- Kategori
- Deneme
'Yaz'a elveda, 'Sarı Yaz'a merhaba derken...

Balıklıova köyü/ Urla
Uzun bir yaz daha geldi ve geçmekte… Uzun, sıcak ve oldukça kurak bir yaz! 2014 yazı. Her zaman rüzgarlı ve denizi serin olan Gerence körfezi, Karareis koyunda bile deniz hep sımsıcaktı bu yaz. O yüzden de orada kalış -ve siz değerli dostlarımdan ayrı kalış- sürem oldukça uzadı.
Bahçelerde, kırlarda, bayırlarda rengârenk açan envai çeşit çiçekleri, kelebekleri, pırıl pırıl, hep ısıtan –zaman, zaman da bunaltan- güneşiyle… Hafif yaz yemekleri ve tavada kızartmaları, balığı, etiyle... Açık havada mangalda pişenleri, sıcağı, nemi bastırmak bazen de keyiflenmek için bardak bardak, kadeh kadeh buz gibi içecekleriyle… Her ne kadar tüm bu lezzetli keyifler sıcak Temmuz ayında (yurdun özellikle iç ve doğu bölgelerinde) sahurdan iftara kadar Ramazan'a sobelendiyseler de...
Sokaklarda oynaşan çocukların çığlıkları ve (başta Brezilya'daki dünya futbol, sonunda da İspanya'daki basketbol şampiyonası heyecanıyla) sağa sola vurulan, çarpan top sesleri iftar topu sesine, tatilci kıyı yerleşimlerinde ise bateri sesleri Ramazan davullarının sesine karıştılar… Orta yaşlılar daha çok muhabbetlere dalıp tavla turnuvaları sonrası kadeh tokuştururken gençler ve çocuklar (bilgisayarları ve akıllı cep telefonlarından başlarını kaldırabildikleri anlarda) yüzdüler, dans ettiler ve yine bisikletlere bindiler. Beklenmedik anlarda zincirleri attı. Hayattaki beklenmedik aksilikler gibi… Atan zincirler “bunda bir şey yok, çabucak hallederiz” diyen tamirci amcalar tarafından ucuzuna tamir edildiler. Heyecanla yeniden basıldı pedallara… O arada, lastikler altında ezilen karınca sürülerinin seslerini ise duyan hiç kimse olmadı yine…
Nur yüzlü dedeler ve etekleri süt kokulu nineler yaz aylarına denk düşen uzun ve zorlu kutsi günlerin hakkını her zamanki gibi daha çok verdiler. “Çukurda” dedikleri o “bir ayakları” ile, bir yılı daha azim ve selametle arşınladılar. Şöyle ya da böyle, din ve onun kurumları bu coğrafyada kendimizi var ettiğimiz kültürel üst yapımızın en önemli vazgeçilmezlerinden birini oluşturmakta. Bireysel anlamda serde "ölüm korkusu" ve "ondan sonraki hayat" beklentileri var. Ama toplumsal anlamda siyasete karıştırılınca hemen hemen tüm çağdaş kazanımlar maalesef bu durumdan yara alıyor.
Ya yaz aşkları
Özellikle kıyılardaki yerleşim ve tatil yerlerinde güzelim gencecik kızlarımızla, civan delikanlılar bir kez daha yürek titreten, ayakları yerden kesen heyecanlarla tanıştılar… Bazıları arkadaş, bazıları da sevgili oldular. Bir bölümü ise daha da ileri gidip aralarında sözler kestiler, parmaklarına ucuzundan yüzükler taktılar… Ama çoğu ne yazık ki mevsim bitimine yenik düşmekteler yine… Bilgisayarlarının ve akıllı cep telefonlarının teknolojik desteğine rağmen birer “yaz aşkı” olduklarını sessizce onaylarcasına… Yürekleri de ısıtan sıcağın, deniz mavisinin ve yosun kokusunun asude ortamında rehavetle verilen sözler, karşılıklı “evet”ler, sarı bir yazın daha eşiğinde hızla “hayır”lara dönüşürken ucuz yüzükler de, (sahilden toplanan midye kabukları, denizkestaneleri ve çeşitli ilginç taşla birlikte) yeniden mavi sulara atılmaktalar… Beyaz pencerelerden mavi sulara… Sessizce ve umutsuzca… Eeee sevda bu: emek ister, zaman ister, sosyal ve kültürel uyum ister... Ve her seferinde "önemi yok" dense de (hatırı sayılır ölçüde) maddi olanak ister!
“Her zaman paylaşılan duygular vardır – Yeri gelince ölümler de paylaşılır- Bölüşmek bir ölümü, dostluğu ve şiiri- Benzemez beyaz evlerden mavi sulara- İki ayrı yabancı gibi bakmaya…” (Haydar Ergülen- “Unutulmuş Bir Yaz İçin")
Ve,
“Nasıl da benzerler birbirlerine - Bir taşra melankolisi - Yalnızlık hissi - Ve bir aşkın bitim senfonisi - Sanki üçüzlermişçesine… “ (İ.Ersin Kabaoğlu “Gelin Kıralım Aynaları”)
Yaşam oyunu,
Bu yaz da, tüm yurt sathında dörtnala oynandı yine işte… Ve ortamını henüz yitirmediği yörelerde hala oynanmakta… Ama gözlemim o yöndeki, bu oyunda halk kültürümüzün özünde var olan, paylaşımcı, imecece, insanların omuz omuza verdikleri hayat biçimleri, maalesef (80'ler sonrası çığ gibi büyüyen) çıkarcı, yoz yarışmacı, hep bir fayda uman, piyasacı ve ulvi inançların istismar edildiği hal ve tavırlar karşısında hep dar alanlarda tutsak kalmakta...
Bu arada, politik alanda da asimetrik enformasyonlar, değer yitimleri ve medya oyunlarıyla tadı tuzu iyice kaçan “demokrasi oyunu”, bir “ya o”, “ya bu” oylamasının daha pençesinde yara alarak tarihsel anlam ve önemini giderek daha bir yitirmekte... Oyunculardan biri her koşula rağmen giderek devleşen bir Herkül, diğeri sürekli altta kalıp yenilen bir orta sıklet olunca seyre gelenler de artık tribünleri terk etmeye yönelmekte...
Sizler, bizler, çoluk-çocuk, genç-yaşlı-orta yaşlı hepimiz de önceden kestirimi bazen kolaylaşan bazen de zorlaşan bu oyunların bir kısmının içinde ya da kıyısında, çoğunun da dışında kalarak var olmaya devam etmekteyiz.
İşte böyle…
Şimdi sırada Eylül'den Ekim ortalarına dek Batı ve Güney kıyılarımızda hüküm sürecek olan "Sarı Yaz (*)" var. Onun da üzerine çöken yağmursuz, bereketsiz kara bulutlar dağıldığında kendimizi sonbahara hazırlayacağız.
Sonrasında kışı selamlayabilmek ve bahara "yeni" sürgünler veren temiz, donanımlı bir gençliğe yol açmak üzere... Ne var ki, kara bulutlar bütün coğrafyaya dağılmış, "alçak basınç" oluşturuyor. O da rüzgarlara, belki de fırtınalara zemin hazırlıyor.Gelip geçen mevsimleri, küçüklü büyüklü oyunları, aşina ya da sürpriz hal ve durumlarıyla hayat yaşanmaya hep devam edecek… Yurt sathı ve gezegenimiz üzerinde var olanlarca...
İ. Ersin KABAOĞLU,
29 Ağustos 2014, Karareis koyu
(*) “Sarı Yaz” için bkz. http://blog.milliyet.com.tr/Sari_Yaz/Blog/?BlogNo=241075