- Kategori
- Futbol
"Fenerbahçem"

Türk futbolunda son aylarda yaşanan gelişmeler izleyicinin; futbol oyununa, futbolculara ve futbol patronlarına dair düşüncelerini yeniden gözden geçirmesine sebebiyet verdi. Her ne kadar Şike iddialarının sadece kulüpler ile ilgili olmadığı Türk futbolunun geleceği açısından da son derece önemli olduğu söylense de taraftarlıktan çok fanatiklik sevdasına tutuşan, haksızlığı görmezden gelen ve haksızlıkla da olsa kazanılan hakların hak olduğunu iddia eden bir kesim var ne yazık ki ülkemizde. Masumiyet karinesine inanan her insan nasıl ki yargı kumunun elinde olan bir dava konusunda zanlıları itham altına bırakacak her türlü söylem ve eylemden uzak durması gerekiyorsa, aynı hassasiyetle şüphelilerin suçsuz olduğuna inananların da karar açıklanana kadar sağduyulu ve hoşgörülü bir şekilde davayı izlemeleri gerekiyor.
Türk futbolu bu zor günleri yaşarken Federasyon başkanının istifası diğer bir mühim depremin tezahür etmesine sebebiyet verdi. Federasyon başkanının "Fenerbahçe'yi düşüren başkan olmak istemiyorum" veya "krizi yönetemedi" tevatürlerini bir kenara bırakarak yeni federasyon başkanı için seçime odaklanmak en doğru hareket olacaktır. Zira Türk futbolunun uzun vadede geleceğinin belirleyecek olan kararlara imza atılmadan önce bu süreci layıkıyla yönetebilecek liyakat sahibi bir kişinin bu koltuğa oturup, meseleyi Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray kıskacından kurtarıp bir neticeye ulaştırabilmesi gerekiyor.
Mamafih Federasyon başkanlığı için henüz bu niteliklerde bir aday başvurmuş değilken, futbolu kaosa götürebilecek bir ismin adaylığını açıklaması son derece üzücü. Yıldırım Demirören Beşiktaş başkanlığı sürecinde de müşahede edebildiğimiz gibi hiçbir yöneticilik vasfına sahip olmayan, uzun vadede yöneticisi olduğu kurumlara bir gelecek hazırlamayan sadece günü kurtarmak amacıyla hareket eden bir yönetici profili çizdi. Başkanlığı süresince bir yöneticinin sahip olmaması gereken her özelliğe sahip olduğunu gösterdi. Bunun en açık göstergesi Beşiktaş Kulübünü oynadığı futbol ve kazandığı başarılar ile dünyada adından söz ettiren bir kulüp haline getirmektense, yaptığı pahalı futbolcu ve hoca transferleri ile adından söz ettiren bir kulüp yapma yolunda önemli adımlar attı. Cezaevinde kaldığı süreçte takımın teknik patronu olan Tayfur Havutçu ‘ya olan desteğini her fırsatta dile getiren Başkan, Tayfur Havutçu'nun serbest kalmasının akabinde "takımın kimyasını bozmamak adına" kulübenin dışında bıraktı. Her şey bir yana Beşiktaş gibi Türk futbolunun güzide takımlarından ve büyük bir taraftar kitlesine sahip olan bir camianın geleceğe ekonomik manada tüm umutlarını tüketmedi mi? 400 milyon borcu olan bir kulüp başkanın Türk Futboluna verebileceği ne olabilir? Mesele sadece “düşme ve puan silme yok” diyerek "Fenerbahçesini" mi kurtarmaktır?
Ezcümle futbola olan sevgimizin sönmemesi için, Futbolu sadece futbol olarak gören ve bu işin bir ruhu olduğuna inanan insanlara ihtiyaç vardır. Çete, rüşvet, teşvik gibi unsurları suç olarak gören ve temiz bir futbol için mücadele için çokta geç kalmış sayılmayız. Türk takımlarının artık sadece Türkiye’de değil Avrupa’da saygın kulüpler haline getirebilmek adına; her başarısızlık sonucu istifa eden yada gönderilen oyuncular yerine kulüp başkanlarını sorgulamanın ve yaptıkları sorumsuzca harcamaların hesabına sormak gerekiyor. Türkiye’de futbol endüstrisinde bir şeffaflığa ihtiyaç olduğu herkesin ortak kanaatidir.