Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

08 Mart '09

 
Kategori
Dostluk
 

"Erkeklere mektup" 8 Mart

"Erkeklere mektup" 8 Mart
 

“Erkek kardeşlerimizden tek istediğim, ayaklarını
boğazlarımızdan çekmeleridir.” –Sarah Grimke 1837

Yıl 2009 ve hâlâ ayaklarınız boğazlarımızda desek haksız mıyız? Hemen yüzünüze gözünüze korku dalgası yayılmasın... Sizlere karşı ne bir düşmanlığımız ne de sizleri alt etme gibi bir niyetimiz var. Bir cinsin diğerinin üstünde egemenlik kurması yanılgı ve yanlışlıkları içerirken, demokratikleşmenin ve gelişmenin önündeki en büyük engel olduğu biliniyor elbette. Kadın ve erkek birbirlerinin üzerinde değil de, kendileri üzerlerinde iktidar sahibi olmayı öğrendiklerinde anlaşıp uzlaşabilirler.

Tarihin derin sularında gizli tüm gerçeğimiz. Kendimize özgü sesimizle evren bizdik belki de, belki de siz ve mutlaka ikimiz, hepimiz... mamutları parçalayıp demiri bükerken ağır elleriniz, mağarada, Aden’in kıyısında, Sina Çölü’nde, Cunnuris Irmağı’nın sazlıklarında, binlerce yıllık çile çekecekleri ve sizleri doğurduk beyler! Testislerinizi dünyanın merkezi sandınız... ve bizlerde ortak olduk sünnet merasimlerinize, gururlandık; oysa o merasimlerde her gün biraz daha eridiğimizi hiç bilemedik. Aylık kanamalar kapımızı çaldığında, zindanlara ve kör odalara kapatıldık; saçlarımız kesilip önümüze düştü, geceleri inledik, kâbuslar gördük... Tanrı’ya Âdem’in kaburgasından yaratılmakla eşitsizlik temelinin atıldığını diyemedik. Kara elmas kadar kıymetliydi testisleriniz. Bacak aramıza bakar bakmaz öfkelendiniz, pirinçle boğup, diri diri toprağa gömdünüz. Kara gemilerde etimiz pazarlandığında, odalarda çilingir sofrası kurup raks ettirirken ne mutluydunuz. İşinize gelmiyordu, düşünmekten kaçınıyorsunuz. Hem küçücük bedenlerimize saldırıyor hem de evleneceğiniz zaman “kızoğlankız” istiyorsunuz...

21. yüzyılda değişen ne? Okumuşlar, mürekkep yalamışlar, kitapların içinde yolculuk yapmışlar ne kadar yol gidebildiler? Kadın nerede? Neden sanatta ve politikada yönetim sektörlerinde bir avuç kadarız?

Ey hüzünlü, gözü yaşlı coğrafyamın erkeği! Sen toprakla sevişen adam, başımız yarıklarla dolu, büyük Âdem kesilenler, “Recm” ilaçtır diyorlar... ve sen yüzünü güneşe dönmeden her dem karga ile söyleşiyorsun... yoksa evrene benzeyen rahmimden mi korkuyorsun?

Sen, korkak orta yolcu, dön de geri bak! Mutlu musun? Yemek tuzlu diye bastın sopayı, pantolon giydirmedin, etek boylarımıza takılıp kaldın... ah bilsen ne zavallı olduğunu...

Ve en büyük suçlu okumuş adam, aydın adam! Adamların adamı ilericiler, birlikte alanlarda koştururken ve de sisteme kafa tutarken neden bize çelme takıp ayak işlerinde koşturdunuz?

Aydınım diye şişinenlerin birlikte yaşadığı kadına bakarım ilkin ve tüm gerçekliği o kadın bana fısıldar. Şöyle bir çevremize göz atalım. Sanat ve politikayla ilgilenen erkeklerin çoğunun eşi, birçok şeyin farkında olmayan ya da olup da adını koyamayan mutsuzlar değil mi? Peki sizlere soruyorum beyler: akıllı, kendine güvenen ve sorgulayan kadınlardan neden ürküyorsunuz? Masa başlarında, alanlarda eşitlikten, insan haklarından söz ederken, karşınızdakine birey olma hakkını neden tanımıyorsunuz? Onun adına karar veriyor, mutfaktan çıkmasına izin vermiyorsunuz. Bu, egemen tavrınızın ötesinde kendinize olan güvensizliğiniz değil mi? Kendine güven duyan, gerçek farkındalığı yaşayan erkekler kendilerine köle istemezler; birlikte tartışacağı, konuşup çoğalacağı düşünen bir kadını tercih ederler ve bilirler ki, “Köle-Efendi” ilişkisinden gerçek sevgiler doğmaz. Tercih edemeyiş kendini bulamayış değil midir? Hiçbir şeyin ayırdında olmayan evdeki kadının emeğini gözardı ettiğiniz gibi, yıllar sonra onları yıpranmış ve yaşlı buluyorsunuz, kadını bir mal gibi gördüğünüzden kendi yaşlılığınızı düşünmek istemiyorsunuz. Yarım bilginizle terütaze kadınların üstünden gözlerinizi ayırmıyorsunuz? Hatta sömürüden söz edenlerin bile sistemle çatışırken, etini pazarlamak zorunda olan kadınlara gitmenin adı ne oluyor anlayamıyorum!.. Bilginin, nefsi kontrol altına aldığına inanırım, demek ki birçoğunuz meydanda nutuk atarken, içlerinizde faşizm ve kendini bulamamışlık kımıldıyormuş... Kızlarınıza ve eşlerinize göz açtırmazken, sevgilinizin koynunda sabahlıyorsunuz. İçten içe alkışladığınız, değer biçtiğiniz kadın “Öteki” diye ürktüğünüz kadındır. Bir an için köhne değerlerinizden sıyrıldığınızda ve siz siz olduğunuzda “Öteki”nin bilinciyle çatışırken kendinize geliyorsunuz. O zaman evdeki kadın gözünüzde bir nesneye dönüşüyor, tüm hıncınızı ondan alırken, asıl suçlu kim? Suçlu: bilendir, görendir ve düşüncelerini pratiğe dökemeyendir elbette. Kendine istediğini bir başkasına istemeyen, bir amacı ve hedefi olmayan, sorgulamayan, değişmeyen dönüşmeyen düşündüklerini pratiğe geçiremeyen aydınım diyemez. Gerçek devrimciler, kadının yüzüne gölge düşürmeyenlerdir beyler!"

Suzan Samancı

Not: Bu yazı 2006’da Ö. Politika’da yayınlanmıştır. 06.03.2009 Taraf'ta yayınlandı.



Söze hiç gerek yok! Ne 8 Mart'ta ne diğer günlerde gölge düşürmeyelim yeter!


"ODUR O

Odur o, derin ve gizli dokunuşlarıyla varlığımı uyandıran,
o en içten olandır.

Odur o, altın ve gümüşten, mavi ve yeşilden uçucu renkleriyle
bu maya ağını ören, temasiyle beni kendimden geçiren,
ayaklarımı, elbisesinin katları arasından gösteren odur.

Günler gelir, asırlar geçer ve gönlümü pek çok isim ve şekil,
pek çok sevinç ve kederin neş’esiyle dolduran hep odur.

Rabindranath Tagore"


 
Toplam blog
: 444
: 1284
Kayıt tarihi
: 13.09.07
 
 

MB zengin kültürel bir eksen; düşüncelerimizin buluştuğu, tartıştığımız, birbirimizi etkilediğimi..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara