Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '08

 
Kategori
İnançlar
 

10 - Reenkarnasyon

10 – REENKARNASYONN

17. Bölüm :

İnsanın bedeninin sürekli topraktaki dönüşümle tekamül edip reenkarnasyona uğradığını bundan önceki bölümlerde yazıp anlatmaya çalıştık.

Bu son bölümde de gaip alemine ait can denilen insan ruhunun reenkarnasyonunu yazıp anlatmaya çalışalım.

Dünyada beden içinde yaşayıp varlığını sürdüren ruh, ister şuuruyla kazanılmış bedensel uzuvlara ait hüner yada amelleri olsun. İsterse de akli iradesine bağlı uzuvlar marifetiyle kazanılıp elde edilmiş, akli marifete dayalı uhrevi amelleri olsun. Kısacası insanı insan yapan sonradan kazanılmış tüm değerlerin insan benliğinde toplanıp kayıt altına alınmış olmasından sonra. Ruh, hayra yada şerre yönelik olan bu iyi – kötü şeklindeki tüm amellerle birlikte vicdani terbiyesinin yapılmasına yönelik olarak ölüm sonrası soğumuş bedenle birlikte toprağa (kabre) girer. Kabir de amel defterinin dürülüp kapatılmasına yönelik yapılacak olan ilk (sorgu sualin) sorgulamanın (buna karakol evresi de denilebilir. Çünkü ruh burada ilk pişmanlığını dile getirerek, kendi vicdani terbiyesine başlamış olur.) ardından amel defteri dürülüp eline verilen ruh, bu defterle birlikte asıl vicdani terbiyesinin yapılacağı berzah denilen gaipteki (fizik ötesindeki) uyku alemine gider.

Ruh, berzah denilen bu alemde, kıyamet sonrası kurulacak olan mahşeri beklerken vicdanen terbiye edilir. Yeniden dirilip hesaba çekilinceye kadar burada geçecek olan süreyi ruh, kabir sonrası ameline göre iyi yada kötü görülen rüya şeklinde geçirecektir.

Yani bu dünyada iyi işler yapıp iyi amele sahip ruhlar gördükleri hoş bir rüyadan hiç uyanmak istemezcesine uyuyarak. Yada arzuladıkları cennet için uyanmak isteseler de uyanamayıp uykuda mahşer aleminin gelmesini bekleyeceklerdir.

Bu dünyada kötü işler yapıp kötü amellere sahip kişilerin ruhları da kabus içinde gördükleri kötü bir rüyadan bir an önce uyanıp kurtulmak istemelerine rağmen uyanamayıp Sırat-ı müstakimden sonra kurulacak olan mahşer gününe kadar gördükleri kabuslu rüyadan uyanmayıp uykuda kalarak tekamül yolundaki olgunlaşma terbiyelerine devam edilecektir.

Allah katında zaman ve mekan kavramları olmadığı gibi, bu alemde de zaman ve mekan kavramları yoktur. Tıpkı gördüğünüz rüyalarda olmadığı gibi. Çünkü “UYKUDA YADA RÜYADA HER YER BİR, YAŞANMIŞ YADA YAŞANACAK OLAN BÜTÜN ZAMANLAR BİR AN OLUR.”

İşte burada Allah, zaman ve mekanla ilgili kulun cüzi aklınca görüp hissettiği tüm haksızlık ve adaletsizlikleri tümden kul benliğinden silip süpürüp atacaktır.

Dolayısıyla dünyada yaşarken kul, ben şurada fakir doğdum yokluk çektim. Diğeri zengin doğdu, varlık içinde rahat bir hayat yaşadı. Ben şurada savaş meydanlarında doğup hep ağlayıp gülmeden yaşadım. Diğeri barış içinde güle oynaya özgür yaşadı. Ben Hıristiyan bir memlekette doğdum. Diğeri İslâm üzere yaşanılan bir memlekette doğdu. Ben soğukta, o sıcakta şanslı – şansız doğup yaşadı gibi hiç kimse bu türden bahaneleri Sırat-ı müstakimde ileri süremeyecek. Çünkü her kes her şeyi ile birlikte berzah denilen bu alemde birbiriyle hiç farkında olmadan eşitlenecek.

İnsan bir saniyelik gördüğü rüyaya tüm ömrünü sığdırır.

İnsan güneşin doğuşuyla uyanıp uykudan kalkar. Batışıyla da yatıp uykuya dalar. Şayet güneş yada saat olmasaydı. İnsan uyuyup uyandığında; acaba ne kadar uyduğunu yada ne kadar zaman gelip geçtiğini bilebilecek miydi?

Elbette hayır. Çünkü “Uykuda her yer bir, her zaman bir an olur.”

Ahret denilen gaip alemlerinde güneş yada zaman ölçer bir saat olmadığına göre, fizik ötesi alemlerde geçecek olan zamanın ne kadar olduğunu Allah’tan gayrı kim bilebilir. Çünkü bütün varlık yada insanlar için tüm kavramlar bu dünyada oluşup var olur. Yani ruhumuz bedendeyken her şey var olur. Tıpkı bizim, ruh bebendeyken yaşayıp var olduğumuz gibi. Halbuki, ruh bedenden çıkınca bu dünyada öğrenip oluşturduğumuz her şey gibi tüm kavramlar da yok olur.

Ruh, bir hayat enerjisidir. Onun için siz ister ışık, ister nur deyin. Sonunda her ikisi de aynı kapıya çıkar. Çünkü nurun enerji gücü çok fazla olduğundan elbette işlevi de fazladır. Normal ışığa göre (yani bizim gördüğümüz güneş ışığına göre) ışığı daha fazla olduğundan diğerine göre daha aydınlık daha parlaktır. Kaynakları bir olmasına rağmen güneş ışığı onun yanında daha sönüktür.

Ruh, beden denilen kabuktan çıkınca aslı olan nura kavuşur. Onun için onun da asıl ışıktan, asıl nurdan pek farkı kalmaz. Dolayısıyla zaman ve mekan oluşmaz.

Demek ki, zaman ve mekanı oluşturan ışıktır. Işık olmayınca zaman ve mekan kavramları da olmaz. Çünkü zaman ve mekan kavramları ışık yada nur denilen enerjiyle oluşur. Tıpkı Big –Bank denilen ilk patlamayla oluşan evren gibi.

Demek ki, tüm varlıklar yani evren ve evren içindeki her şey ışıkla oluşmaktadır. Burada yeri gelmişken sizlere ruhun oluşumu da basitçe tanımlayalım. Ancak tanımlama yapmadan önce küçük bir açıklama yapmak istiyorum.

O da şu; şimdiye kadar bu ruh denilen hayat iksiri özelliği taşıyan enerjiyi içimize hep Allah’ın üflediği yazılıp söylenmiştir. Sanki, Allah, senin benim gibi canlı bir varlık mı? ki, üflesin? Yada bir vantilatör veya bir hava üfürme makinesi mi? Ki, sahibi tarafından kimine az, kimine çok üflensin. Bana göre bu şimdiye kadar söylenmiş akla ve ilme uymayan en büyük yalandır. Çünkü insan aklı, düşünüp düşünce üretmediğinde böyle hata ve yanlışlıkları hep yapmaktadır. Bu da onlardan biri. Onun için yeni bir düşünce üretilip kabul görünceye kadar böyle yalan yanlış düşünceler de hep söylenip yazılmaya devam etmektedir.

Halbuki bu gün bilim adamları, doğal doğada bulunan iki karşıt maddenin (Allah’tan aldıkları “OL” komutu üzerine) birbirleriyle çarpışmaları sonucu yeni varlıkların oluştuğunu artık tespit etmişlerdir.

Çünkü daha dün altı günde yaratıldı denilen kainat, bu gün birbirinin karşıtı iki ayrı madde yada oluşumun birbirleriyle altı ayrı çarpışma sonucunda oluşturduğu yazılıp söylenmektedir.

Onun için şimdi bende sizlere cesaretle yıllar önce düşündüğüm ruh tanımını burada basitçe yazıp anlatmak istiyorum.

Ruh; Allah’ın “OL” komutunu alan iki karşıt maddenin birbiriyle çarpışarak oluşturdukları yeni bir varlıkta zaman içinde açığa çıkan enerjinin sıkışıp yoğunlaşması sonucu oluşan, hayat iksiri özelliği de taşıyan yüksek potansiyelli enerjiye ruh denildiğini düşünüyorum.

Günümüz bilim adamları da şimdi benim yaptığım bu tanımı aşağı yukarı doğrulamaktadırlar.

Bu açıklamalardan sonra konumuza geri dönersek; berzah denilen bu alemde geçecek olan süreyi Allah, dünya denilen mekanda insan olarak yaşaması için ilk yaratıp var ettiği Hz. Adem’le en son yaşayıp var olacak olan Beni Adem denilen insanlar arasındaki zaman ve mekan kavramlarından oluşup doğan tüm farklılıkları berzah denilen alemde kapatıp yok edecek. Her insanı en sonunda, yaşatıp var ettiği zaman ve mekanda kazanıp elde ettiği amelleri ile baş başa bırakacak.

Sonra onları dünyada kendi elleri ile (yapıp ettiklerinden) kazanıp benliklerinde ahrete götürdükleri amelleriyle onları hesaba çekeceğinden önce onları bu dünyada yaşarken birbirleriyle olan ilişkilerinden yani kul hakkından dolayı hesaba çekecek. Sonra diğer mahlukatlarla olan ilişkilerinden dolayı hesaba çekecek. Sonra Allah onları birde kendi adına hesaba çekecek. Daha sonra, dünyanın mamur edilerek, dayanışma içinde yaşanılan bir mekan haline getirilmesi için vermiş olduğu görev ve sorumluluklarının yerine getirilip getirilmemesinden dolayı onları yaşantıları (amelleri) ile yüzleştirerek hesaba çekecektir.

İşte bu hesaba çekilmeden önce yaşanılan tüm evrelerdeki tekamül yolculuğundaki ruhun olgunlaşmasına reenkarnasyon denir.

Yada kısacası ruhlar aleminden (Bezmi alemden, yani Allah’la kul ruhları arasında yapılan fitri sözleşmenin ardından donanıp bezenen ruhlar aleminden, ruhun hayat iksiri özelliği taşıyan bölümüne ait kısımla) başlayıp, Allah’ın çıplak gözle temaşa edileceği son temaşa makamına kadar geçen ruhun tekamül evresine yada olgunlaşmasına reenkarnasyon denir.

Allah, kullarına ait ruhlar hakkında; bil hakkıyla adaletini sağlayıp kesin hükmünü vermeden önce onların beden içindeki benliklerini nefislerinden ayırır. Beden toprağa ruh, berzaha giderek cennet – cehennem öncesi affedilebilir günahları için onları bir defa daha vicdani terbiyeye tabi tutarak tekamül yolundaki bu yolculukta olgunlaşmaları için onları terbiye eder.

Çünkü Allah’a inanan herkes, er yada geç, tekamül yolundaki bu olgunlaşmaya ulaşacaktır.

İşte bu şekilde yapılan terbiye metoduna da reenkarnasyon denir.

Çünkü ruh, bir tek bezmi alemde bedensizdir. Ondan sonraki tüm alemlerde bedenlidir. Şöyle ki, ana rahminde bedenlenip benliğe bürünür. Dünyada bedenle birlikte yaşayıp varlığını sürdürür. Ölümle suya bastırılan bir şeyin sudan dışarı fırlayıp çıkması gibi bedenden sıyrılıp çıkan ruh, kabir sonrası yaşamını sürdüreceği berzah alemine gider – gelir. Allah’ın görünmez ipiyle kendi bedenine bağlı bir şekilde kabre kadar cemaatle birlikte gider. Bedenin üstüne toprak örtülürken ruhta bedenle yeniden bütünleşir. Ama bizim bildiğimiz şekilde bir canlanma yaşanmaz. Çünkü dünya hayatından sonraki hiçbir alemde bizim bildiğimiz bir canlanma şekli yaşanmaz. Ancak insan rüyasında ölü gibi olmasına rağmen, uyanık ve ayakta yürürken kendisini bire bir canlı yaşarken görüp bilmesinde olduğu gibi bir hali yaşar. Yada yaşanmışları hatırlamaya yönelik bir canlanma şeklindeki bir hal halini yaşar.

Çünkü her vicdan kendi benliğini çok iyi bilir. Çünkü “DÜNYADA ÖĞRETMENİ TANRI OLAN TEK İLAHİ OKUL VİCDANDIR.”

Vicdan sahibi insanlar, sağduyulu akılla anlatıp yazdıklarımı biraz düşündüklerinde yazıp anlattıklarımın hiçte yabana atılır şeyler olmadığına kanaat getirecekleri inancındayım.

Bizler, bize verilmiş olan cüzi akıl ve ilimle bu gün için ancak bu kadarını düşünüp yazıp söyleyebiliriz. Yine de biz, elbette her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Diyerek konumuzu şimdilik sonlandırıyoruz.

Bundan sonraki yazı dizimde de “Kainat ve İnsanın Yaratılışı” konulu bir yazı dizisine başlamak istiyorum. Çünkü “Big-Benk”denilen patlamayla, dünya bilim adamlarının laboratuarlarda elde edebilecekleri bilgilerle, benim kendi fıtratıma dayalı duygu, his ve sezgilerimle düşünüp yazdığım bilgileri kıyaslamak için yazıyorum. Bu aynı zamanda benim bir sınavım, bir imtihanım olacaktır.

Onun için konuyla ilgilenen tüm çevrelerin bu yazı dizisini benliklerinden kurtulup okuyup takip ederlerse sevinirim.

Sevgi ve saygılarımla.

Cahit KARAÇ

 
Toplam blog
: 322
: 1004
Kayıt tarihi
: 08.03.08
 
 

1953 Elbistan doğumluyum. Lise mezunuyum. Kamuda çalışıyorum. Evliyim ve iki çocuk babasıyım. Ken..