- Kategori
- Ankara
“Hayatı Gözkapaklarıyla Kazımak” I

Parlak çocuklara...
Bu yılın başında yıllar önce “yüreğimi bırakarak” ayrıldığım başşehrime geri geldiğimi ve bu rücûdan ne kadar mutlu olduğumu cümle âlem duydu artık…Ankara yıllar sonra bile, tahmin ettiğimden cömert davrandı bana… Çocuklarımın eğitimi için Baş Şehire gelmiştim. O kadar başım dönmüştü ki; bu dönüş sevdasıyla Anadolu Öğretmen Lisesi hakkımı bırakıp (bazıları askıya aldın sadece, diyorlar ki; pek de önemi kalmadı bu durumun, benim cephemde..) Pursaklar Ayyıldız Anadolu’yu istediğim Ağustos 2009’da okulun içinde Ankara’nın ikinci Fen Lisesi’nin açılmış olduğunu bilmiyordum…
İşte, güzel bir sebeple benliğimden geçmeyi bir kez daha göze aldığım için, Rabbim beni yalnız ve fakir koymamıştı; Anadolu Öğretmenin yerine Fen Lisesi’ni atmıştı kucağıma… Artık, yazılarımdan da fark edeceğiniz gibi şehir, okul ve hatta ben takıntılı değilim… Yalnızca “benime” değen güzellikleri es geçmemeyi öğrettim yüreğime yıllardır. Onun için okul, yer, şehir ve hatta bazen insan sıfatları ve onların şeklî özelliklerinden öte okulların, yerlerin, şehirlerin ve en önemlisi insanların benlikleri ve kalpleri ilgilendirir beni… Şeklî anlatıma değil; özdeki güzelliğe dikkat buyurun lütfen…
İki sebep vardı Ankara göçümün… Görünen şefkatli yüzü, çocuklarımın eğitimi; gizlenen şefkatli yüzü, “benliğimi tazeleme” arzum… İşte, bu isteklerle Pursaklardaki birbiri ile iç içe okula yepyeni bir benliğin yanında yılların birikimi ile başladım… Fen Lisesi’nin iki adet 9. sınıfının Edebiyat derslerine hangi arada ve hangi derede kafamı soktuğumu inanın hatırlamıyorum…
Kasım ayındaydık… Rehber öğretmenliğini de üstlendiğim 9 Fen A sınıfına ilk hafta içinde Veli Toplantısı düzenledim.. Hepimiz heyecanlıydık…Ben, öğrencilerim ve de öğrencilerimin velileri; hepimiz ilk defa, yeni kurulan bir Fen Lisesi’nden kafamızı uzatıyorduk… Enerjimiz, isteklerimiz, beklentilerimiz, taptazeydi… Velilerin yürekleri yerinden çıkacak gibiydi… Çocukları Fen Liseli olmuştu… Ben ayrı seviniyordum; hem Milli Eğitimin tüm lise türlerini bitirmiştim hem de parlak çocuklarla AB dil dosyalarının bir uzantısı olan “Dil-Edebiyat” dosyalarının taze bilgilerine sahiptim…
Bu heyecan içinde, oldukça yüklü bir gündemle veli toplantısı yaptım… Parlak çocuklarını anlattım velilere.Gözleri doldu anne ve babaların… Yeni öğretim yöntemlerinde velinin rolünü “sundum”; kişisel dosyanın derin anlamını büyüklere izah ettim; “kitap okuyun çocuklarınızla beraber” dedim onlara… Bir gündem maddesi daha vardı ki; “korsan kitaplar”… Onlarca dakika korsan kitaplara takınacağımız tavır hakkında tartıştık velilerle… Tam iki buçuk saat enerji içinde süren toplantının sonunda yeni kurulan okulun sınıf kitaplığı için bir karar aldık birlikte: Her veli, Edebiyat öğretmeninin belirleyeceği iki kitabı en kısa zamanda sınıf kitaplığına alacak…
Binası olmayan bir Fen Lisesi’ne çocuğunu kaydeden velilerin kaygılarının bazılarını hafifletmenin gönül rahatlığıyla eve döndüm… Ankara’da yeni sayılırdım ve beni tek rahatlatan yer vardı MB bloglarımdı… Temkinli yaklaşıyordum bloglara… Sadece bloglara değil aslında, internete “canım yazılarımı”, “ben”imi yazmanın sancısını çekiyordum daha…
Bir bloğa gözüm takıldı: “Korsan Kitaplara Hayır!”… Daha birkaç saat önce velilerle konuştuğum bir gündem maddesini bir blog yazarından ve yazarın içtenlikle yazılmış yazısından okuyunca; yazarı tebrik eden bir yorum yazdım ona… O yorumun ardından, bir iki karşılıklı cevaptan sonra; yazar okullara kitaplarını bağışladığını ifade etmez mi bana… O dayanılmaz öğretmenlik susuzluğuyla hayatta hiç yapmadığım bir şeyi yaptım… “Okulumuza kitap gönderir misiniz?” deyiverdim, yazara… Dedim de, sonra pişman oldum… Ne saçma, tanımadığın birine yazıyorsun ve kitap istiyorsun… Hatta, kimseler görmese de hem utandım hem de kızdım kendime bu saçmalığımdan ötürü… Sonra, cevap gelmez diye düşünüp bu konuyu unuttum…
Haftasına öğretmenler odasına bir koli geldi… Okul kütüphanesi ve sınıf kitaplığına yetecek kadar kitap ve yanında yazarın kendi kitabı:”Ben Olmanın Issızlığında”(Bu kitapla ilgili izlenimlerimi yılbaşındaki ilk bloğumda anlatmıştım.) Böylece Ata Kemal Şahin’i sadece yazdığı bloglardan yansıdığı kadarıyla değil de; tanımadığı bir öğretmene ve tanımadığı öğrencilere yaptığı jestle de tanımış olduk…
Blogları ve jesti bir yazarı/ bir insanı tanımaya yeter miydi? Ya da bir yazar böylesi şeffaf, net ve kararlı adımlarla yazı yazıyor, kitap yazıyor ve bağışta bulunuyorsa; yeni açılan bir okula gelir miydi? Okulun Edebiyat Öğretmeni olmanın yanında Proje Koordinatörüydüm… “Benliğini yazabilen” yazarlığının dışında, birçok iç ve dışbaşarı motifleri bulunan “insan” ve Yazar Ata Kemal Şahin’e söylesem; Fen Lisemize gelir miydi? Yoksa bu istek de artık, çok fazla mı olurdu?.. Aslında tereddütlerim de yersiz gibi görünüyordu; yazma biçimi gösteriyordu ki Yazar, öğrencilerimi kıracak yapıda değildi… Fakat şu da var ki, yazar oldukça yoğun bir trafikle de yaşayan bir iş adamıydı… Vakit de bulamayabilirdi bize…
Bir gün tüm cesaretimi toplayıp kendisine; proje kordinatörlüğüm yönümü de belirterek Mayıs Haziran ayları için bize bir “sohbet ya da kitap tanıtım” günü verip veremeyeceğini sordum...
Yazardan hiç cevap gelmedi… Gördün mü Hoca Hanım?... Bu bloglara her yazılan gerçekleşmiyor… Sen en iyisi bloglarla kal… Gözlerin yaşlanıncaya kadar...
......devamı var...
Yegah Elif Mirzade