20 Haziran '07
- Kategori
- Bilim
20 nci yüzyılın dinamıkleri ve transistör
“Amatör radyocuların yakından tanıdığı kedi bıyığı’nın veya detektör tipinin iki nokta teması, transistor de yarıiletkene dönüştürülmüştür” “Transistor” Bell Laboratuarı Kayıtları, 1948
Yeni elektronik çağı yansıtan bir alet olarak kabul edilen transistor, teknolojik değişmeye ilişkin devrimci görüş yanlıları için ideal bir örnektir. Transistor, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ünlü Bell Araştırma laboratuarları’nda John Bardeen, Walter H. Brattain ve William Shonkley fizikçiler tarafından icat edilmiştir. Bu buluş katı hal fiziği disiplininde özgün kuramsal ve deneysel çalışmalar yapılmasını gerektirmişti. Transistoru icat eden fizikçiler, 1956 yılında fizik alanında Nobel ödülünü aldılar. Elimizdeki bu veriler , transistorun evrimsel zinciri kıran bir bilimsel araştırmadan ortaya çıktığını, yani insan ürünü nesnelerin akışının bir parçası olmadığını gösteriyor. Kullanım alanları açısından transistorun en yakın akrabasının vakum tüpü olduğunu kabul etsekte içerdikleri benzer işlevlerin ötesinde transistorlar ve elektronik tüpler birbirinden tümüyle farklıdır. Dolayısıyla, transistorun elektronik tüpün değişik bir biçimi olduğu yani aralarında bir bağlantı olduğu söylenemez.
II. Dünya Savaşından sonra, 19. yy’ın sonlarında geliştirilen “kristalli alıcılar” , pazardan kaybolmuş olsalar da elektronik alanındaki gelişmeler, savaş öncesi yıllarda askeri amaçlardan ötürü kristal detektörlere yönelik bir ilginin uyanmasına yol açmışlardı. 1930'larda kısa dalga boyunun, kristal detektörlere değil vakum tüplerinin bozulmasına neden olduğu açıklık kazanmıştı. Radarın bulunması, bu tür mikro dalgaları saptayabilen kristallere ilişkin yeni bir ilginin uyanmasına ve yeni araştırmaların başlamasına yol açtı. İşte bu yeni araştırmaların sonunda nokta temaslı doğrultucular bulundu Bu doğrultucular, eski radyo alıcılarında kullanılan doğrultuculardan çok daha fazla gelişmişlerdi. Nokta temaslı doğrultuculardaki kristal madde, yerine göre germanyum ya da silisyum oluyordu “kedi bıyığı” nın iğnesi ise tungstenden yapılıyordu.
Germanyumlu mikrodalga detektörlerden ilk germanyumlu transistora geçiş, doğrudan olmadığı gibi kolayda olmamıştı. Bu geçiş süreci, Amerika Birleşik Devletlerleri’nde birçok üniversite ve endüstri laboratuarında araştırma ekiplerinin bilimsel ve teknolojik çalışmalarda bulunmasını gerektirmişti. Bu araştırmacıların aynı noktaya yönelik çalışmaları , Aralık 1947’de Bell Laboratuarlarında transistorun bulunmasıyla sonuçlandı. Araştırma da elde edilen sonuçlar ertesi yıl yazılı bir açıklama ile kamuoyuna duyuruldu.
Transistor, Ticari Amaçlar ve JAPONYA:
Amerikalı ve Avrupalı bilim adamlarının ve teknoloji uzmanlarının icat ettiği bir buluş olan transistor, Japonlar tarafından olağan üstü bir biçimde ticari amaçlar için kullanılmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan çok kısa bir süre sonra birkaç genç Japon mühendis, başlangıçta elektrikli ürünler üreten küçük bir firma olan Tokyo Telekomünikasyon Mühendislik Şirketi’ni kurmak için bir araya geldi. Tokyo Telekomünikasyon’un kurucularından biri olan Masaru Ibuka, 1953 yılında Amerika Birleşik devletlerine yaptığı bir gezi sırasında New York’ta yaşayan bir arkadaşından transistorlar hakkında bazı şeyler öğrendi ve daha sonra Western Elektrik şirketinin bu yakınlarda transistorun patent haklarını satışa çıkarmak üzere olduğu haberini aldı. Ibuka transistorlar hakkında çok az şey biliyordu; ama bu icadın şirketin tüketim ürünleri çizgisini genişletmek ve teknik personelini meşgul etmek için ihtiyaç duyduğu şey olabileceğine karar verdi.
Tokyo Telekomünikasyon 1954 yılında transistorun lisansını satın aldığında daha eski ve daha büyük Japon Elektronik firmalarının hiçbiri, transistora fazla ilgi göstermedi. Ibuka, yarı iletkenler ile ilgili elde edilebilecek bütün teknik yayınları toplamaları amacıyla teknisyenlerini Amerika Birleşik Devletlerine gönderdi. Japon teknisyenler, transistorların yapılışını inceleme için laboratuarlara gittiler ve transistor üretiminin bütün aşamalarında çalışan bilim adamlarıyla, mühendislerle ve teknisyenlerle görüştüler. Japon ekibi, yarı iletken teknolojisine ilişkin bütün yazılı ve sözlü tek tek ayrıntısı ile özümsedikten sonra kendi transistorlarını üretmeye ve bu transistorları cep büyüklüğünde bir radyo alıcısı yapmak için kullanmaya karar verdiler. 1955 yılında minyatür radyoları pazara sunulmaya hasır hale geldiğinde şirketlerinin adını değiştirdiler. Şirketleri için buldukları isim Tokyo Telekomünikasyondan daha kısa ve daha akılda kalıcıydı:
SONY
Sony radyosu dünyadaki ilk transistorlu küçük radyo değildi. Amerikan yapımı Regency, ilk olma onurunu elinde tutuyordu; ama Sony bütün ülkelerdeki elektrik devlerine transistorla neler yapılabileceğini göstermişti. Sony, yarıiletken teknolojisinin ticari olarak kullanılması konusunda öncü konumunu ele geçirdikten sonra, diğer Japon elektronik şirketleriyle elektronik tüketim ürünlerinin üretimi ve icat edilmesi konularında dünyaya öncülük ettiler.
Amerikan yarıiletken teknolojisi ise bilgisayarın gelişimiyle uzay programları ve askeri programların ihtiyaçlarıyla açılan üstün teknoloji pazarlarının taleplerini karşılamaya çalışıyordu. Japonların vakum tüplü modelleri ile rekabet edebilecek transistorlu aletler imal etmeye isteksiz görünen Amerikan elektronik tüketim ürünleri endüstrisi, yeni teknolojiyi daha yavaş benimsiyordu. Böylece, yarıiletken teknolojisi tarihinin önemli bir aşamasında Japonlar, tüketici pazarına girme , bu pazarı belirleme ve yönetme serbestisine sahip olmuşlardı.
Savaşın yaraladığı Japonya, Batı bilimi ve teknolojisinin en başarılı beyinlerinden bazılarının belirli bir noktaya yönelik çabalarının ürünü olan bir icadın ticari açıdan geliştirilmesi açısından akla gelebilecek en son yerdi. Japon bilim adamları, transistorun temellerini atan katı hal fiziğine hem coğrafi hem de düşünsel açıdan uzaklardı. Tokyo Telekomünikasyonun aslen mühendis olan girişimcileri yarı iletken alanında başkalarının göremediği bir fırsatı yakalamışlardı. Ancak yakaladıkları fırsatı değerlendirmek için yola koyulmadan önce transistoru anlamaları gerekmişti. Transistorla alakalı anlayışlarını geliştirirken sadece yazılı teknik kaynaklardan edindikleri bilgilerle sınırlı kalmadılar; ayrıca Amerikan transistor imalatını gözlemlediler ve yarı iletken teknolojisinde söz sahibi uzmanlarla görüştüler. Kısacası eğer Japon mühendisler, vatanlarında kalıp transistor teknolojisine ilişkin bilgileri sadece kitaplarda öğrenmeye kalkışsalardı böyle bir endüstriye öncülük edemeyeceklerdi.
1940'larda Japonların yaptığı şey, transistoru icat etmek olmamıştı, açıktır ki muazzam başarılarını, ticari açıdan en iyi şekilde kullanılacak biçimde transistoru geliştirmelerine borçluydular.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaş, silahlanma yarışı, uzay yarışı ve mevcut askeri hazırlığın sahip olduğu teknolojik düzeyin ulusal güvenliği sağlamaya yeterli olmadığı yönünde bir inanış sahnede boy gösterdi. Günümüzde diğerlerine kıyasla daha güçlü olan endüstrileşmiş ülkelerde yaşanan savaşa hazırlık halinde icatlar, askeri amaçlı kullanım potansiyelleri açısından düzenli olarak incelenmekte ve büyük endüstriler kendilerini neredeyse kendini yalnızca askeri pazarlara hizmet etmeye adamaktadır. 20. yy'ın sonlarına ait yeni teknolojilerin en çarpıcı örnekleri çoğunlukla özde ordunun damgasını taşımaktadır. Teknolojik tercihlerin belirlenmesinde ordunun üstlendiği alışılmadık rolden ötürü teknoloji tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir dönem olmuştur. Daha önce hiçbir zaman yalnızca savaş sırasında bu kadar çok önemli icat bulunmamış ve geliştirilmemişti. Ordu bazlı teknolojik gelişim ve icat faktörünün insan neslinin yakın tarihinin geleceğinde aktif rol oynayabileceği mümkün olabilir.
Neden Japonya?
II. Dünya savaşı sonrası modern savaşma biçimi, ölüm ve yıkımın teknolojik ilerlemenin kaçınılmaz sonuçları olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca mevcut enerjinin, atom çekirdeğinin bölünmesi sonucu artması sadece üst düzey bir uygarlık yaratma da başarısızlığa uğratmakta kalmamış, yeryüzündeki hayatın tümünü olmasa bile var olan toplumsal ve kültürel birikimleri tehdit etmişti. Sonuçta, uzun bir süredir batı teknolojisinin üstünlüğüne duyulan inanç sarsılmaya başladı. Batılı olmayan bazı teknolojilerin, insan ihtiyaçlarını doğal dünyaya zarar vermeden daha iyi karşılayabildiği yönünde sağlam kanıtlar bulundu. Bunun yanında II.Dünya Savaşı’nın yenilgisi ile afallamış, Hiroşima ve Nagazakiye atılan atom bombaları ile şoka girmiş ve yabancı bir gücün işgaline uğramış olan Japonya, kendine olan güvenini yeniden kazanmak ve yeni değerlerle amaçlardan hareketle yeni bir toplum ve ekonomi inşa etmek zorundaydı. Bu bağlamda Amerika birleşik devletlerinden büyük yardımlar gördü. Ama aslında Japon ekonomi ve teknoloji mucizesini yaratan etken dayanışma, birliktelik, başarıyı isteme ve olağanüstü azimkar çalışma alışkanlığı gibi ulusal karakteristiklerin bir birleşimiydi.
Neden Bu Kadar Hızlı Bir Gelişme:
II. Dünya Savaşı insanlığın haklı olarak çok özel bir biçimde Üçüncü Dünya Savaşı olarak görülebilecek bir şeye doğru sürüklendiği bir sırada sona ermişti. Kısa 20. yy’ın 2. yarısında uluslar arası sahneye tamamen hakim olan ABD ve SSCB’nin oluşturduğu iki kamp arasındaki oluşan soğuk savaş dönemi, her an patlak vereceğine ve insanları tahrip edeceğine inanılan küresel nükleer savaş tehlikesinin var olduğu düşüncesi bir kuşağı 40 yıl boyunca her gün gerçekleşecekmiş gibi tedirgin etti. İlk planda soğuk savaş geriye bakıldığında anlamsız, ancak II.Dünya Savaşı ertesinde oldukça doğal bir batılı inanışı temel alıyordu. Buna göre felaket çağı hiçbir şekilde sona ermemişti ve dünya kapitalizmi ve liberal toplumun geleceği güvence altına alınmış olmaktan çok uzaktı. Bu tedirginlik hemen hemen tüm alanlarda bir mücadeleyi de beraberinde getiriyordu. Bunlardan en önemlisi ise ulusal güvenliğin sağlanmasın aktif rol oynayacağı düşünülen teknoloji alanında gerçekleştirildi.
II. Dünya Savaşı Sonrası Ar-Ge ve Önemi:
Bu dönemde araştırma ve geliştirmenin (Ar-Ge) ve Ar-Ge’ye verilen önemde ve kamuoyunun bilim karşısındaki tutumunda (bilimin gizemlerine duyulan saygı ile kötü güçlerine duyulan güvensizlik ve korku duyguları arasında gidip gelen bir tutum) birçok değişiklik yaşandı. Savaşın bitiminden 1960’lı yılların sonuna dek barışçıl yapıcı ve geleceğe umutla bakılan bir dönemdi. Bilimin uygulanışları savaşta gözle görülür tayin edici rol oynamıştı. Özellikle galip ülkelerdeki kamuoyu başta olmak üzere genel kamuoyu, bilimin, ortaya çıkmakta olduğuna inandığı yeni barışçı dünyanın inşasında da en az o denli etkili olabileceği beklentisi içindeydiler. Politikacılarda bu görüşü paylaşmaktaydı ve birçok ülkede Ar-Ge’ye ayrılan kaynaklarda büyük bir artış görüldü. Bu dönem bilim adamlarının ve bilimin, büyük ölçüde zinde oldukları bir dönemdi. Ne var ki, genel stratejik endişeler ve Soğuk Savaşın ortaya çıkışı, Ar-Ge çabalarının büyük bir kısmının askeri alana kaydırılmasını zorunlu kıldı.
Transistorun İcadı-Teknolojik Gelişme ve Ekonomik Yansımaları:
Transistorun icadı, katı hal fiziği ve devamında yaşanan mikro elektrik devriminin ekonomik ve toplumsal sonuçları kayda değer ölçüdedir.Bu gelişmeler insanlığın endüstri sonrası, bilgi yada hizmet ekonomisine doğru yönelmesine yol açtı ve bu durum iş ve istihdamın özelliğinde çarpıcı değişmeler yaptı. Endüstrileşmiş ülkelerde mevcut işsizlik düzeylerinin büyük bir oranını yalnızca son yılların durgunluklarına eşlik eden etkilerden kaynaklanmayıp, endüstrilerin ve hizmetlerin otomasyonundan kaynaklandığı açıkça görülebilir. Tüm ülkelerin hükümetleri işsizlikle mücadele etmenin bir aracı olarak üretkenliği artırma yoluyla rekabeti kızıştırmaya girişirken, esasında teknolojik gelişmeyi kışkırtmakta ve daha fazla sayıda insanın işini kaybetmesine yol açmaktadır. Böylesi bir yaklaşım, zenginliğin artmasına yol açar fakat kol gücüne dayalı işleri yıkıma uğratır. Bu da toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkar. Buda gösteriyor ki; Bilgi, teknolojik yeniliği ve ekonomik büyümeyi sadece yönetmiyor, bilginin kendisi hızlı bir biçimde ekonominin baş aktivitesi ve mesleksel dönüşümlerin baş belirleyicisi oluyordu. Bilgi toplumu yeni bir üretim biçimini başlatıyor. Zenginlik yaratma kaynağını ve üretimde yöneten faktörleri değiştiriyor. Bilgi ve birikim sanayi toplumunun baş değişkenleri olan işçi ve sermayenin yerini alıyor. Düşünürlerin çoğu için için yeni bilgi toplumu sadece yeni bir üretim biçimi olarak değil bütün bir yaşam biçimi olarak değerlendiriliyor. Bu dönemde gerçekleştirilen teknolojik dönüşümler ve edinilen bilgi baş döndürücü bir hızla gerçekleşiyordu. Tabi ki bu teknolojik gelişmelerin ekonomik yansımaları da aynı oranda hızlı gerçekleşiyordu. Sadece 3 yılda (1959-1962) yarı iletken fiyatı %85 düştü, sonraki 10 yılda üretin 20 kat arttı (Bu üretimin % 50 oranında askeri projeler için kullanıldı) Aşağıdaki tarihsel bir karşılaştırma oranların dramatik boyutunu gözler önüne seriyor aslında. Endüstri devriminde İngiltere’de pamuk fiyatının düşmesi 70 yıl almıştı (1780-1850) 1962 de ise ortalama fiyatı $50 olan mikrochip in fiyatı 1971 de $1’a düştü.
Transistor - Teknoloji Gelişme ve Sosyolojik Boyutu:
“Orijinler varılacak noktayı belirlemez. Bu dönemde enformasyon devrimine neden olan askeri orijinler askeri olmayan alanlardaki sonsuz etkilerini sınırlamadı. Ama orijinler bize motive edici güç ve şekil veren etkileri anlatırlar.” 1960-1970'lerin başında Sosyologlar adını post-endüstriyel toplum teorisi koydukları bir görüş geliştirdiler. Bunlardan en tanınanı “The Coming of Post-industrial Society” (1973) yazarı Harward Sosyoloğu Daniel Bell’di. Bu teori Peter Drucker (“The Age of Thiscontinuity” (1969) ) ve Alvin Toffler (“Future Shock” (1970)) tarafından da geliştirildi. Bell’e göre “Teorik Bilgi” gelecek toplumunun en önemli özelliği, büyümenin kaynağıydı. Modern toplumun devrimsel dönüşüme uğradığını belirtti ve toplumu “Bilgi Toplumu” diye de adlandırdı. Bu görüş batı düşüncesinin liberal, ilerlemeci geleneğine uyuyordu. Aydınlanmanın akılcılık ve ilerlemeye olan inancını koruyordu. Bu bakış açısı ideolojik spektrumun merkezinde yer alıyordu. Spektrumun solunda yer alan Marksistler post-endüstriyel fikri benimsemediler. Çünkü bunun geç burjuva ideolojisinin açık bir göstergesi olduğuna inanıyorlardı. Ama toplumdaki değişimler o denli keskin, önceki kapitalist uygulamalardan o denli farklı ki Marksist teori kendinde sert revizyonlar yapmak zorunda kalacak.
Kaynaklar: Manuel Castells, The Rise of the Network Society, Oxford; Blackwell, 1996 Krishan Kumar, “Fordism and Post-Fordism”; From Post Industrial to Post-Modern Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl (1914-1991) Aşırılıklar Çağı; Sarmal Yayınları Federico Mayor-Augugusto Forti, Bilim ve İktidar; Tübitak Yayınları George Basalla, Teknolojinin Evrimi;Tübitak Yayınları Chris Freeman –Luc Soete, Yenilik İktisadı; Tübitak Yayınları Dr. Ersin ARIOĞLU, “Toplumsal Değişimin Dinamikleri”, 2002 Dr. Ersin ARIOĞLU, “Bilim-Teknoloji ve Eğitim”, 1999 “Dünden Bu Güne Teknoloji ve İnsan”