Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

02 Ağustos '07

 
Kategori
Sanat Eğitimi
 

1940'larda "sanat eğitimi"ne verilen önem ve sonuç

1940'larda "sanat eğitimi"ne verilen önem ve sonuç
 

Bir ülke için "Sanat Eğitimi"nin ne denli gerekli olduğunu 54539 nolu Blog'umda açıklamış; buna rağmen okullarımızda bu konuya yeterince neden önem verilmediğini belirtmiştim. Şimdi 1940'lı yıllardaki "Sanat Eğitimi"ne ne denli önem verildiğinin sebep ve sonuçlarını görelim:

Yozgat'ın Çocuk Sanatkarlarını Nasıl Tanıdım?

....Bundan üç yıl önceydi. Cumhuriyet Halk Partisi' nin geziye gönderdiği ressamlar içinde ben de vardım. Yozgat'ta çalışıyordum.Resim yapmaya her çıkışımda kendilerini bana göstermeye çekinen birtakım gözlerin, adım adım beni kovalayışları altında bulunduğumu duyuyordum. Bunlar, lisenin birinci devre çocukları idi. Arkamı dönüp gözlerimle birisini yakalayınca, sanki büyük bir kabahat işlemiş gibi utanıyordu. Günler geçti. Onları uzaktan uzağa etrafımda dolaşıyor görüyordum. Yine birgün, nasıl olduğunu bilmiyorum, aramızdaki mesafe, samimiyetin büyüsü ile birdenbire kısalıverdi. Ahbaplığımız başladı.Ben resim yapıyor, onlar seyrediyor ve beni rahatsız etmeycek bir suretle alçak sesle konuşuyorlardı.

- Dikkat ediyor musun? Renklerin kıymeti, hep biteviye gidiyor. Azıcık da renksiz değil mi?

- Görmüyor musun? Gölge ışık çalışmıyor ki, koyuluklara, açıklıklara önem versin. İşi modülasyonla yapıyor, senin renkleri hep biteviye sanman bundandır. Renksizliğe gelince, renklilik fazla renk kullanmak mıdır? Hiç Corot'a dikkat etmedin mi? Renksiz gibi görünüyor ama ne kadar renklidir. Bir tabloyu kuvvetli bir tek rengin canlandıracağını, Van Gogh'u örnek göstererek bay öğretmen bize söylememiş miydi?

Bir üçüncüsü daha söze karışıyor ve sesini daha alçaltarak:

- Bu ressamın çalışması empresyonistlere çok yakın. Işık altında eşyaların desenleri titreşiyor, bozuluyorlar. Güneş ışığı teorisi besbelli diyor.

Galiba arkadan arkadaşlarının itirazlar ona uğruyor ki, beni benden sormağa karar veriyorlar. Halbuki, ben onların sözleriyle okadar şaşırmış bir vaziyetteyim ki, birden bire cevab veremedim. Ve sonuda "Senin de hükmün doğru arkadaşlarının da kulak misafiri olduğum sözleri çok yerinde" dedim.

İçinden şimendifer geçmeyen bir vilayetin orta mektep çocuklarından duyduğum bir mucize değil de neydi? Size şunu temin ederim ki, bu teknik sözleri söyleyebilecek, mesleğini yapmış, ün almış ressamların sayısı iki elimizin parmaklarını geçmez. Bu, çocukların bize çevrili birinci yüzü idi.

Bir gün yine resme çıkıyordum. Yolumun üstünde sehpalarını kurmuş çocuklara rastladım. Kırlar, bayırlar bu küçük mantar ressamlarla kaplanmıştı. Bu sefer onları seyretmeyi, resim yapmaya seve seve tercih ettim. Günüm, onların cennet bahçelerini, renkli şiirlerini, deformasyonlu, stilizasyonlu desenlerini kana kana, fakat yine de doymadan seyretmekle geçti.

İşte Vedat Nedim Tör' ün "Resim öğretmeni" adlı romanı Yozgat Lisesi talebelerinin, içi hakikatler ve sezişlerle dolu bir hikayesidir. Orada geçen ve bize en hayali imiş gibi gelen tarafları en gerçek olanlarıdır. Çocukların bu inanılmayacak uyanıklıklarını görmemiş ve onları tanıyıp, o gerçeği yaşamamış olsaydım, belki ben de inanmayacaktım. Nitekim o vakit kendi kendime: "Acaba Floransa' da mıyım, Paris' te miyim?" diye sormuştum...

Eşref ÜREN

Eşref Üren kendi kendine Fransa ya da Paris' te mi olduğunu sora dursun, bu çocukların resimlerinin Londra Halk Evi'nde sergilendiğine kim inanır. Hem de telefonun hemen hemen hiç olmadığı, mektupların aylar sonra adreslere ulaştığı, trenle ( hem de dönemin Ekspresi ile) Kurtalan' dan İstanbul' a üç gün üç gecede gidilebildiği bir dönemde.

1940 yılında Ankara ve İstanbul'da açılan bu çocukların resim sergileri, devlet büyükleri tarafından önemsenmiş:

Resim öğretmeni "Mehmet" bu güzel teşebüsü ve bu uğurdaki sebatlı çalışması yüzünden, yalnız talabesinin değil büyüklerinin de kalbini ve teveccühünü kazanmıştır. Nitekim kadirşinas Maarif Vekilimizin, sergi defterine yazdıkları şu satırları, bu değerli alakanın yakın şahitleridir"

"Bu sergide çocuklarımızın sanat istidatlarını renk ve ahenk olarak gördüm. Onlardaki bu gizli kudretleri geliştiren ve meydana çıkaran öğretmen arkadaşlarıma teşekkür ederim."

14.10.1940

H.Ali Yücel

"......Bugün 19 Ekim 1940. Günlerin ve cumartesilerin en güzeli. Sana serginin en mutlu olayını anlatacağım.

Dün akşam sergi yöneticileri bana:
- Onbeş gün doldu. Bundan sonra hergün için 50 lira kömür parası ödemeniz gerek dediler.
- Öyleyse kapatırım dedim ve dönüp sergiyi toplamağa başladım. Bu sırada sergiyi gezen bir kişi:
- İnönü yarın serginizi gezecek, resimleri kaldırmayın dediler.

Pek ihtimal vermemekle beraber, sökme işini bıraktım. Böylece tavsiyelerine uyduğumu belirtmiş oldum. Sözü onlara bırakmıştım. Bir açıklama bekliyordum. Benim susutuğumu görünce onlar da başka birşey söylemediler ve dönüp bir süre resimlere baktıktan sonra çıkıp gittiler.

".....Bu gün sabahleyin saat on'da yeniden sergiyi toplamaya koyuldum. Yine tam bu sırada birisi içeriye girdi, bu genç bir subaydı. Yanıma geldi ve:

-"Cumhurbaşkanımız serginize geliyorlar" dedi ve çıktı. Hemen akşam söktüğüm dört beş resmi yerlerine asmaya başladım. Ben bu işi bitirinceye kadar İnönü salona girmiş ve yanıma kadar gelmişti. Onu öyle karşımda görünce, gerçekten büyük bir heyecan duydum. Okadar ki bir süre konuşmalarımda tutukluk oldu. Bunun nedenini herkesten iyi sen anlayacaksın. Hatırladın değil mi? Çocukluğumda Kazım Karabekir Paşa'yla, Aziz Atatürk bana ilgi ve sevecenlik göstermişti. İnönü ile bu olağanüstü olaylar üçe yükseliyordu. Gerçekten bunlar inanılması güç ve benzeri olmayan mutluluklardı. İnönü resimlerdeki Türk ruhunu ilk bakışta kavradı, çok duygulandı. Burada olup da görmeni çok isterdim. Üstelik yanında kimsecikler yoktu, tam anlamıyla başbaşa konuştuk. Maarif Vekili( Milli eğitim Bakanı) Hasan Ali bey en az yarım saat sonra geldi.

İnönü:
"- Bu ne verim, bu ne çalışma? İster misin "Mehmet" Yozgat'tan senin İstanbul'daki akadademini kapatsın". Diye ona takıldı ve :

- Dünya durumu elverişli olsaydı ben bu resimleri üçe böldürür, İngiltere, Fransa ve almanya'da sergiletirdim diyerek sözünü tamamladı. Sergiden ayrılırlarken ellerine sarılıp öpmek istedim. İnönü - Hayır senin elimi öpmeye ihtiyacın yok. Sen ödevini yapmış bir insansın. Bir istediğin bir düşündüğün varsa söyle de onu biz yapalım. Diyerek bana mutlulukların en erişmezini tattırdı.

Nihayet devlet reisi ve inönü gibi bir şef, resim öğretmenimizin sergisini gelip görmüş ve kendisini kıymetli iltifatlarıyla takdir etmiştir. "mehmet", bu suretle bütün alakaların üstünde tarihi bir mükafat da kazanmış demektir.

Ankara ve İstanbul'da açılan bu sergileri gören İngiliz'ler bu serginin Londra'da açılması için istekte buklunmuşlar ancak o zaman istekleri kabul edilmemişti.

Ankara'da 173 çocuğun üç yıllık gelişmesini gösteren ikinci bir sergi açılınca istek tekrarlanmış ve istek kabul edilmiştir.

İNANILACAK GİBİ DEĞİL AMA bu resimler Londra Halk Evi'nde sergilenir.

Londra Halk Evi'nde Açılan Yozgat Ortaokulu Talebelerinin Resim Sergisi'nde Edinburg Ünüversitesi Güzel Sanatlar Proferörü Mrs. Harbert Read'in Söylediği Açış Nutku

....." Bu resimlerin resmen tanıtılmaya ihtiyacı yoktur.Çünkü bu resimler bozulmamış çocukların, yani yalnış öğretim metodları ile sakat medeniyet telkinleriyle körleştirilmemiş çocukların kısacası " Oldukalrı gibi görünmek ve hareket etmek" fırsatını bulmuş ve bundan istifade etmesini bilmiş olan çocukalrın eserleridir ve bu eserler çocuk sanatında dünyanın her tarafına yayılmakta olan bir rönesans devrinin birer delilidir. Bu rönesans devrinin istinad ettiği ve halen hiç şüphe götürmeyecek şekilde ispat edilmiş bulunan nazariyesi şudur ki. "Çocuklar yaratarak öğrenirler..."
.....Bu Türk resimleri, orta mektebin her sınıfından gelmekte, yani İngiltere'de en nankör ve verimsiz çağlar sayılır. 14, 15, 16 yaşındaki çocuklar tarafından tersim edilmiş bulunmaktadır.

Bu çok manalı bir noktadır. Ve biz büyük öğretici Bay "Mehmet"e son derece müteşekkür olmalıyız. Çünkü kendisi hiç şüphe bırakmayacak şekilde ispat etmiştir ki, çocuklarda yaratıcılık hassasının boğulması tabii bir zaruret değildir, ve çocukarda öğretim ve gelişme denilen şey onlarda doğuştan mevcut olan kabiliyetin ta sonuna kadar devamlı ve aksaksız sürette gelişip ve serpilmesi manasına gelmelidir.

İngiliz basını bu sergi için son derece duyarlı davranmış ve sergi Londara'daki gazetelerde önemsenerek yayınlanmıştır.

Böylece, dönemin Cumhurbaşkanı İnönü, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel ve Ressam Eşref Üren'in istekleri yerine gelmiştir.

Yozgat Lisesi resim öğretmeni Bay Mehmet'in öğrencileri ve kendisi en üst düzeyde onure edilmiş ve motivasyonları sağlanmıştır. "Sanat eğitimi"nin dünü bu denli önemsenirken; günümüzde açılan okul sergilerine bırakın Cumhurbaşkanı, Milli Eğitim Bakanı hatta Milli Eğitim Müdürünü, ilgili Şube Müdürü dahi katılma zahmetinde bulunmamaktadır.

İşte "Sanat Eğitimi"nin dünü ve bugünü...


Kaynak: Cemal Bingöl'ün "Resim Nedir
Nasl yapılır Nasıl Öğrenilir"

http://www.mehmetkapcak.com

 
Toplam blog
: 78
: 1725
Kayıt tarihi
: 07.05.07
 
 

1947 yılında Mazıdağı'nda doğdu. İstanbul İlköğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra; İstanbul A..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara