Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ekim '11

 
Kategori
Sinema
 

“Ödül”ü sahibine götürün…

“Ödül”ü sahibine götürün…
 

Aldığınız "Ödül"ü sahibine götürünüz...


Antalya’da düzenlenen “Altın Portakallar" ödül töreninde, 1980 askeri darbesi nedeniyle yapılamayan 1980 yılı festivalinin ödülleri de dağıtıldı. Bu türden törenlerde, ödül alanlar “Kısa” bir teşekkür konuşması yapma olanağı da bulurlar. Çoğu kez de konuşmalarını belli “Mesajlarla” sürdürür ve bitirirler.


Bu törende de aynı şeyleri izledik. Ödül alanlar “Teşekkür” konuşmalarını bilinen tarzları ile yaptılar.
Elbette ki bulabileceğimiz her fırsatta fikirlerimizi söyleme özgürlüğüne sahip olmalıyız ve söylediklerimizden dolayı da “Kınama” gibi bir davranış içinde bulunmamalıyız. Fikirler özgürdür.
 

Fikirler “Özgürce” söylenir ve savunulur. Buna bir itirazımız da olmamalı. Ancak “Fikir açıklıyorum” veya “durum tespiti yapıyorum” diye olayları saptırmak, çarptırmak, yanlış bilgi vermek bana göre doğru şeyler değil.


Bana göre…
 

Kendisini “Fikir” açısından beğenirsiniz, beğenmezsiniz, orası başka… Ama Yılmaz Güney, sinema alanında “Üstün yetenek” sahibi birisi, hakkını ve emeğini teslim etmek ve saygı duymak gerekir.
48. Altın Portakal Ödül töreninde, Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı “Sürü” filmi “En iyi” film dalında ödüle değer görüldü ve ödülü de eşi Fatoş Güney tarafından alındı.


Ödülü alan Fatoş Güney, sinema ve düşünce alanında en büyük darbenin Yılmaz Güney’e yapıldığını, yüzlerce filminin "katledildiğini" ifade ederek sözlerine şöyle devam etti:


"On yıl boyunca yasaklandı ve yeni kuşağın onu tanıması engellendi. Türkiye’yi terk etmek zorunda bırakıldı. Onu bu gece sevgiyle anıyorum ve diyorum ki, eğer Yılmaz Güney olmasaydı ne ’Düşman’, ne ’Sürü’, ne ’Yol’ filmi olurdu. O karanlık günlerde bu zorlu göreve dayanışma gösteren, onun bütün sevgili arkadaşları, siz olmasaydınız o filmler var olmazdı. Bu ödülü ben Türkiye halklarına, tüm faili meçhullere, işkencelerde ölenlere, hapishanelerde yatanlara ve onların yakınlarına, analarına, babalarına, kardeşlerine, eşlerine, dostlarına, arkadaşlarına adıyorum."


Bir; bu söylemin “en fazla” bölümüne katılmıyorum…


İki; Yılmaz Güney, “Türkiye’yi terk etmek zorunda” bırakılmadı, Yılmaz Güney, işlediği cinayet sonunda aldığı cezasını çekerken bir fırsatını buldu, yapılan yardımlarla yurt dışına kaçtı…


Yani; “Zorlanmadı” kendisi, kendi isteği ile gitti…


Ondan daha fazla “Zulüm” görenler, ondan daha fazla “İçeride” kalanlar ülkesini terk edip, söylemek bile yanlışıma gidiyor, ama söylemek istiyorum, ülkesinden kaçmadı…


“…Yılmaz Güney olmasaydı ne ’Düşman’, ne ’Sürü’, ne ’Yol’ filmi olurdu.”


Elbette olmazdı, çünkü bu eserler Yılmaz Güney eserleri. Ancak unutmamak gerekir ki, sinema alanında da “eser” sayılacak ürünler var. O “eserler” de sahipleri olmasaydı olmazdı…


“…Bu ödülü ben Türkiye halklarına, tüm faili meçhullere, işkencelerde ölenlere, hapishanelerde yatanlara ve onların yakınlarına, analarına, babalarına, kardeşlerine, eşlerine, dostlarına, arkadaşlarına adıyorum."
 

Teşekkür ederiz, sağolun, varolun…
 

Ancak “İdeolojik ifadelerle” aldığınız ödülü, mesaj gönderdiğiniz kimler ise onlara adayın. Ben kendi adıma üzerime almıyorum, bu ödülü sahibine, yani Yılmaz Güney’e gönderiyorum ve mutlu oluyorum. Çünkü “Sinema eseri” vererek almayı hak ettiğini düşünüyorum…


Filmlerindeki mesajları beğenirim veya beğenmem, orası benim bileceğim bir şey, “Eser” olarak değerlendirilecek bir ürün ortaya çıkarmıştır, ödülü de hak etmiştir.
 

14 EKİM 2011
İBRAHİM PEKBAY 

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..