Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '22

 
Kategori
Deneme
 

“Zaman”la hesaplaşmalar!

EKSİLERİMLE oynayarak hem beni eksilttin, hem kendini! Zaten çirkin oyununun kuralı da buydu ve sonunda olan bana oldu. Yaşamım boyunca benden hep bir adım önümde durdun, yürüdün, çoğunlukla da koştun. Belki de saatimle dostsundur. Herşeyi eskiterek soluk alıyorsun; bu çok ürkütücü. Öne geçip benim için azalmana karşın, kişiliğime yeni değerler de aktardın. Bunun farkındayım. Yaşam içinde, yaşlılığın izlerini taşıyan bir sabır armağan ettin bana. Güzel göründüğün, senden hoşlandığım yaşam kesitlerim de var; olmaz mı? İçimde birkaç pencere ışıklandı, bir iki tanesinden iyi bakan insanlar başlarını uzattı. Ama… Beni sakinleştirsen de, bilinçaltımda bile kovalayıp yine peşime takıldın. Hırstan arınmış bir bilge olmayı istedim bir ara. Kalabalığın “salakça avuntular” için kendisini kurban etmesini önleyecektim aklım sıra. Karşı çıktın! Yeri geldi; arzularımı varlığımdan soyutlayıp bir tür isteksizlik yarattın içimde. Ruhsal derinliklerime gerçekleri fırlatarak isyanlarımı ölçerken, elimden de tutarak koştun, koşturdun! Yaşamımda çokken de; azalırken de sen; iç dünyamda hiçbir şeyi de yerli yerinde hissettirmedin bana. Yordun beni. Sakatladın ruhumu! İstediğin sarkıt ya da dikitlerde kendimi ifade etmemi engelleyip hırçanlaşmama olanak yarattın. Başardın da! Seni kaçırırken, bir sürü de fırsat kaçırdığımı anlayıp önüme gelenle çatışmaya girdim; umutsuzca. Bu kez yaşam kaçmaya başladı. Zaten öyle değil midir? Hayat, biz başka şeylerle uğraşırken kaçıp giden “zaman”dır. Yani sendin!

BASMAKALIP DEĞERLERLE KİLİTLEDİN BENİ!

YIPRANDIM; yıprattın. Kara komediler soktun yaşantıma. Eğleneceğimi sandın ve basmakalıp değerlerle kilitledin beni: Mesleki kariyer, aile sevgisi, arkadaş çekişmeleri, evlilik mevlilik. Tüm uğraşların sen yaşamımın içinden azalarak geçerken beni sakin tutmaktı. Ara sıra asalet de bağışladın. Örneğin haksızlıkların karşısında durabilmem gibi. Sen hızla ilerlediğinde ise soluksuz kaldım ve beni çevreme deşifre ettin: -“Hey! Bakın bu artık hayatı sevmiyor!” Sonra ‘yazgı’mı suçladın. Onun benim için hazırladığı filmi senin sadece izlettirdiğini söyledin. Her bir yerinden ipler sarkan protokol yöneticiler kapakladın üzerime. Oysa ben, hangi koşullarda olursa olsun bağımsız bir yaşam düşlemiştim; özgür!.... Her bireyi dudağına değdirip değerlerini saptadın. Ve yaşam boyu insanlara yaptıracağın ‘ömür gezintisi’ni, bu dudak ısısı testine göre kısa ya da uzun tuttun. Bir gün saçlarımı, hep aynı yerden ayırdığımı farkettim. Hemen ardından, bunu senin tezgahladığını da. Nedir? Silik bir adamın yaşantısına da aynı tekdüzelikte yansımıştın çünkü. Sonra, vicdanımın belirli konularda beni sık sık uyardığını, yine senin kıstaslarınla anladım. Kolayı seçersem işimin zor olacağını görünce ben de zorluğu yeğledim. Ve işim kolaylaştı. Beni iki farklı dünyada yaşattın. İlki coşku, ikinci ise düşsellikti. Dikkatimi hep başka yerlere çektin. Hani ara sıra anlatırlar ya: - “ABD dönüşü, sınıra bisikletle gelen bir Meksikalı, elinde toprak dolu bir kesekağıdı taşımaktadır.

DİKKATİ BAŞKA TARAFA ÇEKME USTASI!

GÜMRÜK memurları adamı, toprağı inceler ve bir şey bulamazlar. Bu döngü uzun süre, neredeyse kısırlaşır. Sonuç hep aynıdır. Baş memur emekli olur ve bir gün, barda rastladığı o adama sorar: -“Artık senin için tehlike sayılmam. Şimdi söyle bakalım; sen gümrükten sürekli bir şey kaçırıyordun, ama ne?” Meksikalı hiç düşünmeden, tek sözcüklü bir yanıt verir: -“Bisiklet!...” İşte sen de, bakışları elinde tuttuğu toprağa çeken bisiklet kaçakçısı gibi, devinimlerden oluşan yaşam geçişlerimde dikkatimi sürekli başka olgulara dağıttın. Bir yandan da benim için eksiliyordun acımasızca. Sonra; aklımı denetlemeye gereksinimim olduğunda da bu kez de beni düşünsel yaratılara zorlayarak oyaladın. Örneğin; yorgunluğumdan da yararlanıp bir dinlence ortamını özlettin. Müthiş bir yelkenli gösterdin; hatta benim oldu. Yapacağım şey, ona sadece lacivert bir deniz bulmaktı. Düşlerimde o bembeyaz şiirsel tekneyi oradan oraya sürükleyip durdum. Ama aradığım denizi kısa sürede unutup, teknemi paylaşacak sevgili bulmaya koyuldum. Açgözlülüğüm sonuçlanıp ona ulaştığımda ise uzun süre karada bekleyen tekne dalgalarla parçalanıp gitmişti. Böyle alay ettin benimle. Oysa biliyordum; masallarda herşeyin olduğunu! Yürek çarpıntısı, gökkuşakları, sırlar mırlar! Ancak olmayan tek şey hareketti ve ben bunu düşünemedim. Yani sonlara doğru tek amacın, sana değil “yazgı”ya düşman olmamı sağlamaktı. Sanıyorum bunu da başardın. Akşamlar, günler, sabahlar, dünler ve yarınlar. Tüm bunların yitirilmişliği bir araya toplanınca, bana verdiğin yaşam karnemin ortalama puanı da isimlendi: “Ölüm!...” Yaşam bir savaş olduğuna göre; savaşta dayanılması en kolay şey de ölüm değil midir? / Levent Üsküdarlı

 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..