Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ocak '13

 
Kategori
Öykü
 

100 çocuk 100 hikaye... (11'incisi): Bunları bir gün ödeyeceğim size öğretmenim!..

İstanbul'a 2013 yılının en güzel karı yağmış, geceleri ayaz, buz ve aşırı soğuk yaşanmış; okullar da iki gün tatil edilmişti...

10 Ocak Perşembe günü biraz daha erken bir saatte evden çıkmış, yokuşu tırmanıp durağa varıncaya kadar yorulmuştum zaten. Yerler buz kaplıydı, arabaların geçmediği ve ayak değmeyen yerlerde ise kar vardı. Yayalar dikkatlice yürüyorlardı...

Beyazlık güzeldir... Apaklık harikadır... Kar beyazlığı çok daha güzeldir... Ne yazık ki, her yerde bereket olan kar, İstanbul'da bir felakete dönüşebiliyor... Kar yağışının İstanbul için birkaç güzelliği var; Barajların dolması, havanın temiz hale gelmesi, yediden yetmişe birçok insanın kartopu oynaması... Bunların hepsinden öte bir etkisi daha var kar yağışının İstanbul'a; o da kirletilen İstanbul'u kar, baştan ayağa yıkayıp paklıyor, tertemiz ediyor...

Otobüsten indim. Duraktan okula kadar kaymamak, düşmemek için epeyce çaba harcadım. Kar taili sonrası Bayrak Töreni'mizi de yaptıktan sonra sınıfıma girdim, otizmi olan iki öğrencimle çalışmaya başladım.

Her teneffüs olduğı gibi Ortaokul'un başka sınıflarından öğrenciler sınıfıma doluşmaya başladılar. Otizmi olan iki öğrencimle çoktan kaynaştılar; sevdiler, arkadaş oldular. Teneffüslerde onlarla konuşanlar, top oynayanlar, resim çizenler, ellerindeki yiyecekleri ikram edenler bu çocukların çok mutlu olmalarına destek oldular. Beraberce kazandık bu olumlu havayı...

"Bunlar, özürlü, engelli" diyen de olmadı, onları küçümseyen ya da alaya alan da olmadı... Çünkü okulumun tüm çocuklarını çok sevdim, sevmeye de devam ediyorum. Bunun Allah vergisi yanı olduğu gibi, sevgiyi o küçük yüreklere ekmenin maharetli yanı da var. Bu bir nüanstır, başarılması içtenlik isteyen özgün bir çabadır... Sevdadır; sevmenin, sevmeyi öğretmenin sevdası!.. Tarlaya tohum ekmek; bağa, bahçeye fidan dikmek gibi...

Şimdi sıra, o çok sevdiğim tüm öğrencilerdeydi... Onlar da, otizmi olan ve hayatlarında ilk kez okul yüzü gören bu iki kardeşlerini çok sevecek, bağırlarına basacaklardı... Öyle de yaptılar... Meslek hayatımda hep şunu söylemişimdir:

-Hiçbir emek, hele de sevginin zerresi boşa gitmez!..

Otizmi olan çocuklarımdan birinin annesi:

-Çocuğumu okula getirirken çok tedirgin oldum, kaygılarım, korkularım oldu; "Acaba çocuğumla dalga geçerler mi, alay edip aşağılarlar mı?!.." diye çok düşündüm, çok üzüldüm. Şimdi görüyorum ki, bu okulda çocuğumu herkes çok seviyor...

Evet, bu okulda herkes herkesi çok seviyor; çünkü bu okul, sevgi okulu!..

Ders zili çalınca bir kız öğrencimiz sınıfına gitmedi, yanıma geldi, usulca ve oldukça çekingence:

-Öğretmenim size işim düştü. Öğretmenimiz renkli karton, makas, uhu, boya kalemi ve yaldız istedi.

Makasla boya kalemi vardı, onları hemen verdim kendisine... Uhu, renkli karton ve yaldız alması için de kantine gönderdim. Hepsini alıp geldi, sevinerek sınıfına, dersine girdi.

Derslerin bitiminde bu öğrencim yanıma geldi, teşekkür etti ve şu onurlu cümleyi söyledi:

-Bunları bir gün size ödeyeceğim öğretmenim!..

Benim onurlu öğrencilerim, başımın tacı evlatlarım!.. Çoğunuz fakirsiniz, ama tertemiz ve pırıl pırılsınız... Onurlusunuız ve sevgi dolu yürekleriniz var... Çok saygılısınız... Mensubu bulunduğunuz Türk Milleti gibi mertsiniz...

Bir an durdum, ne diyeceğimi bilemedim öğrencime... Birden şu cümle aklıma geldi:

-Benim kızım ol, yeter!.. Benim bir kızım var, ikincisi de sen ol!..

Düşünüyorum da epeyce yıldır kaç öğrencim evlat oldu bana; ikinci oğlum, ikinci kızım oldu bana?!.. Çok uzak olmayacak bir zamanda ve kimbilir nerelerde karşılaşacağız bunlarla... Büyüyecek herbiri, büyük iylikler edecekler... İyilik edebilen insanlar olacaklar!..

Sevgi tohumları ekecekler yüreklere!..

Doğduğum köye gitti aklım birden... Hep derim ya "Hiçbir emek, hiçbir sevgi boşa gitmez!.." diye...

Doğup büyüdüğümüz köyden herkes göç ederek İstanbul'a gelmişti. Taşınmazlar dışındaki çok şey de satılmıştı. Bir tek amcam köyde yalnız başına kalmış, ilk baharda da "Tohum ekerim" düşüncesiyle tarlalarını nadasa bırakmıştı. Kış gelip çatmış, yağan kar insan boyunu geçmişti. Issız, dağın başı bir köyde tek başına yapamayacağını anlayan amcam da, kışın ortasında güç bela köyden ayrılmış, soluğu İstanbul'daki ailesinin yanında almıştı.

Yıllar sonra köye gidildiğinde, amcamın nadasa bıraktığı tarlaların, birer çam ormanı haline geldiği görüldü. Tarlalarda  veya yakınında olan çam ağaçlarının kozalaklarından dökülen çam ağacı tohumları, nadasa bırakılan tarlalarda filizlenmiş, kök salmış ve elle tutulur ağaçlara dönüşmüşlerdi..

Amcamın kendisi için nadasa bıraktığı tarlalar, milletimize orman olmuştu...

Yeter ki emek ver!..

Yeter ki sev!..

Yaradan için, milletin için, insanlık için!...

Her emek ve her sevgi umut olur, yaşama sevinci olur, ekmek olur, iyilik olur...

Yaşamak da her haliyle güzel olur...

Daha da ne olsun, ey  güzel çocuk ve ey mübarek insan!..

 

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..