- Kategori
- Siyaset
"İhsas-ı reyimdir"
İhsas-ı rey, bir yargıcın bakmakla yükümlü olduğu veya sürmekte olan bir dava ile ilgili kanaatini belirtmesi anlamına gelen bir hukuk terimi. Aynı zamanda da bir “suç”; redd-i hakim sebebi de olabiliyormuş.
Hukukçu değilim ama yine de mantıklı bir yasak gibi geliyor kulağa. Pozitif hukukta ihsas-ı rey suç olabilir; ancak mevzu siyaset olduğunda ihsas-ı reyin bir suç olduğunu geçen hafta öğrendim. Konu pozitif hukuk tartışmasının ötesine taştığına göre, artık ihsas-ı rey kavramını, günümüz Türkçesi’ne rahatlıkla “hangi partiye oy vereceğini seçim öncesinde beyan etmek” şeklinde ifade edebiliriz. “10danSonra Seçim İnisiyatifi”nin başlattığı ve akademisyenlerin HDP’ye destek açıklaması yaptıkları metinde ilk imzacılar arasında yer almam vesilesiyle bu suçu işlediğimi öğrenmiş oldum.
Geçen haftadan bu yana, sosyal medyada yaptıkları yorumlarla, attıkları maillerle, telefonla tanıdığım/tanımadığım birçok kişiden eleştiriler aldım. “Eleştiri” kategorisinde yer alan değerlendirmeler için teşekkür ederim. Bu yazı da onlara cevap vermek için yazıldı. Bu arada, edep, haya, akıl, izan… sınırlarını zorlayan “çemkirmeler” de olmadı değil: Ne “bölücülerin oyuncağı”, “vatan haini!”, “kandilin soytarı takımı”, “YÖK’ün baskısı altındaki akademisyencik” olduğum kaldı; ne de “akademik unvanını üç kuruşa pazarlayan”, “satılmış”, “HDP’den para alıp” onları destekleyen biri olduğum (Selahattin Bey! Söz verdiğiniz para hala hesabıma geçmedi. Size güvendim kelepir bir yalı aldım; parasını ödeyemiyorum; hadi ama!) Eminim metne imza atan birçok hocam, bu türden, hatta daha da berbat kokan geğirtilere muhatap olmak, kulaklarını/burunlarını tıkamak zorunda kalmışlardır. Ne yapayım, ben de, metne imza atan diğer meslektaşlarım gibi bu insanların ağızlarından gelen kokudan, sesten kendimi koruyabilmek için ağzımı, burnumu kapatmaktan başka bir şey yapamadım. Neyzen Tevfik’ten Allah’ın hamurlarını necasetten yoğurduğunu, analarının….onları yanlışlıkla doğurduğunu öğrendiğimiz bu zevata karşı başka ne yapabiliriz ki? HDP’ye oy vermek konusunda yapılan eleştiriler, ağız isali olanların gürültülerinden çok daha fazla önemli.
Sadece ve sadece “onlar”a cevap verebilmek adına, neden HDP’yi tercih ettiğimi, gerekçelerimle birlikte şöyle özetleyebilirim: 1- Geçen haftaki yazımda da dile getirmeye gayret ettim. HDP’nin yükselişi, birbirine bağılı iki manivelanın ucunda. Parti %10 barajını geçebilmek için daha önceki seçimlerde oy tabanını oluşturan geleneksel seçmen kitlesinin ötesine geçmek zorunda; bu yargımın bir değerlendirme olmadığının da farkındayım. Çünkü geçmişten günümüze gerçekleştirilen tüm seçim sonuçları bu realiteyi zaten ortaya koymakta. Ayrıca HDP’nin kendisi de bu realitenin tam anlamıyla farkında. Parti yönetcilerinin, sol jargonla soslanmış bir siyasal söylemle Kürt seçmene odaklanmanın pratik sınırlarına ulaştıklarının ayırdında olduklarını söyleyebiliriz. HDP’den ziyade Selahattin Demirtaş’a yönelik popüler ilginin bunun bir tezahürü olduğunu da rahatlıkla iddia edebiliriz. Şöyle ki, Selahattin Demirtaş popülaritesi, HDP ile kendisini özdeşleştirmekte zorlanan çoğu seçmen için parti ile müstakbel yeni seçmenleri arasında bir köprü, bir kesişim noktası vazifesi görmekte. Ancak burada bir detaya daha dikkat etmek gerekiyor: Selahattin Demirtaş’ın oyu ile HDP’nin geleneksel oyları arasındaki bugünkü farkı oluşturan müstakbel HDP seçmeni gözünde Demirtaş, sadece esprileri, hazırcevaplığı, türkü söylemesi vb. ile oy verilebilecek genel başkanlar listesine dahil edilmiş bir popüler ikon olarak da değerlendirilmemektedir. Demirtaş’ın elindeki en önemli kart, HDP’ye kuşkuyla bakanların önemli bir kesimin endişelerini azaltabilecek bir kişiliğe ve siyasal dile sahip olması; geleneksel HDP seçmeni içerisinde anılmaktan çeşitli sebeplerle rahatsızlık duyan kitleleri HDP’ye bağlayabilecek bir koridor işlevi yüklenmesidir. Nitekim, kendi siyasi çevresi içerisinde bilinen tanınan bir politikacı ve aktivist olarak Demirtaş’ın kişiliği ve politik söylemleri ilk kez kamuoyunun gündemine gelmiş ve popüler bir ilgiye mahzar olmuş değildir. Demirtaş, daha önce de bu hareketin içerisinde yer alıyordu; Demirtaş’ın, Cumhurbaşkanlığı sürecinden bu güne artan popülaritesini ancak, HDP ile kendisini özdeşleştiremeyen geniş sayılabilecek bir kitlenin, HDP ile değilse de bizzat Demirtaş’ın kendi kişiliği üzerinden parti ile özdeşlik kurabileceği/oy verebileceği bir ortak zemin yaratabilme kapasitesinde aramalıyız. 2- İster Demirtaş popülaritesi vesilesiyle olsun, isterse de başka sebeplerle; HDP’nin barajı geçerek etkin bir muhalefet partisi olarak TBMM’de temsil edilmesi, HDP’ye bir fırsat verecektir. HDP’li karar alıcılar, parti politikasını yönlendirenler, kendilerine gönderilen mesajları düzgün okuyabilirlerse bu sadece HDP siyaseti için değil, bizzat Türkiye demokrasisi için de takdire şayan sonuçlar doğuracaktır. %10 barajını geçecek bir HDP’ye verilen mesaj şudur: Ancak ve ancak, toplumdaki tüm farklıları/ötekileri, sistemden ve AKP’den rahatsızları seslendirebilirsen barajı geçebilirsin! Kendini sadece Kürt siyaseti ile sınırlandırırsan, değil barajı aşmak, yakınına bile yaklaşman mümkün değildir.
Mesajı çeken, ağırlıklı olarak Türkiye’nin batısında yaşayan, oy kullanırken etnisite dışındaki belirteçleri referans alan, sadece bir parti olarak değil, mevcut sistemin de tezahürü olarak AKP ve benzeri partilere mesafeli Türkiye toplumudur. %10 barajını geçerek TBMM’ye etkin bir şekilde dahil olan HDP çevresi, bu mesajı iki biçimde değerlendirebilir. Kısacası HDP’nin önünde iki yol durmaktadır: İlki, seçimlerden önce kendilerine gönderilen bu mesajı yanlış okumak ve TBMM’de grup kurmanın, hem de hatırı sayılır bir sandalyeye dayanarak bir grup kurmanın verdiği bir rehavete kendini teslim etmek. Kısacası, uzun yıllardır katıldıkları seçimlerde kendilerine oy vermemiş, ancak 2015 seçimlerinde oy vermeye eğilimli ve verecekleri bu oylarla bir de mesaj iletmek isteyen seçmenlerin mesajını almamak ve 4 yıllık bir süre için (2015-2019) kulağının üzerine yatarak bu seçimlerdeki (olası) başarısının mirasını gelecek 4 yıl içerisinde yiyip bitirmek. Böylesine kör ve sağırlaşacak bir HDP’nin, AKP ile seçim pazarlıklarına girebilmesi de, ufak tefek kısa erimli çıkarlar için Haziran sonrasının iktidarı ile masaya oturmasının da önü açıktır: Oylar artık cebindedir. 4 yıllığına istediği gibi har vurup harman savurabilir. Her pazarlıkta adından bahsettirebilir; oluşacak TBMM deseni yoluyla (tıpkı zamanında Milli Cephe Hükümetleri döneminde MHP’nin yaptığı gibi) kendi istediği yönde kararların alınması açısından önemli bir pazarlık malzemesi haline de gelebilir. Aralarında bir seçmen olarak benim de yer alacağım toplumsal kesimlerin vereceği mesajı doğru okuyup okumamaları, HDP’nin ileride izlemesi muhtemel yanlış politikaların, içerisinde yer alacakları pazarlıklar ağının sorumluluklarını hiçbir şekilde bizlere, yani ona oyları ile bir mesaj gönderen seçmenlere yüklenemez. İleride, kendilerine verilen mesajı ya da yüklenen misyonu okuyamamaları nedeniyle izleyebilecekleri muhtemel yanlış politikaların tek ama tek sorumlusu partinin politikalarını belirleyecek kişiler olacaktır; seçmenler değildir. 3- Kendisine bu seçimlerde verilen mesajları doğru okuyabilen, %10 barajını geçmiş, Türkiye’ye açılmış, Kürt seçmenler de dahil olmak üzere, Türkiye’nin tüm ötekilerinin, rahatsızlarının, çapulcularının, itelenenlerinin, hor görülenlerinin sesi olabilmiş bir HDP, Türkiye demokrasisi için bir tehdit değil kelimenin tek anlamıyla bir nimettir. 4- HDP’ye oy vermemin ilk sebebi yukarıda özetlemeye çalıştığım gibi, Kürt siyasetinin içerisine sıkışmayacak, Türkiye solunun ve sosyalist olmasalar da AKP döneminde izlenen politikalara mesafeli tüm kesimlerin tamamının nefesi, dili olacak bir HDP’ye fırsat vermektir. Buna talip olan HDP’dir; başarıp başaramayacak olan da. Başarırsa, Türkiye demokrasisi kazanacaktır. Kaybederse, önce Türkiye demokrasisi, sonra HDP kaybedecek, en son da biz, yeni bunu başarabileceğini düşünerek HDP’ye oy verenler kaybedeceğiz. Bir seçmen olarak kendim de dahil olarak HDP’yi destekleyecek olan kesimler yanılabilir mi? Evet yanılabiliriz, sukut-u hayale uğrar mıyız? Evet uğrarız. Peki o zaman tüm bu risklerine rağmen neden HDP? Çünkü başarılı olabilirsek, sessizlerin sesi bir HDP’nin oluşumuna bir tutam tuz da bir atabilirsek, demokrasi sofrasında oturacak bir koltuğumuz, bu sofrada içecek güzel bir çorbamız da olacak da ondan; hep birlikte kazanabileceklerimiz; kaybetme ihtimalimiz olanlardan çok daha çok göz kamaştırıcı da ondan. İşte bu yüzden oyumu HDP’ye vereceğim. 5- Bu seçimlerde HDP’yi destekleyecek olmamın ikinci temel sebebi stratejiktir. Daha önceki yazılarımda defalarca dile getirmeye çalıştığım için fazla uzatmadan özetlemeye çalışacak; ayrıntılar için eski yazılarımı referans göstermekle yetineceğim. AKP iktidarından rahatsızsanız (ki “mevcut iktidardan rahatsız olmak ve şiddet içermeyen yollarla bu iktidarın gidip yerine yenisinin gelmesine çabalamak”tan güzel bir demokrasi tanımı yapamıyorum) bunun tek yolu da HDP’ye oy vermektir. Vatana Partisi güzellemeleri yapanlara ya da MHP çevresini Allah’a havale ederek, en başta CHP’lilere, daha önceki seçimlerde her ne sebeple olursa olsun oy vermemeyi tercih edenlere ve bir şekilde AKP’ye oy vermiş olsalar da gittikçe otoriterleşen AKP yönetimine tepki duyanlara seslenmek istiyorum.
%10,01 oy almış bir HDP’nin parlamento dağımında yol açacağı etki, oylarını %7-8 artırmış -ki böylesi bir beklenti CHP yöneticilerinde dahi yok- CHP’nin yaratacağı tesirden çok ama çok daha fazladır. Bu seçimlerde stratejik olan, HDP’nin fazla oy alması değildir; sadece barajı geçmesidir. CHP oyları da -%30 bandını çok aşacaklar gibi görünmeseler de- yükseliştedir. Sonuç olarak, bu seçimlerde benim için önemli olan iki şey var. Birincisi HDP’nin barajı geçebilmesi; ikincisi barajı geçmiş bir HDP’nin Türkiye’nin tüm “öteki”lerinin partisi olabilmesidir. Birincisini yapabilecek olan bizler, seçmenlerdir; ikincisii yapabilecek olan da HDP’nin siyasi karar alıcıları. Ne diyelim artık “gayret bizden, tevfik Allah’tan” derdi eskiler. Mete K. KAYNAR