- Kategori
- İlişkiler
‘Saygı duruşu’ var da ‘Sevgi duruşu’ neden yok?
Adnan Durmaz'/ 'Düzen': Hangi mekânda, hangi koşullarda, kim(ler) için, hangi duruş?
Böyle bir şey de olmalı, varsa da adı konulmalı diye aklımdam geçiyor zaman zaman. Kent mekânlarına sinmiş hoş anılarla yüzleştiğimde ister istemez böyle bir ihtiyaç hissettiğim oluyor. Bu gereksinim daha başka zamanlarda, daha başka şekillerde de ortaya çıkabilir. Bu anlamda da üzerinde düşünmeye değer! Fakat tam olarak nasıl uygulanacağına dair sorunun oldukça geniş bir yelpazeye yayılacağını da göze alarak... Bunu düşünürken, bir kurmalı saat zembereği gibi boşaldı ardışık diğer düşünceler de -şu sıcakların bunaltısı ve yaz rehavetiyle- hafif ütülü hale gelen zihin kıvrımlarımdan...
Saygı duruşunda daha çok uzak, yüce ve yitirilmiş olan -ya da kaybından korkulan- şeylere karşı biçimsel bir duruş söz konusu iken, ‘sevgi duruşu’, daha çok yakın, iç içe, eş düzeyde ve yaşayan öznelere yönelik, dış bir uyarıyla değil tamamiyle içten gelen bir duruş olabilir diye düşündüm. Örneğin sevgiliye, doğaya, küçük bir bebeğe, onurlu geçmişi olan bir büyüğe, bir fikre, düşünceye, hatta güzel bir kitaba karşı sevgi duruşları gibi…
Bu türden bir ‘duruş’un saygı duruşuna benzeyebilirr, hatta ona akraba türleri de olabilir. Örneğin; yeni evlenen çiftleri selamlamak adına nikahtan sonra yapılması gereken bir ritüel olarak, “ Sevgikent Büyükşehir Belediyesinin bana verdiğe yetkiye dayanarak sizleri, yeni evli çifti selamlamak adına bir dakikalık sevgi duruşuna davet ediyorum…” şeklinde…
Sevgi duruşunun odaklandığı öznenin türüne göre şekil ve süreleri de değişebilir aslında… Sevgiliyle olanında sımsıkı sarılmaktan, dudak dudağa öpüşmeye, eşli dansa başlamak üzere olan bir çiftin (müziği beklerken yüz yüze ama başlar dik ve hafif yanda, birer el belde, diğer kollar açık ve yukarı doğru) duruş hali gibi türleri olabilir. Doğaya karşı ise, Buda ayininde eller çene altında birleştirilerek, bağdaş kurularak oturulan bir ritüel… Küçük çocuk ve bebeklere yönelik olanında ise (doğal bir şekilde) kucakta tutuş halleri canlandı gözümde… Ve kişilere özel, çok sayıda, nice ritüeller içeren 'sevgi duruşları'!
Fakat hepsinde de sorun süre kontrolü! İnsanları bıraksanız bu ‘sevgi duruşları’ çok uzunca bir zaman dilimi alabilir. Doğal olarak öyle birer, beşer, ya da onar dakikalık süreler yetersiz kalır diye düşündüm kendi kendime…
Bu düşünceler zinciri sonunda beni, böylesi bir duruşun kesin hatları ve süresiyle belirlenmiş bir halinin bulunamayacağı fikrine sürükledi. Keza, sevginin içerdiği anlam buna engel teşkil etmekte ve belki de bu yüzden genel kabul görmüş böylesi bir duruş resmen henüz ortada yok! Ardından, iktidar ilişkilerinin sevgi ilişkisine göre çok daha belirgin olduğu, özgürlükten uzak toplumlarda saygı duruşlarının var olup ‘sevgi duruşlarının’ daha çok 'gizli-saklı ve özel' oluşu son derece doğal düşüncesine varıp biraz soluklandım.
İşin içinden mantıksal olarak çıkabilmek için saygı ve sevginin göze çarpan temel özelliklerinin maddeler halinde kısa bir bir kıyaslamasına girişmeye çalıştım.(1)
Ve gördüm ki;
Saygı bir hiyerarşi kavramıdır. Sevgi hiyerarşi kabul etmez.
Saygı daha çok biçimseldir, sevgi biçimsel değildir ve bu nedenle de formaliteye pek gelmez.
Saygı kurallara tabidir, sevgi ise kural kabul etmez.
Saygı içerisinde potansiyel olarak saygısızlığı barındırır. Sevginin potansiyel olarak barındırabileceği tek şey yine sevgidir. Sadece haksızlığa uğrayıp hor görülürse tam aksi istikamete (‘nefret’ sularına) yelken açabilir.
Saygı kavramının bir tür "piyasa değeri" vardır. Oysa sevginin borsası yoktur. Saygı, ticarete konu bir tavır, bir hizmet türü halini alabilir. Yaptığınız ticaretten pişmanlık duyabilirsiniz. Sevgi ise alış veriş değildir, bu yüzden pişmanlık duymazsınız.
Saygı uyulması gereken koşullar içerir. Sevgide şart yoktur. Varsa zaten gerçek sevgi değildir.
Saygı mesafedir. Sevgi mesafesizliktir.
Saygıda zorunluluk vardır. İçinizden gelemese de saygı duymak zorunda kalabilirsiniz! Sevgi ise zorunluluğu reddeder. İsterseniz seversiniz, istemezseniz asla! Sevgide zorla güzellik olmaz.
Saygı, daha çok rasyonel aklın -oldukça hesaplı, kitaplı- işidir. Sevgi ise daha çok duygu ve yürek işidir.
Saygı bünyesinde korku duygusunu da içereblir. Sevgi ise korkuyu reddeder.
Saygı –bir anlamda- başkaldırının reddidir. Sevgi ise imkânsızı da göze alan genel yapısı itibariyle aslında bir başkaldırıdır.
Saygı toplumsal bir kalıptır. Sevgi aklın ve toplumun kalıplarına sığmaz, çoğu kez onları aşarak varlığını sürdürmeye çalışır.
Saygı bir davranıştır, sevgi ise bir duygudur.
Saygı güçsüzden güçlüye, alttan üstedir. Sevgi her yana, her yönedir. Size zulmedene saygılı davranmanız yadırganmaz, ama onu sevmeniz ruhsal hastalık izlenimi yaratabilir.
Saygı kavramı hukuki ve ahlaki bir kavramdır. Yani, birilerine saygılı olmak zorunda bırakılabilirsiniz. İşvereniniz, amiriniz sizden bunu bir zorunluluk olarak bekleyebilir. Ya da kanun ile bir takım kişi ve kurumlara saygılı olma zorunluluğu getirilmiş olabilir.
Saygı bir ölçek işidir. Sevgi ölçüye, tartıya gelmez. Birileri sizin için az saygıdeğer, çok saygıdeğer, saygı değmez olabilir. Ama aynı şey sevgi için geçerli değildir, aksi halde ona sevgi denmez. Yani kural olarak ne kadar sayacağınız üzerinde iradenizin bir yeri vardır ama ne kadar seveceğiniz üzerinde iradeniz geçerli değildir.
Kıssadan hisse;
Hal böyle olunca da saygı duruşlarının olması normal ama onun benzeri, tek tür ve formel bir 'sevgi duruşu' sevginin doğasına oldukça aykırı kalmakta! O, çok türlü, renkli, derinlikli, içtenlikli ve çeşitli ritüellerle, kişiye/ kişilere özel (bazen de gizli-saklı) kalmak durumunda.
Diğer taraftan ''Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevemez. Hiçbir şey yapmayan hiçbir şeyden anlamaz. Hiçbir şeyden anlamayan kişi değersizdir. Ama anlayan kişi hem sever, hem farkeder, hem de görür... Bir şeyin yapısında ne kadar bilgi varsa, o kadar da sevgi vardır. " Böyle buyurmuş; Paracelsus!.. Ve bu da bir "duruş" içermeli! Asırlar öncesinden gelen bir çağrıya uyarak...
Bu konuda en şanslı ve değerli olanlar ise sanırım 'saygı duruşu' yapabildiklerimizden hiç düşünmeden 'sevgi duruşu'nda da bulunabildiklerimiz olsa gerek!
Hangi "duruş" olursa olsun, doğal, insani özümüze uygun ve içten olduktan sonra muhatabınca kabulümüzdür!
İ.Ersin Kabaoğlu,
13 Temmuz 2011, Ankara
Not:
(1) Bu konuda değerli fikirleri ile önemli katkısı olan Mehmet Şirin Öztürk dostuma sevgi ve teşekkürlerimle...