- Kategori
- Anılar
19 Mayıs'ta çifte bayram ...
1990 yılının 20 Temmuzunda iki gencin ayakları yere basmıyor, gözlerinin içi parlıyordu. Az sonra atacakları imza ile hayallerini kurdukları evlilik gerçekleşecekti. Onlar inanılmaz mutluydular, aileleri de...
Birkaç ay sonra, çiçeği burnunda evliler, kendileri de henüz çocuk denecek yaştalarken aralarına bir miniğin katılacağı haberini alınca, hayalleri artık tamamen o minikle ilgili olacaktı. 43 kiloluk anne adayı anormal mide bulantıları çekiyor, hiçbir kokuya tahammül edemiyor, uykudan gözlerini açamıyordu o sıralar. Yemek istediği tek şey balıktı ve gecenin üçünde uykudan uyanır, birileri balık kızartıyor diye etrafı koklar, sabah olur olmaz balık pişirilirdi. O kadar çok balık yiyordu ki, nasıl olurda tüm kokulara nefret duyarken balık kokusu ona cazip gelebiliyordu. Komikti, haline gülesi geliyordu. Günler böyle bulantılarla, uykulu halleriyle geçerken, üçüncü ayına gelmişti hamileliği. O akşam inanılmaz bulantısı ve karın ağrısı vardı. Geçecek diye beklediler, hamilelik halidir dediler ama ağrı artık dayanılmaz hale gelmişti ve bebeklerini kaybediyor olabileceklerini düşünüp, gece vakti acilen hastaneye gittiler. Anne adayımız perişandı, beti benzi solmuştu ve çok korkuyordu. Muayenesi yapıldı ve bebekle ilgili bir problem yaşamadığı, ancak cerrahi bölümüne sevki yapılacağı söylendi. Neler oluyordu?
Eşinin ailesi de hastaneye gelmişti, hep birlikte cerrahi bölümüne gittiler. Burada yapılan tahlil ve tetkiklerden sonra, kötü haber geliyordu. Anne adayımızın zamanlaması çok kötü olan bir problemi vardı. Apandisti patlamak üzereydi ve acilen ameliyat edilmesi gerekiyordu. Ancak bebek henüz gelişimini tamamlamadığı için, anesteziden etkilenecek, yüzde doksan sakat doğabilecekti, o yüzden derhal müdahale edilip önce bebek alınmalıydı.
Dünyası yıkıldı anne adayımızın. İçinden birşeyler kopmuşcasına acı hissetti. Oysa ultrasonda görmüştü bebeğini, o haliyle sahiplenmiş, sevmiş, hayır çok sevmişti. Şimdi nasıl onun yaşamına son verilmesini isteyebilirdi? Durum çok zordu. Üstelik kendisinden çok önce evlenen ve bir bebek sahibi olmayı çok arzulayan ama olamayan biricik ablası vardı. Şimdi o böyle bir şansı yakalamışken ve sonlandıracakken düşünüyordu, ya bir daha bu şansa sahip olamayabilirsem? Hemen hamileliğini takip eden dr. arandı. Bakalım o ne diyecekti. Ama aynı şeyi doktoru da söylemişti, bebek kesinlikle alınmalıydı. "Olmaz izin veremem" dedi yüreği acıyan anne adayımız. Hastanedeki bir doktor, imzası olmadan ameliyatın yapılamayacağını söyledi. Hatta o kadar öfkeliydi ki, "geber o zaman" gibi çok acımasız bir laf etti. O çocuk aklıyla hastaneden kaçmayı bile düşündü, bebeğim olmazsa ben de olmayayım dedi. Ve hemen anne adayımızın ailesi arandı, onlar da hastaneye geldiler. Yapılacak şey, çok acil olarak rızasının alınmasıydı. Şu an hayatta olmayan babacığı dolu gözlerle kızım bebeğini aldır, yine olur, sen de benim bebeğimsin ben de sana kıyamam dedi. Ablası konuşamıyordu, yüzü allak bullak olmuştu. Hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti, nolur bir mucize olsundu. Sabah olana dek başına geldi tüm aile, herkes çok tedirgindi. Doktorlar sürekli tahlil yapıyor, durumu kontrol etmeye çalışıyordu. Sabah vardiyası başladı hastanenin. Ve beklediği kurtarıcı geliyordu...
Sabah gelen cerrah, tesadüf eseri kayınpederinin ilkokul arkadaşı çıkıverdi, anne adayıyla konuşmalıyım dedi ve yanlız olarak konuşmaya başladı. "Bak ben bebeğini kurtarabilirim. Evet genel anestezi bebeğine zarar verebilir, ama kullanmazsak ki çoook acı çekeceksin, bebeğine hiç birşey olmadan, uyuşturulmadan ameliyatını yapabilirim" dedi. Hiç tereddüt etmeden, herşeye dayanabilirim diyerek ameliyat olmaya karar verdi anne adayımız. Ameliyat çok acı vericiydi. Yaşadığı acı tıpkı elinizi çok sıcak bir ütüye değdirip de çekememek gibi birşeydi. Yanıbaşındaki doktorun elini öyle bir sıkmıştı ki, adamcağızın elleri morarmış, yine de gıkını çıkarmamış, onu sürekli konuşturmuştu. Anestezi uzmanı bu şekilde ameliyat olamıycağını, dayanamıyacağını söylemişti ama o sevgi acısını hafifletti. Ama son değildi bu acı. Asıl ameliyat sonrası, dayanılmazdı ve hiçbir ağrı kesici verilemiyordu bebekten dolayı. Bütün hastanede tanımadığı birçok kişi gelmişti ziyaretine. Herkes merak etmiş, tebrik ediyordu. Doktorların gözdesi oluvermişti. Canı çok yanıyordu ve daha 1 ay dayanılmaz ağrılar çekti, 1 saatlik bile uyku uyuyamadı. Sabahlara kadar ağrıdan kıvrandı, ağladı. Ameliyat öyle zamansızdı ki 1 ay sonra olsa, bebek hiç etkilenmeyecek, herşey yolunda gidecekti. Talihsiz bir zaman ki bir de karnı büyümeye başladı ve ameliyat dikişleri açılmaya başladı bir bir. Karnı büyüyor, dikişler açılıyordu. Bu da tuz biber olmuştu. Bu durumda en sevinilecek nokta, bebeği çok sağlıklıydı, ona hiçbirşey olmamıştı, sürekli kontrol ediliyordu. İşte bu haberler dayanmasını sağlıyor, O'na güç veriyordu. Sadece bebek kaldığı yerde sıkılmış, bir an önce doğmak istemişti. 30 haftalıktı ve ben doğucam artık diye karar verdi. Aniden...
Tarih 19 Mayıs gibi anlamlı bir günü gösteriyordu ve Bayram töreninin arasından polis kortejiyle hastaneye gittiler. Yine çok korkuyordu anne adayımız, ya çok erkense, ya yaşayamazsa bebeğim diyordu ama inanmalıydı, onlar neleri atlatmıştı, bunu da atlatıcaklardı. Bebek henüz normal dönüşünü de tamamlayamamıştı ve ayaklarıyla dünyaya geliyordu, bu durumda normal doğum çok zordu ama sezeryan için anne adayı uygun değildi. Yaşamları yine tehlikeye girdi. Ama onlar yaşama azmiyle, sevgileriyle bunu da aştılar. Söylendiğine göre o kadar balık yemek bebeği de anneyi de dirençli yapmıştı. Yarın, yani 19 Mayıs günü, o dünyaya erkenden gelen, anne karnında azim gösteren prematüre bebek, tam 16 yaşına giriyor. Annesinin boyundan uzuuun bir halde. İyi ki doğdun meleğim. İyi ki azmettin tutundun yaşama ve iyi ki varsın hayatımızda:)) Geçmişe dönsek yine aynı kararı verirdim emin ol. Seni bana bağışlayan mucizeye sonsuz teşekkür ediyorum. Annen...