Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '22

 
Kategori
Deneme
 

Düşünce Dünyasında Gezinmeler

Doğruyu söylemek gerekirse, yazmak ve okumak arasında ben yakın bir ilişki olduğuna inanıyorum. Ben doğruyu söylemek gerekirse, üniversite dönemine ve hatta sonrasına uzanan zamana dek doğru düzgün bir okuyucu değildim. Kitaplarla aram hiç iyi değildi. Üniversitede bile ders kitaplarını okumamışımdır. Sınavlarda, o zaman üniversite ders notlarının basıldığı meşhur kırtasiyeler olurdu, ders notlarını buradan temin eder, sınavlarımızı böyle geçerdik.

Kısacası, akademik yaşamda bile kitaba yanaşmadım. Şimdi bulunduğum yerden baktığımda benim için ve benim gibi tavır takınanlar için büyük bir kayıp kitaplarla dost olmamak. Sonra işte ne olduysa oldu ve ben kitaplara ve dolayısıyla okumaya ilgi duymaya başladım. Tabii burada en büyük faktör ablam olmuştur.

Şunu ifade etmek isterim. Kitap ve kitaba dair hissiyatlar çok farklı bir alan. Eğer, kendinizi bir kere kitapların büyülü dünyasına kaptırır ve bırakırsanız, bu efsunlu kuyudan çıkmanız olanaklı değil. Aslında, benim yazma eylemiyle olan ilişkim birden zuhur etti, diyebilirim. Öyle küçük yaşlardan beridir yazdığımı söyleyemem. Dediğim gibi kitap okumaya çok geç başladım ben.

Haliyle kitap okumaya ilgim artınca ve severek okuduğum yazarların üslûbundan ve değindikleri konulardan etkilenince, kendi kendime ben neden denemiyorum dedim, ve böylelikle klavyenin başına oturdum. Word belgesini açtım ve spontane olarak yazmaya başladım. İşte o zamandan beridir, elimden geldiğince yazmaya, naçizane düşüncelerimi, yorumlarımı ve dahası yaklaşımlarımı, geniş kitleler ile paylaşmaya devam ediyorum.

Aslında ben edebiyatçı değilim. Şöyle diyebiliriz, ben daha çok güncel-aktüel ve politik temalar üzerinden yazılar yazdığım için, benim yazdıklarımı yayınlatma kaygım bulunmuyor. Ama genel çerçeveden bakarsak, Türkiye’de yazılmış bir eserin, yayınlatma ve yayınlanma süreci epeyce sancılı. Bu tespiti sadece ben yapmıyorum. Sonuçta, bu konuyla ilgilenen kişilerin çoğunluğundan bu yönde cevaplar almanız muhtemeldir.

Bugün bakıyorum da yayınevleri birçok platformda eleştiri yağmuruna tutuluyor. Tabii ki yazma heyecanı içinde olan, daha yolun başındaki, emekleme merhalesindeki genç yazarların yazdıkları eserlerinin vücuda gelmeleri yönündeki arzu, istek ve taleplerini doğru okumak gerekir diye, düşünüyorum.

*  *  *

Tamam hak veriyoruz ama, işte bu platformda duygulardan ziyade akıl işlemekte. Bugün yazma hevesi içindeki tüm yazar adaylarının neşrettikleri eserlerin tamamının basılmasının mümküniyatını var mıdır acaba? Pekâlâ, yazılan her eserin en son tahlilde yazarı tarafından basılması arzu edilir. Sonuç itibariyle yayınevleri ticari saiklerle hareket eden, amme hizmeti yapmayan, piyasaya “ürün” arz eden ticari kuruluşlar. Olayların seyrine daha soğukkanlı bakmak gerekir diye düşünüyorum. Biliyorsunuz, kanıksadığımız bir vaka vardır, o da artık yazın dünyasında yerini almış kelli ferli duayen kişilerin, yazar adaylarına “sabırlı” olmaları yönünde salık vermeleridir. Sonuçta, olayın özüne geldiğimizde, bence yazın dünyasında en meşakkatli safha, yazdığınızı yayınlatma çabasıdır. Tabii burada iki seçenek var: Ya eserinizi hiçbir karşılık beklemeden yayınlayacak bir yayınevi bulmak ya da bedelini bizatihi kendiniz ödeyerek kendiniz yayınlatmak.

Aslında tekrara düşeceğiz ama yinelemekte fayda var. Bir kere Türkiye’de şöyle bir algı da var: Bazen denk geliyorum. Yazma eyleminin kendisinin küçümsenmesi. Hani “yazar” unvanı bağlamında değil, yazmak eylemi yer yer küçümseniyor, azımsanıyor. Bu biraz da bizim kendi kültürümüzden sanırım neşet ediyor. Doğruyu söylemek gerekirse, klişe sloganımız şu: “Türkiye’de okunma oranları düşük, necip vatandaşlarımız okumayı pek sevmiyor.”

Şimdi bizim insanımızın, böyle toplum ortalaması bir davranışa yönelik önyargıları var. Aslında bu, yıllar boyunca böyle bu zamana kadar öbekleşe öbekleşe insanların dimağlarında yer etmiş. Okuyup da ne yapacaksın? Şimdi burada, iki anlam var: Birini tahsil yapmak anlamında okuyabilirsiniz, diğerini de gerçekten zaman yaratarak kitabı elinize alarak, ciddi ciddi, disiplin altında kitabı huşu içinde okumak anlamı var. Sanırım uzatıyorum. Öyleyse yazmak isteyen birinin, aynı ânda çok iyi bir okuyucu olması gerekiyor. Bu bağlamda, İlber Ortaylı hocamızın “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” kitabını genç yazar aday adaylarına kesinlikle öneririm. Sizin de malum olduğunuz gibi, okumadan, derinlemesine tefekkür etmeden nasıl yeniden bir şey üreteceksiniz?

Özellikle, kurgu dünyasına hitap eden kalem erbabı olmak isteyenlere naçizane tavsiyem: Okusunlar. Ama, benim yaptığım gibi yapmasınlar. Tek yanlı okumak, pek ufuk açıcı olmuyor. Yani yazmak demek, özellikle edebiyat alanında, roman yazmak demek, silbaştan bir dünya yaratmanız demek. Hayal âleminiz dolmadan, heybenizi doldurmadan, özellikle “nitelikli” bir eser vücuda getirmeniz olanaklı mı? Bakın çalakalem yazmak veya yazar olmak kolay; yani popüler söylemle ifade edersek, piyasaya uygun eser neşredecekseniz fazla titizlenmeniz ve sancı çekmeniz gerekmez. O zaman demek ki, ben geleceğe de kalmak ya da “iz bırakmak” istiyorum diyorsanız, yazma eyleminin gerektirdiği donanımların “asgarisine” sahip olmak gerekir diye düşünmekteyim. Bunun ne seviyede ve ne boyutta olması gereğini de, yine okuyucularımın engin ferasetlerine bırakıyorum.

 

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..