Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

13 Şubat '09

 
Kategori
Siyaset
 

“Kendi kaderini tayin hakkı”nın sahibi olmak...

“Kendi kaderini tayin hakkı”nın sahibi olmak...
 

Bir yanda ekonomik krizin çözümsüzlüğü altında “hamdolsun” ezilen dışa bağımlı bir yönetim kadrosu...

Öte yanda, çözümün reçetesini sunan aydınlık kafalı yurtsever kişilerin zindanlara sığmayan yoğunluğu...

Ülke işte bu iki temel ayrımın eşiğine getirilmiştir.

Türkiye halkı bu denklemi ülke yararına çözmek zorundadır.

Gerçekte Türkiye halkı, zindanda dahi kendi geleceğini değil, ülkesinin yararını düşünen, o koşullarda dahi halkının aydınlanması yönünde kitaplar yazan ve alnı açık - başı dik, haysiyetli bir duruş sergileyen insanlara karşı olan borcunu ödemelidir.

Bu insanlar, geniş halk kitlelerinin aydınlığı için, bu ülkenin bağımsızlığı için sürdürdükleri mücadele yolunda o demir parmaklı kapıların ardındadırlar. Bu yalın gerçeğin sorumluluğu omuzlanmalıdır!..

Türkiye halkı, geniş kitleler halinde kendisine düşen sorumluluğu bir ölçüde yerine getirebilmiş olsaydı, bugün demir parmaklıklar ardında hiçbir aydınlık kafa çile çeker durumda kalmayacaktı.

Bu nokta çok önemlidir...

Bu sorumluluğu idrak etmek Türkiye’nin kaderi ile ilgili bir mihenk taşıdır.

“Ben yanmasam / sen yanmasan / biz yanmasak / nasıl çıkar / karanlıklar / aydınlığa...”

Tamam da... 2008 yılını tarihteki yerine uğurlamak üzere olduğumuz bu süreç içinde, hala, bir takım namus erbabı aydın kişinin “Kerem gibi yana yana...” zindanlarda çürümesinin anlamı ve özellikle de sorumluluğu [artık] idrak edilmeyecek midir?

Şair Baba o şiirini yazdığında Türkiye’de okuma-yazma oranı yüzde 12 civarındaydı.

Bugün yüzde 100’e yakın...

Atatürk devrimleri bu halkın okuma-yazma öğrenme, düşünme ve idrak etme yüzdesini o rakamlardan bu rakamlara doğru yükseltmişlerdir.

Bugünün karşı devrimcileri ise, okuyup yazan bir nüfusun, öğrenme, düşünme ve idrak etme olanaklarını dumura uğratabilmek için medyayı bir silah olarak kullanabilmenin ve halkın bilincini, mafya-tarikat örgütlenmeleri doğrultusunda ortaçağ karanlığına doğru geri püskürtmenin çabası içindedirler.

İşte Türkiye halkı bu ikilemi doğru teşhis etmek ve ağırlığını Atatürk Devrimciliği yönünde koymak zorundadır.

Tablo, 1919’dakinden temel iskeleti bakımından çok farklı değildir.

Osmanlı iktidarı o koşullarda işgal altındaydı.

İstanbul medyası, emperyalistlerin beslemesi haline gelmişti.

Ülkenin ekonomisi yabancıların kontrolü altındaydı.

Ordu dağıtılmıştı.

Bugün, görünen odur ki, sadece ordu emperyalistlerin kontrolünde değildir,

Ancak, bilindiği gibi, emperyalistler tarafından dağıtılan Osmanlı ordusu, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Anadolu’da, Cumhuriyetin ordusu olarak yeniden kurulmuştur.

1919 koşullarının bir öncü kadrosu vardır.

Bu kadronun başı, emperyalizmin maşası durumundaki Osmanlı yönetimi tarafından idama mahkûm edilmiştir.

Bugünün öncü kadroları hakkında istenen ceza ise, [idam cezası kaldırılmış olduğu için] birkaç kez ağırlaştırılmış ömür-boyu hapistir.

Bugünün Türkiye ekonomisi İMF’nin elindedir.

Medya’nın önemli bir çoğunluğu emperyalistlerin kontrollünde ya da tümüyle bu gücün “malı” durumundadır.

Ülke, yeniden ciddi bir bölünme riskine doğru hızlı adımlarla yaklaşmaktadır.

Ve işte bu koşulların tam ortasında, ülkemizin aydınlık insanlarının önemli bir bölümü, halkın ve ülkenin karanlıktan aydınlığa yürüyebilmesi için zindanlarda çile doldurmaktadır...

Türkiye halkı bu nedenselliği kavramak, bütün bu olup bitenlerin kendisi için olduğunu anlayarak ağırlığını aktif olarak ortaya koymak ve “<ı>kendi kaderini tayin hakkı”nı kullanmak durumundadır.

 
Toplam blog
: 913
: 485
Kayıt tarihi
: 30.01.09
 
 

1942 yılının Şubat ayında Bursa'da (Mehmet Kemalettin'den olma, Emine İffet'ten doğma olarak) dün..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara