Ya kral?
 
O öldüğünde, çan dört defa çalınırmış.
 
Gel zaman, git zaman, şehirde bir olay olmuş ve iş mahkemeye intikal etmiş. Davanın sanığı olarak mahkeme huzuruna çıkarılan kişinin masumiyetini ise bütün vatandaşlar biliyormuş. Bir formalite olarak görülmesi ve beraat beklenen, davadan sürpriz bir karar çıkmış.
 
Sanık para cezasına mahkum olmuş.
 
Hakim sormuş;
 
"Bir diyeceğin var mı?"
 
Sanığın cevabı;
 
"Hayır"
 
Mahkeme bitmiş. Dinleyiciler dağılmış, Kafalarda bir kaygı! Kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulmuş.
 
"Acaba kim öldü?"
 
Çan bir defa daha çalmış.
 
"Acaba eşraftan kim öldü?"
 
Şehir çan sesi ile bir defa daha inlemiş.
 
"Hımmmmm. Büyük bir devlet adamı. Acaba kim?"
 
Soruya cevap alınmadan çan bir defa daha çalıp, yeri göğü inletmiş. Herkeste bir feryat;
 
"Eyvah kralımız öldü!"
 
Ancak, törede görülüp işitilmemiş bir şekilde çan, beşinci defa da çalınmış. Yer gök önlemiş ve sesler kesilmiş.
 
Herkes bunun ne anlama geldiğini öğrenmek için çan görevlisine koşmuş. Bir de bakmışlar ki, çanı haksız yere mahkum  edilen adam çalmaktadır.
 
Sorarlar;
 
"Ne demek beş defa çan çalmak? Kraldan daha büyük birisi mi öldü?"
 
Cevap şaşırtıcı olduğu kadar anlamlıdır da;
 
"Evet! Adalet öldü!"
 
******
 
Biz de ülkemizde ölen adalet için, 
 
"Allah rahmet eylesin" diyelim.
 
 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..